Paul Thomas, modern devletin kökeni sorunsalı ve modern devlete ait bir devlet kuramı ile ilgilenmiştir. Thomas, genç-olgun Marx ayrımı Althusser’in yaptığı gibi detaylandırmaz ama açıkça genç Marx’tan yana tavır alır. Marx’ın kendi yazınında, devlet kuramı ile ilgili kayda değer fikirleri gençlik döneminde ürettiğini, ileride bunları bir kenara atmış ve sapma yaşamış olduğunu ifade eder. Thomas’ın devlet teorisi esasta siyasal ile devletin farklı özelliklere sahip kategoriler olması, ekonomi alanı ile siyasal alanın ayrılması ile kapitalist modern devletin özgünlüğünün oluşmasıdır. Bu anlamda Marksist bir devlet kuramının oluşmasında Gramsci ve Poulantzas’a bir saygı ifade eder (Poulantzas ile devlet kuramında pek çok konuda farklı yerlere vardığı halde). Genç Marx’ta devlet kuramı olarak önerdiği ‘yabancı politik’in kökenlerinin olduğu dönemi Marksizan olarak ifade ederken, Gramsci ve Poulantzas hattını Marksist olarak ifade etmektedir. “Devlet siyasal yaşamımızın bir vechesidir”. Ancak, “devlet kuramı siyaset ya da iktidar hakkında karşılaşabileceğimiz her sorunla (onları çözmek şöyle dursun) bağlantılı olmadığını anımsatmaktadır.”
Kapitalizm ile birlikte devlet toplum ilişkileri köklü bir değişime uğradı (Marx, Gramsci, Poulantzas, Bourdieu, Thomas..). Ancak, bu konunun devlete bakış şekilleriyle farklı yorumlandığı açıktır. Marksizmler sınıf ve egemenlik ilişkisi olarak yaklaşır ve köken sorunu bu mivalde çözülür. Bourdieu yukarıda değinildiği gibi bu merkezde bakmaz ve köken, zorunluluk gibi sorunlara farklı cevap verir. Yukarıda değinildiği gibi kapitalizm öncesi ve sonrası devlet arasındaki nihai farkı belirtir (hatta neredeyse devlet kapitalizm ile ortaya çıktı demeye yaklaşır), kapitalizm öncesi devleti bir aile mülkü yönetmeye benzetir (ancak burada da itinayla kaçındığı ekonomik bir değerlendirme yerine sembolik sermaye ile açıklar).
Paul Thomas, devletin egemen sınıfın vekili, doğrudan baskı aracı olduğu yönündeki bilindik (egemen sınıf kuramı) Marksist bakışın eksik olduğunu, devleti anlamak için yetersiz kaldığını ifade eder. Bizim savımız da bu yöndedir. “…egemen sınıf kuramı Marksist devlet kuramının bir karakterizasyonu değil, onun yerine geçen bir kuramdır”. (Paul Thomas, Yabancı Politik, s.35) Marx’ın yazılarında devlet kuramı karışık ve muğlaktır ve buna rağmen, ‘yabancı politik’ olarak ifade edilen devlet kuramı Marx’ta bulunur; bir nevi prototipini Hegel ile hesaplaşma döneminde üretmiştir. Egemen sınıf (devlet egemen sınıfın aygıtıdır, proletarya diktatörlüğü aşamasından sonra devlet sönme sürecine girecektir) ve yabancı politik olarak ifade edilen kuramlar Marx’ta çekişme halindedir ve bu Marksist yazında sürmüştür. Bunları yabancı politik lehine toparlama işini Gramsci ve Poulantzas yapmıştır. (Paul Thomas, YP)
“Kapitalizm altında, ancak ve ancak kapitalizm altında, üretimin siyasetten ya da siyasal sınırlılıktan ayrılığı ve kurumsal olarak yalıtılmışlığı, toplumsal dönüşümün dinamosu haline gelir.” (Paul Thomas, YP, s.49) Poulantzas’ın dediği gibi kapitalist devlet özgülünde siyasi alan özerktir. Kapitalizme ait olan ‘özgür emek’ ve ‘bağımsız kapitalistler’ şeklinde soyutlanan kapitalist emek sözleşmesine1 dayanan bir ekonomik siyasi alan ayrılığı nedeniyle olur bu. Kapitalistin kendi alanı, kurumlaşmış işletmelere ait hukuku siyasi alan üretir ve bir hukuki alan uygular.2
