arama

Soyutlama, İyisi ve Kötüsü: Marx, Althusser, Bhaskar

Özgür ELİBOL
Soyutlama becerisi ile toplum olan insan adeta başka bir mekanizma haline dönüşerek biyolojik evrimini bambaşka bir boyuta taşımıştır. Bunun ilk hali, din benzeri ritüeller ve toplum düzenlemeleridir. Gelişkin bir kavramsal düşünme ve bilim üretimiyle, soyutlama üst teorisinin yapılması gereken bir kavramdır. Bu yazı açısından soyutlama bilimsel çalışma süreci açısından ele alınmıştır. Sağlam bir bilim felsefesinin kurulması, anlaşılması için nasıl bir soyutlama anlayışımız olması gerekir?
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Özgür Elibol Özgür Elibol
  • 1 Star
    Loading...

Marx’ta Soyutlama

Soyutlama, insanın toplum olması tarihi kadar eskidir. Soyutlama becerisi ile toplum olan insan adeta başka bir mekanizma haline dönüşerek biyolojik evrimini bambaşka bir boyuta taşımıştır. Bunun ilk hali, din benzeri ritüeller ve toplum düzenlemeleridir. Gelişkin bir kavramsal düşünme ve bilim üretimiyle, soyutlama üst teorisinin yapılması gereken bir kavramdır. Bu yazı açısından soyutlama bilimsel çalışma süreci açısından ele alınmıştır. Sağlam bir bilim felsefesinin kurulması, anlaşılması için nasıl bir soyutlama anlayışımız olması gerekir?

Marx, burada faydalandığımız metninde tam da bilimsel düşünce üretim sürecini sorguluyor. Soyutlama, Marx için gerçekliği tüm ilişkileri, ögeleri ve yönleri ile zihinsel incelemeye tabi tutup, onu zihinde yeniden üretmenin düşünsel sürecidir. Marx’ın bu konudaki görüşleri için referans aldığımız esas metin Grundrisse – Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma (biz Grundrisse olarak adlandıracağız) olarak adlandırılan çalışmasıdır. Burada1, klasik ekonomi politiğin, incelemeye nüfustan2 başladığını, bunun, ‘nüfus’ gerçek ve somut olarak göründüğü için doğru göründüğü halde yanlış olduğunu ifade eder. Çünkü nüfus kendini oluşturan sınıflardan, bu sınıflar bağlantılı ögelelerden (ücretli emek, sermaye) adeta katman katman soyutlanarak oluşturulmuş bir soyutlamadır. Bu durumda toplumdan başlamak “bütünlüğün bulanık ve düzensiz bir tasavvuru” olacaktır. Oysa “analitik olarak gitgide daha basit kavramlara, veri alınan somutluktan hareketle gitgide saydamlaşan soyutlamalara doğru ilerlememiz gerekecektir – ta ki en basit karakteristiklere varıncaya dek.”3 “o noktadan sonra ise, en sonunda yeniden nüfusa, ama bu kez bir bütünlüğün bulanık, tasavvuru olrak değil, çok sayıda belirlemeler ve ilişklerden oluşan zengin maslak escort bir bütünlük olarak nüfusa ulaşuncaya kadar aynı yoldan geriye dönmemiz gerekecektir.”4 Marx, bu önerdiği yönteme karşın, burjuva iktisatçıların eksik soyutlama yaptığını ifade ediyor.

“Somut, çok sayıda belirlenimin bir noktada bağdaşması, dolayısıyla çoğulluğun birliği olduğu için somuttur. O halde somut gerçek hareket noktası ve dolayısıyla gözlem ve tasavvurun da hareket noktası olduğu halde, düşüncede bir hareket noktası olarak değil bir toplama ve birleştirme süreci, bir sonuç olarak ortaya çıkacaktır. Birinci yol boyunca, tasavvurun bütünlüğü çözülüp soyut belirlemeler şekline dönüşmüştü, ikincisinde soyut belirlemeler somutun düşünce yoluyla yeniden üretilmesine doğru giderler. Bu yoldan Hegel, gerçeği kendi kendine toplayıp odaklaştıran, kendi derinliklerine dönen, kendi kendine, kendi devinimine kaynak olan düşüncenin ürünü olarak kavrama hayaline kapıldı – oysa soyuttan somuta yükselme yöntemi düşünce için sadece somutu kendine mal etmenin, onu zihinde somut olarak yeniden üretmenin yoludur.”5

Bu ifadelerde dikkatimizi çeken başlıca noktalar şunlardır; başlangıçta yola çıkılan bütünlük olarak somutun tüm ilişkileri ve ögeleriyle ele alınması gerekir, soyutlanan unsur ilişkide olduğu tüm ögelerle ele alınmalıdır. Bu bir somut-soyut-somut’ sürecidir. Burada yeniden üretilen somut değil -Hegel’in aksine – (yani bu bir somutun üretilme süreci değil) “düşüncede somutun yeniden üretilme sürecidir.” Bu yeniden üretim sürecinin hammaddeleri yola çıkılan ‘somut’ ve önvarsayılan diğer bilgilerdir. “Örneğin en basit ekonomik kategori, diyelim değişim değeri, bir toplumu, özgül bir takım ilişkiler çerçevesinde üretim yapan bir toplumu, ayrıca da belli bir aile ya da komün ya da devlet vb. biçimi önvarsayar.”6 Marx ilgili metinde hem Hegel, hem Proudhon eleştirisi yaparak, yola çıkılan gerçeklik olarak ele alınan toplumun tarihselliğini de göz önünde bulundurur7. Örneğin, ‘para’ kapitalizm ve kapitalist öncesi toplumlarda aynı şekilde değerlendirilemez.

