Devlet, sınıf uzlaşmazlıklarının bir ürünüdür. Marksizm bu bilimsel tespiti yapmasına rağmen, olgular üstü gerçekliğe ilişkin kavramları olgularda arama felsefi hatası nedeniyle devlet teorisinde bilimsel bakışı sürdürememiştir.
Devlet, bir işleyiş şekli (monarşi, parlemento), kurumları, şiddet organizasyonları (polis, ordu) ile görünür iken, insanların tahayyüllerine göre, onu nasıl algıladıklarına göre farklı şekillerde değerlendirilmektedir. Bir sınıfsal baskı aygıtı, bir milletin varlığının simgesi, kudsiyet içeren bir şey, kendi haline bırakılırsa kaos oluşturması kaçınılmaz bir toplumsal hayatı düzenleyen unsur gibi. İnsanlar devleti çok farklı şekillerde deneyimlemektedir. Vergisini öderken bir işletme sahibi, bir milli gün veya askeri törende ritüelini gerçekleştiren bir subay, bir protesto gösterisi sonucu karakolda işkence gören bir işçi devleti deneyimlemektedir.
Her devletin ortak bazı olmazsa olmaz özellikleri vardır. Toplumsal yaşamın düzenlenmesine ilişkin kurumlar, mevzuat, hukuk sistemi, iç ve dış güvenliğe yönelik silahlı örgütleri, eğitim, sağlık, ulaşım, çalışma hayatı, ekonomik ilişkiler gibi alanları düzenleyen kurumlar. Bunların nitelik ve niceliksel değerlendirmesi, kıyaslanması, eksik veya olumlu istanbul escort olması inceleme konusu olan özgül bir devletin yapısını anlamayı sağlar. Ancak, bunlar her devletin unsurlarıdır.
Yukarıda bahsettiğimiz devlet algıları, yüzeysel değerlendirmede kendi devlet görüşerini destekleyecek fiiller, olgular bulacaktır. Günlük bir sohbette A şahsı devleti eleştirirken, B şahsı eleştirdiğinin aslında ‘hükümet’ olduğunu, aslında devletin bundan azade olduğu yollu bir düzeltmede bulunacak, bir başka ortamda “devletimizi desteklemeliyiz, yıkılırsa altında hepimiz kalırız” sözleri sarfedilecek. Bu tahayyüller olgular üstü, bilimsel bir devlet bilgisinin eksikliği ile ve iktidar ilişkileri ile açıklanabilecek bir ideolojik müdahaledir.
Devlet kavramına ilişkin önceki tartışmalarımızda[1] belli başlı düşünürlerin fikirleri üzerinde durmuştuk. Engels mükemmel eseri Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde, klasik Marksist görüşün temelini atarken, devletin ortaya çıkışına ait olgular üstü koşulları tanımlıyordu. Devlet, sınıf uzlaşmazlıklarının bir ürünüdür. Marksizm bu bilimsel tespiti yapmasına rağmen, olgular üstü gerçekliğe ilişkin kavramları (burada devlet) olgularda arama felsefi hatası nedeniyle devlet teorisinde bilimsel bakışı sürdürememiştir.
Marx ve Engels’de devlet konusu Hegel’den kopuşun ve ona yönelik politik eleştirinin en berrak olduğu alandır. Zira devlet ne bir tasarımın gerçekleşmesi ne de Tanrının felsefeye aktarılmış gölgesiydi. Bu hurafelerle saygınlık kazandırılacak bir ‘şey’ değildi. Her nekadar Fransa’da İç Savaş adlı eserinde, Karl Marx devletin toplumu düzenleme işlevini teslim etse de, bu işlevinde devletin sömürücü niteliğinden geldiğini ve aslen egemen sınıfın baskı aygıtı olduğunu ifade etti. Bu eserinde Marx, Bonapartizm özgülünde gözlemlenebilen olguları, kendi kavram çerçevesinde bağlamsallaştırıyordu.
Daha sonra Çarlığın baş düşmanı Lenin, Devlet ve İhtilal adlı eserinde bu görüşleri sürdürmüştür. İşçi sınıfı örgütü partisi öncülüğünde, köhne devlet mekanizmasını alt üst edip yıkacak ve yerine komünizme gidecek yolu açacak olan yeni devletin proletarya diktatörlüğünü kuracaktı. Lenin de, burjuva devletin tamamen burjuvazinin çıkarına hareket eden ve ezilen sınıflara yönelik baskı aygıtı olduğunu ifade etti.