Thomas’ın vurguladığı gibi ‘yurttaşlık hukuku’ ile örneğin işçiye iş yeri kurallarından bağımsız yurttaşlık hukukuna tabi kılar; haklar verir, sınırlamalar getirir. Thomas da, Poulantzas gibi endüstriyel süreçlerdeki sınıfsal çatışmada, ‘siyasi sınır’ aşılmadıkça devletin nötr göründüğünü hatırlatır. Ayrıca bu siyasal-ekonomik ayrılığının doğal/verili gibi algılanması, kapitalist devlet işleyişine özgünlüğünü verir ve kitlelerin siyasal algısını belirleyen bir durumdur. Siyaset kurumunun üretimden ayrılığı kapitalizme ait bir özelliktir. “Kapitalist üretimin başat/kurucu çelişkisi, Marx’ın düşündüğü gibi üretimin toplumsal niteliği ile ürünün özel ellerce mülk edinilmesi arasında ise, bu çelişkinin yerini gizlemeye ya da perdelemeye yardımcı olan şey ‘ekonomik’ olanın karşısında ‘siyasal’ olana ayrılan alandır.” (Paul Thomas, YP, s.51) Dediğimiz gibi her devlet kendi içinde farklı özellikler gösterebilir, siyasi alan birikim sürecine doğrudan katılabilir, düzenleyebilir, sınıf ilişkilerine farklı şekillerde müdahale edebilir; grev yasaklayabilir, işçi haklarını düzenleyebilir, çalışma koşullarını farklı şekillerde düzenler, sermayeye el koyabilir. Ancak, bu tam da siyasal alanın özgül özerkliğinden dolayıdır.
Thomas, egemen sınıf kuramına karşı eğilimin Marx’ın erken dönem yazılarında bulunduğunu iddia etmektedir. Kaynağı Hegel ve sonra ‘yabancılaşma’ kavramında da Feuerbach ve Bauer ile tartışmalardır. Kendi ‘yabancı politik’ kuramının köklerini -yukarıda değindiğimiz gibi- genç Marx’ta aramayı sürdürüyor, 1844 Elyazmaları’ndaki ‘türsel varlık’ kavramını bunun bir parçası olduğunu söylüyor. Marx-Hegel mücadelesinin öncelikle siyasi sonra felsefi olduğunu söyler Thomas. Hegel’de siyaset ‘iyi yetişmiş’ bürokratların işidir. Siyasetten azade Hegelci sivil toplum kavramının özelliği buradadır. “Bu görüşte çatışma ve çıkar kendi arenasına, tanım düzleminde siyaset dışı bir alan olan sivil topluma, sürülür.” (Paul Thomas, SİTS, s.60) Memur siyaseti (beamtenpolitik) olarak ifade edilen bu tutum devletçidir, siyasal öznellik devlet yönelimlidir. Hegel’in ‘Hukuk Felsefesi’ bunu destekler. Hegel’de bu görüş bildiğimiz Prusya Devleti yüceltmesine kadar gider. Thomas’a göre Alman siyasi söyleminde bu tutumun etkisi savaş sonrasına (II. Dünya Savaşı) kadar sürmüştür. Marx’ın ‘Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’ alternatif bir siyaset kavramının dışavurumudur. Marx, Hegel eleştirisinde bu devlet yöneticilerinin ortak çıkarları savunan evrensel sınıf olduğu fikrinin kuruntu olduğunu ne şekilde eleştirir. Devletçiliğin karşısına toplumsal grupların, toplulukların mücadelelerinin temsilini koyar. Bir ‘evrensel sınıf’ olarak proletarya zamanla Marx yazınına girer. “Önceleri, devlete ilişkin dogmatik olmayan bir kavrayışın önü bazı noktalarda sınıfa ve proletaryanın kurtuluşuna dair dogmatik bir görüş tarafından kesildi, bu kavrayış daha sonraları devlete ilişkin bir dizi dogmatik formülasyonlar lehine hepten gözden çıkarıldı” (Paul Thomas, YP, s.63) Thomas’a göre toplumsal dönüşümün öznesi olarak proletarya görüşü sorunludur. Bu elbette O’nun devlete ilişkin egemen sınıf kuramını da etkileyen şeydir. “Benim savım Marx’ın