Marx, Adam Smith’in çalışmasıyla, “muazzam bir adım” attığını söyler, zenginliğin kaynağının, ‘tüm sınırlayıcı kayıtları’ kaldırarak ‘emek’ olduğunu çözmüştür. “Kural olarak, en genel soyutlamalar ancak mümkün olan en zengin gelişmenin ortasında, bir şeyin birçok şeyde, her şeyde ortak olarak belirdiği durumlarda ortaya çıkar.”8 Bazı kavramlar (burada emek) tarihsel özgüllükler ile yeni bir somutluğa kavuşur, etkileşimde oldukları ve ögeleri değişir. Analizde bu tarihsellik göz önünde bulundurulmalıdır. Zira, ortodoks bir yorum ile mesela üretim tarzı anlamında somutlukları birbirinden ayırırken, somut, dönemlerin önbelirlenmesi olarak sözde soyutlamalara kurban gidebilir. Ve bu kati Marksizm adına yapılabilir. Bu nedenle Marx’ın ‘iyi soyutlama’ ile aktarmaya çalıştığı şeyin ne olduğu iyi anlaşılmalıdır. “Marx’ın kendisi tarihsel nitelemeleri düpedüz formüllere indirgeyen bir üst-tarihsel yaklaşıma karşıydı”9 İyi Soyutlama süreci aynı zamanda somutla(ş)ma sürecidir.

Marx, devamla kapitalist toplumu başlangıç noktası alarak izlenmesi gereken sırayı anlatıyor. O’nun eseri kapitalist toplumu anlamak zihinde tekrar somuta, anlaşılır, bilimsel bir bütünlüğe kavuşturup yeniden üretmek için gerekli soyutlamaları yapmış, ‘emek-gücü’, ‘artı-değer’ kavramlarını üretmiştir. Ancak bu katkılar ile, kapitalist toplum ve sömürü ilişkileri yeterince anlaşılabilmiştir. Marx, bir bakıma bize iyi ve kötü soyutlama arasındaki farkı göstermiştir.

Banaji “biçimci soyutlamaların” Marksizmde sakatlayıcı sonuçları olduğunu ifade etmektedir. Biçimci soyutlamalar örneğin, üretim tarzlarını fiili olarak özdeş kabul eder ve emeğin sömürü biçimlerinin onu tanımladığını savunur10. Bu noktada Dobb’un çalışmasını eleştirir:

“’Ücretli emeği’ Marx’ın ona atfettiği ‘dar iktisadi anlamda’, yani soyut, değer üreten olarak, dolayısıyla kapitalist üretimin öğelerini zaten üreten emek olarak, aynı soyutlama düzeyinde anlama yetersizliği, Dobb’u oldukça abes görüşlere yönlendirecektir. Örneğin, on üçüncü yüzyıl İngiltere’sinin en derinlemesine köklü feodal malikanelerinden bazılarının, çoğunlukla üretmlerini ağırlıklı olarak ya da tamamıyla paralı emeğe (Dobb’un anlayışında ücretli emek) dayandığında, belirli bir biçimde kapitalist üretim ilişkilerinin oluştuğunu ileri sürmek zorunda kalacaktı. XVI. ve XVII. yüzyıllarda köle emeğinden faydalanan Rus feodal malikanelerinin köleci üretim tarzı çerçevesinde işlediğini ileri sürmek zorunda kalacaktı.”11

Banaji, Stalin’in ve vulgar materyalizmin diyalektiği bilimi öncelleyen, ondan bağımsız bir kozmolojik ilke olarak kullandığını bunun Troçki’nin ifadesi ile “tarihsel çağları değiştirilemez toplumsal kategorilerin mantıksal ardıllığına dönüştürerek” doğru bir tarih teorisinin yerini aldığını ifade ediyor. Bunun ‘tarihsel süreç içinde toplumsal tözler’ olarak işleyen tarih anlayışında bir Newtonculuk olduğunu söylüyor. Banaji lineer tarihsel zaman nosyonun da bu vulgar materyalizmin tamamlayıcı unsuru olduğunu belirtiyor. Yine benzer şekilde soyutlamaların yetersiz yapılması veya bazı basit soyutlamalardan yapılara ait biçimci çıkarımlarda bulunulması başka sorunlar da doğurmaktadır; “üretim ilişkileri, sömürü biçimleri olarak soyut, tek taraflı belirlenimleri içerisinde düşünüldüğü müddetçe ne sömürge tarihinin fenomenleri ne de feodalizmin çözülmesi özel olarak Marksist analize tabi kılınabilir. Zira bu öncül temelinde Marksistler bilinçli ya da bilinçsiz olarak, verili tarihsel koşullar da oluşturulan feodalizm ile meta-üretimi arasındaki ya da kölelik ile kapitalizm arasındaki özgül bağlantıyı yadsıdılar.”12

