Felsefe bütünü kavramsal düzeyde ve nesnel olarak ele alır. Sanat ise bütünü öznel ve nesnel planda ele alırken hem felsefeden hem de bilimden ayrılır.
Bu haftaki toplantıda sanat ve felsefenin arasındaki başlıca farklara yanıt aradık. Kuşkusuz ki en belirgin fark, felsefenin kavramlarla yapılıyor olması, sanatın ise figürlerle, tiplerle, renklerle, seslerle, yapılıyor olmasıdır. Gerek felsefe tarihi gerekse de sanat tarihine kabaca bile göz attığımızda bu özelliğin ve ayrımın oldukça belirgin olduğu hemen göze çarpacaktır. Bu özellikler açısından özgünlük ortaya koyan sanatçılara büyük sanatçı, felsefecilere ise büyük felsefeci denilmesi manidardır. Yine de iki disiplin arasındaki ayrım ve farkların ontolojik ayrım değil epistemolojik ayrım olduğunu söylemekte yarar var.
Filozofların kendilerine özgü terimlerini konu ederek açıklamaya başlayabiliriz. Mesela “su” Thales için son derece merkezi bir kavramdır. Keza Anaksimandros için “apeiron” ve Anaksimenes için “hava” temel terimlerdir. Herakleitos deyince “ateş” ve “logos” terimlerinin altını mutlaka çizmek gerekir. Demokritos ve Epikuros’ta atom ön plandadır, Protagoras’ta “her şeyin ölçüsü insandır.” Bu filozoflara Sokrates öncesi filozoflar deniliyor.
Platon’da “ide”, Aristoteles’te “töz” terimleri ana terimler olarak felsefelerinde yer alırlar. Plotinos’da “bir”, Anselmus’ta “anlamak için inanıyorum” ifadeleri mutlaka anılmalıdır. Bu gelenek adını andığımız adlarla Ortaçağ’da da devam etmiştir. Yeniçağ’a geliyoruz. Descartes’da “cogito”, Spinoza’da “natura”, Leibniz’de “monad” Yeniçağ felsefesinin santral kavramlarıdır. Kant’ta “aklın antinomileri”, Hegel’de “geist”, Marx’ta “madde” ve Nietzsche’de “übermensch” yakınçağ felsefesinin gidişatını belirlemişlerdir.
Böyle bir gelenek sanatta başka türlü gerçekleşmiştir. Her sanatçı ya ürettiği sanat eserinin adıyla ya da ortaya koydukları tiplerle anılmışlardır. “Monna Lisa” deyince Leonardo, Donkişot deyince Cervantes’in akla gelmesi boşuna değildir. İlahi Komedya deyince Dante, Hamlet deyince Shakespeare, “9. senfoni” deyince Beethoven’in akla gelmesi de aynı paraleldedir. “Şarlo” tipi Charlie Chaplin’i, “Umut” ya da Çirkin Kral tipi Yılmaz Güney’i, “İnek Şaban” Kemal Sunal’ı, İnce Memed ise Yaşar Kemal’i akla getirir.
Bovarycilik deyince Gustave Flaubert, “Eiffel kulesi” deyince Gustave Eiffel, Oblomovculuk deyince Gonçarov’un anılması gerekir. Donkişotçuluk terimi de Cervantes’in dünyaca ünlü eserinden türemedir. Antik Yunan tiyatro eserleri olan Kral Oidipus ve Elektra adlı eserlerden hareketle de psikoloji, oidipus kompleksi ve elektra kompleksi gibi terimler üretmiştir. Adeta felsefeyle yarışan sanatçıların olduğu vurgulanmalıdır ve bu sanatçılara sanat filozofu demek yadırganmamalıdır. Şimdi sanat-felsefe ayrımını maddeler halinde özetlemek istiyorum. Konunun ayrıntısı için Hayat ve Sanat (Belge Yayınları, 2014) adlı çalışmamıza bakılabilir.
Sanat Eseri Biriciktir, Katkı Yapılmaz
Bir, felsefe açıklama yapar, kavramları kullanır veya kavramlar icat ederek bunu yapar. Sanat ise betimler. Kavramları kullansa bile asıl olarak figürleri, tipleri, karakterleri ve kahramanları kullanır. İki, felsefe geneldir, birinin yaptığı felsefeye eleştiri ve katkı yapılabilir. En eski görüşler değiştirilerek, eksikleri giderilerek yeni felsefeler kurulur. Sanat eseri biriciktik, ona katkı yapılamaz. Bir sanat eserine katkı yapılırsa o tepeden tırnağa değişmiş olur. Örneğin “Mona Lisa” tablosunun bir kısmı görmezden gelinemez. Özellikle plastik sanatlarda bir parçası kesilen ya da koparılan heykelin veya resmin orijinalitesi bozulur, romanın ve öykünün bir kısmı çıkartılamaz ve ona ek yapılamaz yapılırsa eser gücünü yitirir. Ama felsefeye yeni veriler ışığında ekler yapılabilir, felsefi metnin içinden bir bölüm çıkartıldığında eser sanattaki kadar/gibi bozulmaz. Sanata iki kişi imza atamaz ama felsefi metne Sokrates ve Platon’da olduğu gibi Marx ve Engels’te olduğu gibi ortak imza atılabilir.