devlet kuramının egemen-sınıf veçhesinden çok daha fazlasını barındırdığı yolundadır.” (Paul Thomas, YP, s.78) Thomas, bu (proletarya) vurgusunun kökeninin Hegel olduğunu söylemektedir. Hegel’in yoksullar vurgusunu inceler; toplumda kabul edilmezler (“toplumu bir arada tutup muhafaza etseler de”), “‘ayaktakımı’ siyasal bir anlam taşımaktan kategorik olarak dışlanır.” Etkinlikleri veya varlıkları devrimci bir nitelik taşımalıdır ki, hesaba katılsın. “Bu, zamanı gelince, Marx’ın modern toplumda ancak ve ancak yoksulların bir topluluğu cisimlendirebileceği, çünkü sadece yoksulların uygun türden bir topluluğa duyulan ihtiyacı sergiledikleri yolundaki bakışına karıştı.” (Paul Thomas, YP, s.78) Thomas, Marx’ın düşünsel gelişiminin bu Hegel’den etkili yoksullar algısının, ‘sivil toplumda’ yoksulların erdemleri ve siyasi potansiyelleri söyleminden proletaryaya geçiş olduğunu söylüyor. Thomas ayrıca Jakoben popülizminin ve yoksullara erdem yükleyen fikirlerinin de Marx’ı etkileyen kaynaklardan olduğunu belirtir. “Marx, toplumun ‘evrensel sınıfı’ olarak Hegel’in bürokrasisi yerine proletaryayı koyduğunda iki farklı alanı, proletaryanın toplumsal düzende gerçekten de ‘işbirliği yapmaksızın’ elde ettiği yer ile onun bilincini (bu bilinç proletarya hesabına en azından bir ölçüde ‘işbirliğini’ yapmayı içermelidir) yan yana koymaktadır.” (Paul Thomas, YP, s.85) Sınıf tartışmalarında ne ise o olduğu için fikrini ifade eden ‘kendinde sınıf’ kavramı ile ‘kendi için sınıf’ tartışmalarındaki soruna ve Hegelci etkiye Poulantzas’ın müdahalesine daha önce değinmiştik, o tartışmalar konunun anlaşılması için faydalıdır.
Thomas, Genç Marx’ta ‘Yabancı Politik’in izlerini aramayı sürdürür: Bu ayak izlerini sıralayarak özetleyelim; Sivil Toplum ve devlet ayrımı: Hegelci kökenin Marx’ta sivil toplum ve devlet ayrımıyla oluşan bir iç görüyle geliştiğini ifade eder. Sivil Toplum verili olarak göründüğü halde “feodalizmin çözülmesiyle ortaya çıkan bir sonuçtur.” Siyasi Kurtuluş Kavramı: “Feodalizmin çözülüşü ile birlikte, ekonomi dış siyasi belirlenimden kurtulmuştur. Dolayısıyla sivil toplum artık siyasi olarak belirlenmez. Feodal geçmişten siyasi bir kurtuluş söz konusudur ve bu siyasi kurtuluşçular sivil toplumu korumayı görev edindikçe devlet araçsallaşır, ….devlet, kendisini bu şekilde araçsallaştırmakla siyasi bir topluluk olarak kendi temel ilkesiyle çelişkiye düşer ve aynı zamanda da, sivil toplumu oluşturan, bilgilendiren ve parçalayan yanlış tanımaya, benliklerin birbirleriyle bloke edilmiş şekilde karşılaşmalarına onay verir ve onları meşrulaştırır.” (Paul Thomas, YP, s.103) Siyasi kurtuluş, insanın sivil toplum üyeliği, yurttaş statüsüne gelmesidir. Marx, modern devletin bu iddiasına eleştirisini bilindiği gibi siyasi kurtuluşun mülkiyetten kurtuluş ile bağını kurarak yapar Burjuva devrimlerinin insan hakları evrenselleştirmesi ve yurttaşlık kavramı: insanlar arasındaki çelişkilerin inkarı olmasa da aşılması iddiası. Hem insan hakları gibi evrenselleştirmelere sahip çıkarak hem de uluslar gibi tikel ayrılıklar sayesinde var olarak sürer bu durum. Modern devlet, birey öznelerin hem kendini özdeşleştirebileceği hem de eleştirebileceği kurumsal sistemine izin verir. Ancak, bunlar devletler arasında farklılık gösterir ve devletlerin