Empirisist bilgi kuramı, bilgi özünün gerçeğin içinde görünür olduğunu düşünüyor. Buradaki sorun Althusser’in söylediği anlamda bilim insanı ile nesnesi arasındaki ilişki sorunu değildir. “Empirisist bilgi anlayışı, verili bir özne ile verili bir nesne arasında cereyan eden bir sürecin işlemesidir.”13 Empirisistler, olgulardan yola çıkılarak kuram ve yasalara ulaşıldığını savunurlar. Burada uygulanan tümevarım yöntemidir. İzlenen gerçeklikten ve olaylardan, insanın, gözlem yapanın veya bilim insanının düşünce dünyasına bir soyutlama sözkonusudur. Bu bağlamda, Kapitalin 1. cildinde “düşüncenin gerçeğin insan zihnindeki yansımasından ibaret” olduğunu ifade ettiği yansıma kuramına nasıl yaklaşmamız gerekir?

Lenin, Felsefe Defterleri’nde, metafizik materyalizmi yansıma kuramına, diyalektiği uygulamadığı için eleştirir. Bu yansımanın, Hegel’den de etkiyle, ölü, soyut bir tarzda ve çelişkisiz olarak değil; ebedi bir hareket, çelişkilerin ebedi bir doğuş ve çözülüş süreci olarak anılması gerektiğini vurgulayarak, ona ‘diyalektik’ bir ayar veriyorlar. Peki bu durum, bilgi teorimizi, şu haliyle pozitivizm ve başka sapmalardan kurtarıyor mu? Şimdilik Hayır! Ruben’in söylediği gibi, “Yansıma Kuramı yalnız düşünce ile onun kavramı veya olay ve durumla onun düşüncesinin tutarlılığını varsayar ve nesne, durum, olayla her düşüncenin tutarlılığını öngörmez. Ama, yetersiz de olsa, inanılabilir her materyalizm için karşılıklılık kuramı epistemolojik zorunluluktur.”14 Elbette, Ruben, bu durumun doğal için olduğu gibi toplumsal için de geçerli olduğunu hatırlatıyor. Burada materyalizm içi tartışmalar yapılabilir; Ruben’in Colletti’den aktardığı gibi, “düşünülen şey kaçınılmaz olarak düşüncenin ürünü olduğuna göre gerçek sürecin kavranışı düşüncenin işlevi olmalıdır” ifadesinde olduğu gibi düşünce gerçeklikten ayrılabilir. Ruben, bunu materyalizm ile uyuşturmamaktadır, zira Colletti’nin idealist epistemoloji ile materyalist ontolojiyi birleştirme amacında olduğunu söyler. Ruben, Colletti’den etkili bir pozitivizm tanımı aktarıyor; “bütün kuramlardan mantıksal olarak bağımsız, kuramın doğrulanması ve kurulması için kesin, belirli, emin bir temel görevi yapan gözlemlenebilir olgular düzeyidir.” Ancak, Ruben, Colletti’nin varlık ve gözlemlenebilir olguyu (pozitivistik) karıştırdığını söylüyor. Peki, bu ayrımı tespit etmek ve çözmek, materyalist yansıma kuramı ile pozitivizmi ayrıştırabilir mi? Tam olarak değil, ama temel ve bilinen bir argüman verir: Fikrin gözleme önceliği.

Bu yazıda, empirizmin yönteminin, Marx’ın Grundrisse’de açıkladığından farklı olduğu savunulmaktadır. “Tümevarımcı bilim felsefecileri, doğa yasalarını olguların genellemesi, olguların birikmesini de yasaların desteklenmesi olarak kabul ediyorlardı”15. Empirizmin yanılgısı, deneye öncel olan ve yapılan deneyi ve gözlemi yorumlayan kuramın rolünü ihmal etmenin yanında, varlık felsefesi algısında yatmaktadır. Bu konuya aşağıda değinilecek.

Yukarıda değindiğimiz Grundrisse’te yer alan metin iyi soyutlamayı tanımladığı ve realist bir bilgi kuramı ifadesi olduğu halde pozitivist ve teorisist yorumlara açıktır; iyi anlaşılmalıdır. Marx’ın soyutlaması – yukarıda da değinildiği gibi – Empirisist ve Hegelci yöntemden farklıdır. Marx, bu metinde, iki yaklaşımdan bahsediyor; birincisi klasik okulun yöntemi olan ve kaotik soyutlama denilebilecek yöntem, ikincisi bilimsel yöntem. Somut ve soyut kavramları Türkçede ve Avrupa dillerindeki kullanımıyla değişik etimolojik köklere sahiptir, dolayısıyla günlük kullanımda çağrışımları farklıdır. Somut denilince karşılıklı ilişkileri içinde bir bütünsellik anlıyoruz. Sevan Nişanyan’ın aktardığı kadarıyla, Marx’ın kullandığı dil olan Almancada soyutun yalınkat, bir tabakanın yüzeyi; somutun ise çok katmanlı anlamına gelen bir etimolojik kökeni vardır. Düşüncedeki somut, gerçeğin bütünsel bir kavramlaştırmasıdır. Ancak gerçek somut ve düşüncedeki somutu ayırmalıyız.