Kurucu ve sürdürücü ideoloji bir resmi tarih anlatısına, sürekli bir haklılaştırmaya, dolayısıyla kurumsal yalana ihtiyaç duymaktadır. Tarihsel olarak oluşan ideolojik yapı bu “hayali ulus cemaatinin” üreticisi olur.
Klasik Marksizm, “devlet neden var” şeklindeki köken sorusuna cevap vermiştir. “Burjuva devlet mekanizmasını yıkmak” görevini önüne koyarak aynı zamanda ona ilişkin ideolojik algıların yıkılmasının da yolunu açmıştır. Ancak, bu yapısal tahlili her olgusal duruma uydurmaya çalışmak ve kurucuların politik kaygılar içeren değerlendirmeler ile kurduğu “araçsal devlet görüşü” Poulantzas şahsında aşılmıştır.
Devletin sınıf hegemonyası ile dolaylı, ekonomik üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesiyle doğrudan ilgili zor aygıtı, toplumsal hayatın düzenlenmesi boyutu ile paralel olmak zorundandır. Bu hem siyasal iktidarın sürmesi için hem de ekonomik ilişkilerin yeniden üretilmesi için elzemdir. Devletin tarihsel ideolojisi, kurumların yapısı ile şekillenen sembolik boyutu siyasal iktidarı destekler. Tarihi kutsallaştırma unsurları, milli marşlar, ritüeller, kapitalist devlet ile içsel ilişkili olan ulus olmayı destekler. Burada ortaya çıkış koşulları olarak belirttiğimiz koşullar yanında içinde bulunduğu ilişkiler, devleti yapısal bir dönüşüme uğratmıştır. Modern devleti anlamak için “sınıf egemenliği aygıtı” teorisinin yetersizliği buradadır.
Tüm bu iktidarın sınırlılığı insanların düşünme ve direnme kapasiteleri ile ortaya çıkar. Bu aşamada dışlama, cezalandırma şeklinde ortaya çıkan zor aygıtı devreye girer. Burada, fail olarak devletin ulus adlı cemaati yeniden üretme rolü ortaya çıkar. Kurucu ve sürdürücü ideoloji bir resmi tarih anlatısına, sürekli bir haklılaştırmaya, dolayısıyla kurumsal yalana ihtiyaç duymaktadır. Tarihsel olarak oluşan ideolojik yapı bu “hayali ulus cemaatinin” üreticisi olur. Burada bir önsellik aramak doğru olmaz; burjuva, ulus ve devlet mefhumları ile anlam kazanan bir yapıdan bahsediyoruz.
Önceki yazılarımızda[2], kurucu Marksistlere ilaveten, özellikle Poulantzas’ın olmak üzere, Bourdieu, Jessop’un görüşlerine yer verdik. Ayrıca doğası gereği formel bir teori olan iktidar üzerine değindik. Kişiler arası ilişkiler, siyasal alan, ekonomik ilişkiler hep iktidar teorisi üzerine konuştuğumuz alanlardı. Biz bu alanlarda iktidarı ayırarak, devlet artışmalarına katkısı olacak şekilde siyasal iktidarı ayrı değerlendirmek gerektiğini savunduk. Poulantzas Marksist kalarak devlet teorisine önemli boyutlar katmıştır. Ekonomik alan ile devlet arasında göreli bir özerklik olduğunu savunur. Devlet realist bir analizinin yapılabilmesi için gerekli bir ayrımdır bu. Ancak, yapı olarak devlet ile onun failliğini açıklamakta büyük güçlük yaşar. Bu konuda meta teorik katkıyı daha sonra eleştirel realizm yapmıştır.