Üç, felsefe insan, toplum ve dünya olaylarını açıklarken buluşlar yapsa bile daha çok keşifler yapar, sanat eseri ise baştan sona bir icattır, bir kurgu ya da imalattır. Sanatta keşif yoktur. Gonçarov olmasa idi Oblomov romanı yazılmayacaktı. Yılmaz Güney olmasa “Umut” filmi çekilmemiş olurdu. Ama Platon olmasa da onun Devlet teorisine benzer eserler yazılabilirdi. Marx’ın birçok tezi birileri tarafından ortaya konurdu, örneğin artı değer eninde sonunda keşfedilirdi. Yerçekimi de keşfedilirdi, Amerika kıtası ortaya çıkarılırdı, daha doğrusu Avrupa’nın insanı Amerika’yla tanışırdı. Oysa Sergey Ayzenştayn olmasa “Potemkin Zırhlısı” filmi yapılmazdı. Dört, felsefede aklın kullanımı yoğunken, sanatta akılla birlikte duygular, sezgiler de sürece katılır. Bu anlamda felsefe nesnel bir sürece gönderme yaparken sanat hem nesnel hem öznel sürece gönderme yapar.
Felsefe Nesneldir; Sanat hem Nesnel Hem Özneldir
Beş, felsefe bütünü kavramsal düzeyde ve nesnel olarak ele alır. Sanat ise bütünü öznel ve nesnel planda ele alırken hem felsefeden hem de bilimden ayrılır. İnsanı ya da objeyi parçalı olarak ele almaz. Mesela yalnız insanın kalbini ya da kas yapısını ele alan bilimden ayrılır. Sanatçı saf bir renk çiçek üzerinden sanat yapıtını kurmaz, tüm çiçekler aynı değerdedir. Yani bir felsefe ya da özellikle bilimde olduğu gibi uzmanlık alanı belirlemez. Altı, felsefede merkezi olan özdür, düşüncedir. Sanatta ise düşünce ile birlikte üslup da önem kazanır. Yani filozof için nasıl söylediğine bakılmaz ne söylediğine bakılır asıl olarak. Fakat sanatçının ne söylediğine bakılsa bile son çözümlemede nasıl söylediğine bakılır.
Yedi, sanatçının üslup sorunu Brecht ve Lukacs arasında da sorun olmuştur. Brecht ne söylendiğini önemserken Lukacs nasıl söylendiğini önemsemek istemiştir. Çehov da Martı’da “her sanat eseri bir fikrin açıklanmasıdır” derken Brecht’in yanındadır. Sekiz, sanat eseri somuttur, bu durum plastik sanatlar için son derece önemlidir. Felsefedeki gibi sözlerden ibaret değildir. Hegel sanat eserinin özelliklerini sayarken “somutluk” olgusunda şöyle der: “Dışsal olan az önce taslağını çizdiğimiz gibi, somut edimselliği içinde sahneye çıkar…” Dokuz, felsefe mantık bağlamında doğru ve yanlışın izini sürerken sanat ise güzel ve güzel olmayanı ya da çirkini etkin durum olarak saptamaktadır. On, eski sanat eserlerinden şimdikiymiş gibi estetik haz almak olanaklıdır. Aynı şey felsefe veya bilim için geçerli değildir. Onların ancak antika değeri olarak ilginç bulunma pozisyonları olabilir. Dahası var.
Sanat Eseri Sanatçıdan İzler Taşır
On bir, felsefe, konuşarak yapıldığı için veya belli bir kitap ve defter üzerinde yazarak, okuyarak olduğu için onun ölçütleri yaklaşık olarak bellidir. Ama sanat eseri belli bir uzunlukta ve büyüklükte olmalıdır. Çok uzun veya çok kısa olmaması gerekiyor. Elli saat süren tiyatro, otuz saat süren sinema veya iki satırdan oluşan bir roman yoktur. Burada görelilik söz konusu olur elbette; iyi oluşmamış bir sanat eseri kısa olduğu halde insanda uzunluk duygusu yaratırken iyi kurgulanmış bir eser uzun olsa bile insana kısa gelebilir. On iki, felsefi metinde filozofun görünme olasılığı onun kişiliğinden izler bulma olanağı azdır ya da hiç yoktur. Oysa sanat eserinde sanatçıdan izlere sıklıkla rastlanır. Diriliş’de Nehlüdov kılığında Tolstoy’dan, Kumarbaz’da Dostoyevski’den, Oblomov’da Gonçarov’dan izler bulmak zor değildir.
Filozof Serbesttir; Sanatçı ise Tutumlu
On üç, felsefe, ne anlatacağını merkeze aldığı için eldeki malzemeyi dilediği oranda kullanabilir. Kelime ve üslup seçmekte de özgürdür. Ancak sanatçı tutumlu olmak zorundadır. Çok miktarda boya kullanmak, dilediğince sözcük kullanmak sanatçıyı verimden düşürür. Şişirilmiş bir eser ortaya çıkar. Sanatçı beş fırça vuruşunu dörde, yüz kelimeyle anlatılacak olanı elli kelimeye indirebilendir. Üstelik kelime seçiminde de tekrara düşmemek, mümkünse her defasında farklı sözcükler seçerek eseri kurmalıdır. Rivayet odur ki, Mevlana, Yunus Emre’ye şiirlerini gösterir ve görüşünü sorar, Yunus ise kısa keser: Üstat sözü çok uzatmışsın “Ete kemiğe Büründüm/ Yunus diye göründüm” diyebilirdin demiş.
On dört, felsefenin yargısı büyük oranda nesneldir, sanatın yargısı ise büyük oranda özneldir. “Karşımdaki duvar beyazdır” dediğimde rengin dalga boylarını ölçen bir fizikçi bu yargının doğru olup olmadığını açıklıkla söyleyecektir. Çünkü objede olan bir nitelik objeye yüklenmiştir. Güzel yargısı olarak “şu kadın güzeldir” dendiğinde bu yargı kişiye göre değişir, çünkü karşıdakinde olup olmadığı kuşku götürür bir değer o kimseye yüklenmiştir. aynı anlayış sanat eseri için de geçerlidir.
[*]