Marx’ın “somut gerçek ile başlamak” ifadesi hassas bir vurgudur. Gerçeği, olduğu, göründüğü gibi, bilgisi içinde saklı, bilim insanının da bu bilgiyi gözlemleyip, belli bir disipliner süreçten geçirerek çıkaran adeta madenci pozisyonuna indirgeyen ve bilgiyi, nesnesi olan gerçek ile özdeşleştiren akım ve bu yaklaşım eleştirilmelidir. Olumsuz anlamda kullanabileceğimiz, bileşenini göz ardı ederek bütünün düşünüldüğü bir zihinsel süreç olarak, bir soyutlama vardır. İyi ve kötü soyutlama ayrılmalıdır. Somutu (bütünü) anlamak için, onun soyutlanmış parçalarını anlamalıyız. İncelemeye somut gerçek ile başlanarak, öncelikle bütünün kaotik bir tasarımı elde edilir. Devamla daha basit kavramlara ve alt soyutlamalara varılır. Ama izlenmesi gereken yol, bir de yolu tersinden izleyerek bütüne doğru tekrar gitmektir. Somut, düşünsel sürecin sonucudur. Buna somut’ diyebiliriz. O halde izlenen yol somut-soyut-somut’ olur.

“bilinç için… bu dünya, kendi kendine meydana gelen, gözle görülebilen görüntünün dışında ve üstünde düşünülen kavramların ürünü değildir, gözle görülenden hareket edilerek varılan kavramların düşünülmesinden meydana gelen bir üründür.”16

“Hegel, gerçeği, kendinde toplayıp odaklaştıran, kendi derinliklerine dönen, kendi kendine, kendi devinimine kaynak olan düşüncenin ürünü olarak kavrama hayaline kapıldı -oysaki soyuttan somuta yükselme yöntemi düşünce için sadece somutu kendine mal etmenin, onu zihinde somut olarak yeniden üretmenin yoludur.”17

Marx burada bilgi edinme yönteminden söz ederken, yansıma kuramına gerçekçi yaklaşımımızın ip uçlarını da veriyor. Marksizmin (ve Lenin) kurucularınınki ile karşılaştırıldığında, pozitivist yansıma kuramı – Ruben’in ifadesiyle – bozuktur; dünya göründüğü gibi bilince yansır. Soyutlama sürecinde araştırmanın nesnesi ile ilişkisinin iyi anlaşılması, kötü soyutlamalara yol açacak sapmaları tespit edebilmemizi sağlayacaktır.

Althusser’de Soyutlama

Althusser, bu metnin, gerçek ile düşüncenin ayrım ilkesini içerdiğini söylemiştir ve Kapitali Okumak’ta gerçek nesne-bilgi nesnesi ayrımını koymuştur. Empirizmin bilgi sürecinde gerçek nesneden, onun özündeki bilgi, bilebilen özne tarafından soyutlanarak edinilir. Öznenin buradan çıkardığı özü edinmesi, sahiplenmesi ise bilgidir18. Teorik pratik sürecini anlatırken, bilimin üzerinde çalıştığı teorik hammaddeye Genellik 1 der. Bunların oluşturduğu somut genelliğe yani bilgiye Genellik 3 adını verir. Teoriyi oluşturan, özneden soyutlanmış kavramlar bütünü ise Genellik 2’dir. Genellik 2, Genellik 1 üzerinde çalışarak Genellik 3,ü oluşturur. Burada, Genellik 1 ve Genellik 3 arasında özdeşlik yoktur. Teorik pratik, yalnızca bilgi içinde olur, yani Genellik 1’den genellik 3’e geçişi sağlayan çalışma kuram içindedir. “Yalnızca teorik pratiği etkileyen somut (Genellik 3) ile soyut (Genellik 1) arasındaki gerçek ayrımı, (düşüncenin, bilimin, teorinin özünü oluşturan) soyutlamayı (gerçeğin özünü oluşturan) somutun karşısına çıkaran bir diğer ideolojik ayrımla karıştırmamak temel önemdedir.”19 Althusser, ayrıca soyutun düşünce, somutun görünen gerçeklik gibi algılanışı ve buradan ‘bilginin somuttan çekip çıkarılması’ şeklinde bir bilgi ve nesnesini özdeşleştirme çıkarılmasına karşı durmaktadır. Hem düşüncedeki somuttan hem de gerçek somuttan söz edilmelidir. Gerçek, onu bilsek de bilmesek de oradadır. Althusser’in burada yaptığı ayrımlar, Bhaskar’ın bilginin geçişli ve geçişsiz nesneleri ayrımı ile benzeşmektedir. Bhaskar’ın kritik önemdeki farkı ise geçişsiz boyutun yorumlanışı ile ilgilidir.