“Archer, hareket noktası olarak oluşum kavramını alarak analitik düalizm olarak adlandırdığı bir prosedür geliştirir. Burada düalizm toplumsal yapıların ve insani failliğin farklı tabakalar olduklarını, bu analitik tabakaların ve aralarındaki etkileşimlerin toplumsal eylem ve insan deneyimleri içinde – ancak sosyal bilimsel analiz sayesinde – kavranabileceğini anlatır. … Yapı ve faillik ayrı kuvvetler ve özelliklere sahip farklı tabakalardır. Yapılar faillerin eylemlerini mümkün kılarken failler yapıları yeniden üretir ve dönüştürürler.”[3] Açıktır ki, bahsimizde yapı olarak ifade ettiğimiz devlet ile fail olarak ifade ettiğimiz devlet arasında böyle bir yarık vardır. Ancak birlikte ele alınmadan devlet anlaşılamaz. Marksizmin hem kapsamlı bir kapitalizm analizi ile hem de politik olarak meydan okuyarak yaptığı devletin yapısal olarak farklışabileceği, sönebileceği eleştirel realizmin kavramsal çerçevesinde yapı-etkileşim-yapının farklılaşması şeklinde ifade bulur.
Devlet, üretim tarzı ile ile içsel olarak ilişkilidir. Yapı olarak devleti oluşturan budur. Devlet, aynı zamanda egemen siyasi mücadelenin bir alanıdır. Toplumsal iktidarın ve içsel ilişkide olduğu üretim tarzı ile ortaya çıkan yapısal gereklilikler, devleti aynı zamanda bir kurumsal düzenleyici olarak kurar. Bu kurumsal yapının temsili ve egemen fraksiyonun eylemi devleti bir fail yapar. Burada bir yapının failliğinden bahsetmiyoruz. Bu söz konusu değildir. Yapıların amacı olmaz, eylemde bulunmaz. Bunu toplumsal failler yapabilir. Devlet, gerçekliğini anlamak için, o alanda ifade edebileceğimiz içsel ilişkili bir nesneler bütünü ve o alanda bir takım insanların temsili söz konusudur. Bu ikinci alan devletin fail olarak çıktığı alandır. İdeolojisi vardır, amaç edinir, stratejiler üretir.
…devleti düşünürken, ‘şiddet’in kurucu rolü dışında, bu rekabet ve mücadele alanında, kitleleri farklı yöne çekebilecek sesleri bastırdığı için, ‘rıza üretimi’nde ne kadar önemli olduğunu vurgulamak isteriz.
Devlet ideolojisi etkisi altındaki bir bireyin pozisyonu, bağlı olduğu içsel ilişkiler ve onların oluşturduğu devlet yapısının ortaya konulmasıyla yeterince anlaşılabilir.
Devletin ortaya çıkması için gerekli koşulları Marksizm ortaya koyduğu gibi sınıflı toplum olarak belirtmiştik. Her özgül devletin analizinin ayrı ayrı yapılması gerekir. Zira, bu yapısal koşul yanında pek çok olumsal koşul o devletin karakterini belirler.
Devlet, uzlaşmaz sınıf çelişkileri koşullarında mümkündür. Bu sayede ortaya çıkan siyasi iktidarın anlaşılması için, iktidar kavramının anlaşılması gerekir. Devlet ortaya çıktıktan sonra sürekli şekillenen bir mücadele alanıdır; otaya çıkardığı kurumları, ordusu, kültürel hegemonyası ile sofistike bir iktidar alanıdır. Bu şekilde devleti düşünürken, ‘şiddet’in kurucu rolü dışında, bu rekabet ve mücadele alanında, kitleleri farklı yöne çekebilecek sesleri bastırdığı için, ‘rıza üretimi’nde ne kadar önemli olduğunu vurgulamak isteriz. Burada “olmasaydı nasıl olurdu?” sorusunu sorarak bir karşı algısal zihin çalışması yapmak faydalı olacaktır.
Herhangi bir devlet örneğinde, ‘yerleşik yapı’yı kavramak için, ayrıca tarihindeki darbeler, katliamlar, savaşlar gibi patolojik ve uç durumların detaylı incelenmesi araştırma konusu olan devlet yapısı hakkında çok şey söyleyecektir. Bunun yanında başka devletler ile yapılacak karşılaştırma ile birlikte bu bize X devletinin neden X devleti olduğunu gösterecek bir analiz olacaktır.
2018 Mayıs
[1]Devlet Kuramı Tartışmaları 1, 2, 3 https://wordpress.com/view/elefteriamanuscripts.blog
[2]https://elefteriamanuscripts.blog/
[3]Toplumu Açıklamak – Phoenix Yay. s.292