Geçtiğimiz cumartesi, Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanındaki 728. sessiz nöbetlerine Berlin’den ses verdik. Kayıplarının akıbetini soran, faili meçhul kalmamasını isteyen faili belli siyasi cinayetlerin de aydınlatılmasını ve faillerinin gereken cezaları almasını talep eden nöbet 728 haftadır sürüyor. Bugün 729. Haftası. 1995 yılından bu yana, sadece insanlık değerlerini hatırlatıyorlar bize, aynı Plaza de Mayo gibi. Ancak bu süreçte Türkiye’de politik cinayetler sadece devam etmedi, cinayetleri işleyenler ya bulunamadı ya suçu sabit görüldüğü halde, sıradan bir cinayet vakasında bile görülmeyecek süreler içinde tahliye edildi. Bu zaman dilimde kadınlar özgürleşme taleplerini daha yüksek sesle haykırdıkları için daha fazla şiddete maruz kaldı, daha fazla öldürüldü.
Cumartesi Anneleri, beyaz Toroslarla kaçırılan yakınlarının hesabını sorarken, çocuklarını kaybedenlerin hesap bile soramaması, siyasal İslam’ın bir yüzü ve işlevini kapitalizm içinde ne güzel anlatıyor.
Annelere, kız kardeşleri katıldı. Türkiye’de yaşayan ve sadece içsel olarak dinsel inancını/inançsızlığını yaşayan herkes 1995’ten beri yaşam tarzında köklü değişimleri hissediyor. Siyasal İslam’ın hayatımıza getirdiği ve normalleştirdiğimiz çok şey var. Televizyondan bağıra bağıra sürekli hakaret eden sesler bir yana, Soma katliamının kadere bağlanıp 301 insanın yakınlarının haklarının gasp edilmesi; dini vakıfların yöneticilerinin çocukları taciz etmesine, kapılarının kilitlendiği bir yurtta diri diri yakılmalarına rağmen ses çıkarılmaması örnek olarak verilebilir mi? Cumartesi Anneleri, beyaz Toroslarla kaçırılan yakınlarının hesabını sorarken, çocuklarını kaybedenlerin hesap bile soramaması, siyasal İslam’ın bir yüzü ve işlevini kapitalizm içinde ne güzel anlatıyor.
Kapitalist patriyarkanın ezme ezilme ilişkilerindeki rıza üretme rolünü ne başarılı yerine getiriyor. Dünya ölçeğinde sağ yükseliş, siyasal İslam’ı aratmayacak şekilde dinsel politikalar ile gündelik hayatı şekillendiriyor. Bundan en fazla kadınlar etkileniyor. Kadınlar içinde ise azınlık statüsünde olanlar, ırkçı ve liberal söylemlerin birlikteliği ise beyaz ve zenginlerin dışındaki tüm gruplar daha büyük yükler altında eziliyor. Kürtaj yasası bunun en önemli örneği. Sağcı, dinci, erkek ittifak kalkınma veya daha iyi bir terminoloji ile sermaye birikiminin sürekliliğini aileyi kutsayan ve çocuk doğurmayı teşvik eden ama aynı zamanda sosyal destekleri azaltarak gerekli hizmetlerin piyasadan satın alınmasını sağlayan politikaları devreye sokuyorlar. Birgit Sauer “Dünya genelinde maskülinist bir geri tepmeye (masculinist backlash) tanıklık ettiğimizi”[1] söyleyerek açıklık kazandırıyor.
Radikal sağ, ırkçılık ve faşist güruh her zaman insanlık için tehlikeli, iktidar için ise oyun alanı.
Esnek çalışma koşulları, yani yarı zamanlı, çağrı üzerine veya evden çalışma gibi emek biçimleri daha çok kadınlara öneriliyor ki evde çocuklarıyla da ilgilenebilsinler diye. Böylelikle kadınlar çalışma hayatında daha da eğreti konuma geliyor. Dahası erkeklere ekonomik açıdan bağımlı hale gelebiliyor. Bu durumu yükselen şiddet ile beraber düşündüğümüzde, durumun vahameti daha fazla ortaya çıkabilir.
Daha da ileri gidersek İsrail’in Filistin halkına reva gördüğü şiddet ve yıllardır tanık olduğumuz işgal, Almanya’nın Nazi döneminde Yahudilere ve diğer muhalif ve azınlık gruplara yaşattığı holokost, yakınlarda andığımız Maraş Katliamı ile Madımak olayları, 6-7 Eylül… daha yakına gelirsek Vatikan’daki bitmek bilmeyen çocuk taciz ve tecavüz vakaları; düne gelirsek, Yeni Zelanda’da iki camiye yönelik şimdilik 49 kişinin ölümüyle sonuçlanan radikal Hristiyan birinin gerçekleştirdiği katliam… katliamın dini yok, katillerin de.
Radikal sağ, ırkçılık ve faşist güruh her zaman insanlık için tehlikeli, iktidar için ise oyun alanı. Oliver Nachtwey, Büyük Gerileme [2] isimli kitaba yazdığı “Uygarlık Dışına Çıkma” isimli bölümde Modernizme dair Adorno ve Horkheimer’ın endişesinden bahseder. Bu endişe, toplumsallaşmanın yok oluşu ve geleceksizlik nedeniyle oluşan değersizlik duygusunun uygarlık dışına çıkmayı mümkün kılacak bir disütoptadır. Böylece toplumsal değerlerin yerine geçen iktidarın kendi iktidarının sürekliliğini mümkün kılan tarih anlatısı ve “değer” duygusunu kurduğu ideoloji, kendini öldürse dahi sahip çıktığı bir inanç halini alır. Büyük Osmanlı veya Almanya mitleriyle kurulan yüce değerler veya “İslamofobi” ve “gavur” fikirlerinin özünde aynı şeyleri söylemeleri ve aynı şeylere saldırmaları gibi. Rosa Luxemburg zamanın ruhunu ne kadar iyi anlamış diye düşünürüm hep: “Ya Sosyalizm ya Barbarlık!”
[1] Söyleşinin tamamı için https://catlakzemin.com/maskulinist-geri-tepmeye-dair-birgit-sauer-ile-soylesi/
[2] Oliver Nachtwey (2017) Büyük Gerileme: Zamanımızın Ruh Hali Üstüne Uluslararası Bir Tartışma, Heinrich Geiselberger (Ed), Metis Yayınları: İstanbul [orijinali: Die Große Regression. Eine internationale Debatte über die geistige Situation der ´Zeit. Suhrkamp Verlag, 2017]