Althusser, anti pozitivist bir Marksist epistemoloji yorumlayıp geliştirmesine rağmen teorisist alanda kalmıştır. Empirik bir yorumdan kaçınmak adına, ontolojik hammaddeyi düşüncedeki somut olarak yorumlamıştır. Buna, Eleştirel Realist kavramlarla, bilginin geçişsiz nesnesinin tanınmaması diyebiliriz20.

Althusser, “Filozof Olmayanlar için Felsefeye Giriş”te21 soyutlama konusunu çok daha detaylı ele alıyor ve burada soyutlamanın Marx’ın belirttiği ‘diyalektik çember’ olduğunu ifade ediyor. Somutu -elbette Bhaskar’daki gibi tabakalaştırmadan ve dolayısıyla deneyimlenen- gerçek olarak ele alıp, dil, hukuk, ideoloji dolayımıyla kuran süreç olarak tanımlıyor:

“Soyutlama, somut bütüne ait bir parçanın ondan ayrılması, çıkarılması demek değildir. Soyutlama somuta bağlıdır, değişebilen tarzlara göre ondan türer… Ancak soyutlamanın tipik özelliği somutun bir özelliğinden başka bir şey olmasıdır, çünkü somuta bir şey ilave eder. Peki ne ilave eder? Somutu ilgilendiren (dilbilimsel, hukuksal, toplumsal, ideolojik) bir ilişkinin genelliğini. Dahası bu ilişki kendini fark ettirmeden somuta egemen olur; somutu somut olarak kuran da bu ilişkidir.”

Gerçeklikten soyutlayıp hayal alemine düşülen ‘kötü soyutlama’ hariç, en basit anlamıyla soyutlama, gerçekliğin parçasını dikkat, inceleme alanından çıkarıp, kalanına yoğunlaşmaktır.

“Kendi başlarına anlam ifade etmeyen sesler olarak kelimelerin birbirleriyle farkları ile yani bir farklar sistemiyle anlam kazanan ve kendi kuralı, yasaları ile düzenlenmiş olan dil, soyutlamayı mümkün kılar”22. Yani tüm insanlar dil ile soyutlamayı kullanmaktadır. Althusser, Hegel’den de yararlanarak diyor ki, dolayımsız somut ve tekil mevcuttur, soyut ve genel olan dildir; somut olanı gösterir. ‘İnek öldü’ derken köylünün kastettiği kendi ineğidir, Sarıkız’dır.

Dil dışında, yani somutu kavramak üzere dil vasıtasıyla soyutlamadan başka araç var mıdır?23 Evet vardır. İnsan eylemleriyle de soyutlar. Entegre bir üretim sürecinde işin bir aşamasına yoğunlaşan işçiler bunu yapıyordur.

Burada soyutlamanın sofistike formlarına geçelim. Bir insanın bir aleti sahiplenmesi bir şeydir; bir toplumun onu mülkiyet hakkı ile tanımlaması başka bir şey. Bir kadın ve bir adamın birbirlerinin bedenine sahip olması ile bunun toplum onayından geçmesinin farklı olduğu gibi. Toplumsallık içinde bunu sağlayan özel bir dildir; hukukun dili. “Demek ki, en somut sahiplenmenin bile, riske girmeksizin, aksine mümkün olan tüm güvencelerle hataya geçirilmesi için hukuk dilinin yani soyut bir ilişkiler sisteminin toplumsal onayına ihtiyacı vardır.”24 Somut bir sahip olma eylemi soyut bir onaydan geçiyor, buna muhalif bir eylemin aynı soyut ifade edilmiş kuralları gereğince somut bir ‘bedeli’ oluyor. Althusser buna somutla soyutun diyalektik çemberi der (somut-soyut-somut). Toplumsal hayatta bunun gibi yazılı, yazısız aktarılan, kabul edilen soyutlama örnekleri vardır. Bunlar tarihin ürünü olan sosyal ilişkiler olarak açığa çıkar. Aynı diyalektik geçerlidir.

Bir toplumsal hareket bu soyutlamalarla ve elbette somut sonuçları ile mücadele eder. Bir gazete haberinde bir adamın bir kadını öldürdüğü yazdığında, bir kadın hareketi buna yol açan devletin eril dilini hedef tahtasına oturtur.

Dil soyuttur (somut şeylere bağlı, fakat nedensizdir ve onlardan bağımsız olarak vardır, bu da genel bir değer taşımasını sağlar ki bu, her türlü soyutlamanın özgül niteliğidir); evet, hukuk soyuttur (çünkü her türlü tikelliği soyutlar, yani bünyesinden atar, geneldir ve herkes için geçerlidir), ama iş bu kadarla kalmaz, sonsuz sayıda soyut jestler mevcuttur ki somut pratiklerle bağlantılı olmakla birlikte onlardan bağımsız olarak vardırlar, bu da genel bir değer taşımalarını ve o somut pratiklere hizmet etmelerini sağlar.

Burada çok ilginç bir şey var; gördüğümüz gibi soyutlama ile somutun parçası sökülüp atılmıyor, ona bağlı kalıyor, soyutlama araçları ile ona bir şeyler katıyor ki bunu yukarıda bahsettiğimiz diyalektikten çıkarabiliriz. Somutu dönüştüren toplumsal ilişkidir bu; somuttan çıkar, soyutlama araçları ile üretilir, somutu dönüştürür. İdeolojileri, toplumsal kuralları, hukuku, dinleri bu şekilde değerlendirmeliyiz.

Althusser sorar; “bu herkesin içinde bulunduğu soyutlamanın bilimsel soyutlamadan farkı nedir?” O’na göre her pratiğin bir özgünlüğü (doğası) ve kendi aralarında bir hiyerarşisi vardır. Kendi içinde üretim sürecine bakarsak teknikte bir bilgi soyutlaması olduğunu görürüz; “sadece bir yapma bilgisi değil, soyut ve nispeten tutarlı bir bilgi yumağı…hem yapma bilgisi hem de bir saf bilgi. Bu bilgi pratikte uygulanabilir veya yanlışlanabilir; çünkü uygulanabilir ve sonuç alınabilir.”25 Öncelikle teknolojik bilgiyi de kapsayan pratik bilgiyi bilimsel bilgiden ayırır; O’na göre, pratik bilgi somut ampirik nesnelerle, somut sonuçlar elde etmeyi sağlayan işlemlerle ilgilidir. Bu bir bilgidir ve somut nesnelere Genellik biçimini alan bir soyutlama ilave eder: “…kısaca, filan reçetenin bütün gözlemlenmiş vakalar için, genel olarak geçerli olduğu pratik yoldan saptanmıştır, o kadar… Bilimsel bilgi ise, buna karşılık, doğrudan doğruya soyut ve bu nedenle artık genellik değil evrensellik düzeyinde bir soyutluğa sahip olan objeleri ilgilendirir.”26 Althusser’in genellikten evrenselliğe sıçrama olarak ifade ettiği bu ayrıma göre “bilgi artık gözlemlenen vakalarla sınırlı değildir; aynı türdeki bütün mümkün vakaları kapsamaktadır.” Bilimsel bilgi, evrensel geçerliliğe sahip olduğu için, gerçek somut dediği gözlemlenebilir alanın da bilgisini içerir. Bunu -Althusser- bilimsel bilginin somutla ilişkisi olarak yorumlar. İlişkiyi sadece bununla sınırlamaz; çıkış noktası olarak gördüğü (fakat Althusser’de ontoloji algısından dolayı zayıf bir noktadır bu) deneysel somut ve varış noktası olarak gördüğü düşünce somutuyla, toplumsal pratik aracılığıyla -teknik süreçler ve eylem ilkeleriyle yeniden toplumsal pratiğe döner. Yani somut-soyut-somut şeklinde diyalektik çember tekrarlanır. Bu döngüyü pratik-teori-pratik olarak da görebiliriz der; “her teori pratikten çıkıp insan kültürünün tüm tarihini kucaklayan sonsuz bir çevrim içinde tekrar pratiğe döndüğünü söyleyebiliriz.”27

Althusser, bunlardan başka felsefi ve ideolojik soyutlamalara değinir. İkisinin de “tümelleştirici” olduğunu söylerken kastettiği idealist felsefedir. “İdealist felsefeler, sadece gerçek şeylerin bütününü değil, tüm mümkünleri ve olmayanları da bütüne dahil ederler.” Bu nedenle soyutlamaları biliminki gibi evrensel değil tümelleştiricidir.’ Tümelleştirmeden kastı her şeyi açıklama iddiasıdır, oysa bilim evresel iken kendi türü içinde aynı kavrama uygun nesneler ile sınırlıdır. Althusser’e göre ideoloji de aynı şeyi yapar: “Sonlu varoluşun hiçbir koşuluna tabi olmayan hayali varlıklar üretmek koşuluyla var olabilir ve işleyebilir: örneğin (dinde) Tanrı, örneğin (hukuksal ahlaksal ideolojide) insan kişiliği, örneğin (felsefi ideolojide) bilginin, arzunun ve eylemin öznesi gibi.”28

Eleştirel Gerçekçilik ve Soyutlama (Sayer, Bhaskar)

Bhaskar, Marx’ın (16. dipnota bakınız) adeta neredeyse geçişli-geçişsiz bilgi nesnesi ayrımını29 yapacağını söyler. Marx’ın iyi soyutlama konusundaki derdini eleştrirel realist yazarlar da paylaşmaktadır. Burada referans olarak Andrew Sayer’in Soyutlama: Bir Realist Yorum30 metnini aldık.

Eleştirel realistler, somutun, deneysel olana indirgenemeyecek ve gerçek bir şey olduğunu söyler. Somut olgusala indirgenemez. Karşıt olarak, soyut bir kavram bir nesnenin tek yönlü ve tikel görünüşünü temsil eder. “Örneğin, bir fabrika gibi bir nesneyi yalnızca dış görünüşü açısından kavramsallaştırırsak, bu kavram empirik olarak gözlemlenebilecek bir şeye işaret etse de tek taraflı anlamda soyutlayıcı olacaktır. Bunu somut bir konsept haline getirmek için fabrikanın dahil olduğu tüm ilişkileri belirtmeliyiz: işgücüyle; tedarikçileri ve alıcılarıyla; alacaklıları ve rakipleriyle vb. Bu çeşitli belirlemeler basitçe sıralanmamış ve “eklenmiş” değil, sentezlenmiştir; yani, onların kombinasyonları, kurucu unsurlarını nitel olarak değiştirir.”31 Somut ve empirik aynı şey değildir, somutun gözlemlenebilir olması olumsaldır. Bahsettiğimiz gibi, eleştirel realistler iyi soyutlamayı yanıltıcı olandan ayırt etmek isterler. Bunun için doğru bir soyut somut algısı gereklidir ama yeterli değildir.

İyi soyutlama gerekli ilişkileri ve buradan mekanizmaları ortaya çıkarırken, kötü soyutlama bunu yapmaz, gerekli ilişkileri tanımlayamaz, bölünmezleri böler. Bakış açımızı genişletmek için içsel ve dışsal ilişki ayrımı üzerinde durmalıyız. Bhaskar’ın ifadesiyle, bir “İ”A-B ilişkisi, B-A ile karşılıklı aynı biçimde ilişkili olmasaydı A özü itibarıyla olduğu şey olmayacaktı diyebildiğimiz ilişki içsel olarak tanımlanır.32 Burjuva ve proletarya ilişkisi bu durumda haliyle, içsel olacaktır. Örneğin, tesadüfen bir kafede karşılaşan insanların ilişkisi bu boyutuyla dışsaldır. Eleştirel realizmin bu ayrımı, yorumu “tüm ilişkiler içseldir” veya “tüm ilişkiler dışsaldır” olan felsefeleri belirlemek ve tutarlı bir sosyal bilim kurmak için önemlidir. İyi soyutlama içsel ve dışsal ilişkileri hesaba katmak durumundadır. “Kuramlar, soyut düzeyde en güçlü iddialarını, gerekli ve içsel ilişkiler hakkında, belirli şeylerin doğası gereği var olan nedensel güçler hakkında, yaparlar.”33 Demek ki, dışsal ilişkiler hakkında yapılacak soyutlamalar sorun taşıma potansiyelindedir. İyi soyutlamalar gerçekliğin “reel” düzlemi ile ilgilidir.34 Bunlar nedensel güçler ya da oluşturucu mekanizmalardır. Somut kavramlar, aktüel; olumsallık ise empirik düzlemin konusudur. Anlaşılması için Bhaskar’ın Realist Theory of Science’da yaptığı kavramsallaştırmaların ve ayrımların anlaşılması gerekmektedir. Aynı eserde gerçekliğin düzeylerini Bhaskar şu tablo ile ifade etmişti:

 

Bhaskar, A Realist Theory of Science, 1975

Deneyimlerimiz, bilimsel faaliyetin çözmesi gereken gerçeklerle (mekanizmalar, eğilimler, yapı) kapalı sistemler haricinde örtüşmez, kapalı sistemler ancak, deney koşulları ile oluşturulabilir ki bu ilişkisel bir gerçeklikten söz edebileceğimiz sosyal dünya için geçersizdir.

Eleştirel realistlerin ontoloji ile ilgili bir diğer önemli vurguları gerçekliğin katmanlı yapıda olmasıdır. Bu katmanlar birbirlerini etkiler, süreçleri birbirini tetikler ama birbirine indirgenemez. Oksijen atomu, oksijen molekülünü oluşturur, oksidasyonun sebebidir, canlıların biyolojik süreçlerinde kritiktir, keza hidrojen de öyle. İki hidrojen ve bir oksijen molekülünün oluşturduğu suya ait gerçeklik kendi bileşenlerine indirgenemez. Birey ve toplum, birbirlerine indirgenemez, ancak karşılıklı etkileşim halinde birbirlerini şekillendirirler. Sayer faklı tabakalar olarak yorumlanabilecek, bazı düzeylerin aslında aynı tabakanın farklı parçaları olabileceğini, analizlerin buna dikkat etmesi gerektiği uyarısını yapıyor.

Eleştirel realist müdahale, Marksizmde farklı yorumlara açık yönleri (örneğin: “Marx’ta iki epistemolojik tema ağır basar:

  1. Nesnellik, bilgilerine göre doğal formların bağımsız ve sosyal formların görece bağımsız gerçekliğinin vurgulanması (ontolojik yani geçişsiz boyutta realizm);
  2. Bilişsel süreçte iş veya emeğin rolünün ve dolayısıyla ürünü bilginin sosyal, indirgenemez şekilde tarihsel niteliğinin vurgulanması (epistemolojik veya geçişli boyutta pratikçiliktir)35 belirlemesi ve bu sayede bu yönlere ağırlık veren eğilimlerin çarpıtmalarına dikkat çeker. Bu sayede Marksizmin realist ve ilişkisel yönünü vurgular. Ama açık uçları kapatmaya çalışmaz. Bu ayrımlar, Marksizm içinde -konumuz olan- soyutlama sürecinin anlaşılmasındaki sorunlara da dikkat çeker.

Somut-Soyut-Somut sürecinin (Della Volpe ile tartışması / Gerçekliği Geri Kazanmak) pozitivistik bir algısı mümkündür. Bhaskar sorar: Döngü bilgisizlikten bilgiye mi, varlıktan bilgiye geçişi mi ifade eder? Cevap bir Marksist’ ikisi de diyecek olursa, eleştirel realizmin kavram seti, bunun gerçeği tabakasızlaştırdığını ve geçişli ve geçişsiz boyutun bağlanması (pozitivizm) olacağını söyler. “Buradaki soyut reel bir şeye mi yoksa ideal bir şeye mi atıfta bulunur?” Eleştirel realizm, Marx’ın kastının ilki olduğunu söyler. İkinci Somut,  “Bir a) sunumu mu, b) testi mi, c) uygulamayı mı ifade eder?” diye sorar Bhaskar. “a ile b arasındaki ayrım, Marx’ın sunum ve araştırma sırası arasındakidir; b ile c arasındaki, kuramsal ile uygulamalı etkinliğin mantığı arasındakidir; a ile c arasındaki, Kapital’de irdelenen kapitalist üretimin önvarsayımlarının hiyerarşisi ile Marx’ın Fransa’da İç Savaş36 ve 18. Brumaire’de37 yazdığı belirli tarihsel konjonktürlerin analiz türü (Grundrisse’in Giriş Bölümündeki saptamalar) arasındakidir.”

Dipnotlar

Dipnotlar   [ + ]

1.Karl Marx, Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, Çev. Sevan Nişanyan, İletişim Yayınları, 2014, s. 143

2.Burada çeviride kullanılan ‘toplum’ ifadesi yerine Sol Yayınları çevirisinde kullanılan nüfus ifadesini kullanmayı tercih ettik.

3, 4, 5, 7.Karl Marx, age s. 144

6.age s. 144

8.Karl Marx, age s. 149

9.Jairus Banaji, Tarih Olarak Teori, Üretim ve Sömürü Biçimleri, Çev. Akın Sarı, Dipnot Yayınları, 2016, s.18

10.Jairus Banaji, age s. 80

11.Jairus Banaji, age s. 83

12.Banaji, age s. 93

13.Louis Althusser, Kapitali Okumak, Çev. Işık Ergüden, İthaki Yayınları, 2007, s. 56

14.David Hillel Ruben, Marksizm ve Materyalizm, Marksist Bilgi Kuramı Üzerine Bir Çalışma, Çev. Kudret Emiroğlu , Verso Yayınları, 1989, s. 142.

15.Rom Harre, Büyük Bilimsel Deneyler, Çev. Sinan Kılıç, TÜBİTAK Yayınları, 1998, s. 7

16.Karl Marx, age

17.Karl Marx, age, s.144

18.Louis Althusser, age, s. 56

19.Louis Althusser, Marx İçin, Çev. Işık Ergülen, İthaki Yayınları, 2015

20.Bir kuram, kuramsal kavramsal sistemi oluşturduğu için kuramdır. Bilimsel kuram söz konusu olunca, geçişli ve geçişsiz nesneleri vasıtasıyla bir kuramsal pratik ile bu sistem oluşur. Althusser, psikanalizin bilimliğini tartıştığı, Psikanaliz Üzerine metninde, kuramın nesnesinin sadece bilgi nesnesi olduğunu söylüyor. Yani bilginin geçişsiz nesnesini reddediyor.

21.Louis Althusser, Filozof Olmayanlar İçin Felsefeye Giriş, Can Yayınları, 2016

22.Louis Althusser, 2016, s.80

23, 25.Louis Althusser, 2016, age

24.Louis Althusser, 2016, age, s.83

26.Louis Althusser, 2016, age, s.94

27.Louis Althusser, 2016, age, s.96

28.Louis Althusser, 2016, age, s.103

29.Bhaskar, A Realist Theory of Science, 1975

30.Andrew Sayer, Critical Realism, Essential Readings, Abstraction (elefteriamanuscrits.blog)

31.Roy Bhaskar, Natüralizmin Olanaklılığı, Çağdaş İnsan Bilimlerinin Felsefi Eleştirisi, Çev. Vefa Saygın Öğütle, Pratika Kitap, 2013.

32, 33.Andrew Sayer, age

34.Roy Bhaskar, Gerçekliği Geri Kazanmak, Çağdaş Felsefeye Eleştirel Bir Giriş, Çev. Beyza Sümer Aydaş, Nota Bene Yayınları, 2015, s.202

35.Roy Bhaskar, age, s.202

36.Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Çev. Kenan Somer, Sol Yayınları

37.Karl Marx, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i, Çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 2016 n