kendilerine eklemledikleri ideoloji, tarih, güvenlik zaaflarına göre sınırlıdır. Çelişkili ve parçalanmaya müsait bir toplumu birleştiren yurttaşlık kavramı, bildirgeler, insan hakları beyannameleri ile sağlanmıştır (Rousseaucu çözüm). Aynı bağlamda temsil sistemi (elbette sorunlu) ile siyasi katılımın sağlanması: Fransız Devrimi’nin kontrolden çıkan aşırılıklarından aldığı derslerinde etkisi ile sınırlanmış ta olsa, temsil sistemleri kurumlaştı. Siyasi güç tek bir üniter organda birleşmiştir: Feodal devletteki soylular sisteminden siyasi gücün modern devlet organında birleşir. Soyut bir eşitlik söz konusudur; siyasi varlık olarak (kadınlar, ırklar zamanla) eşitlenmişlerdir. Marx, bunu beşeri eşitsizliğin yeniden icadı olarak görür. Bu eşitlik farklılıları ve eşitsizlikleri göz ardı ederek aşılır. Özel/kamusal alan tanımlaması: 1844 Elyazmaları kavramı olan insanın ‘türsel varlık’ oluşu, modern burjuva toplumu ile düşünülemez olmuştur. İnsan kendine yabancılaşmıştır. Devletin sekülerleşmesi: Marx, burjuva devletin sekülerleşmesinin gerçek insanın dinden özgürleşmesi olmadığını söyler. Ekonomik faaliyet üzerindeki siyasi sınırlamaların kaldırılması: Birey hukuksal olarak eşit statüde görünen bir işçi, bir kapitalisttir. Siyasi statü ile sınıfsal konum veya meslek arasında doğrudan ilişki görünmez.
Thomas’ın önerisi Marksist devlet kuramından ‘egemen sınıf’ı tamamen çıkarmaktır. Marx kimi yerde burjuva devletin mükemmelleştirilmiş bir sınıf egemenliği mekanizması olduğunu ifade ederken, Bonapart örneğinde bir kişi kültü merkezinde organize olmuş askeri bir devlet organizasyonunu ifade eder. Özellikle ‘Fransa’da Sınıf Savaşları’, ‘Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i’ ve ‘Fransa’da İç Savaş’ta devletin basitçe burjuvazinin egemenlik aracı olmadığına yönelik fazlasıyla argüman var ve Thomas bunu kullanıyor. Öncelikle burjuvazinin bir bütün tek yapı olmadığını, finans kapital ve sanayi burjuvazisi gibi aralarında çekişkiler olan fraksiyonlara ait olduklarını hatırlatıyor. Burada Bonapart’ın her ne kadar Marx’ın ifadesiyle az topraklı köylüleri temsil ettiğini söylediği halde, bağımsızlığı, burjuva düzeni koruma misyonunu üstlenmiş olmasını, orta sınıfı da temsil ediyor olması argümanlarını kullanır.4
Thomas, çalışmasında modern devletin yapısına ilişkin ve ifade ettiği pek çok sorunu çözebilecek bir kavrama yeterince değinmez; ulus. Modern devlet aynı zamanda ulus devlettir. Thomas, Poulantzas gibi basit bir araç ve doğrudan sınıf vekilliği şeklindeki egemen sınıf kuramına itiraz ederken haklıdır. Ancak, O’nun aksine egemen sınıf olgusunu devlet kuramından tamamen çıkarmaya çalışması hatalıdır. Ulus, burjuva nosyonu olmadan doğru anlaşılamaz. Modern devleti şekillendiren esas budur. Ancak, Poulantzas’ın ustalıkla ifade ettiği gibi siyasal ve hukuki alan, aslında tam da bu özelliklerden dolayı özerktir.
Ayrıca, Thomas egemen sınıf kuramından kaçarken, devletin uzlaşmaz sınıf çelişkileri ile ilgisini, bir özerk pozisyon içinde sınıf mücadelelerinin yoğunlaştığı bir alanda nihayetinde egemen olan sınıfa taraf olduğunu görmek istemez. Devletin, egemen sınıfların ekonomik çıkarı ile doğrudan bağlantılı görünmemesi ile politik olarak çıkarı ile de ilgisiz olduğu sonucu çıkmaz. Onun doğrudan aracı olmak, bu çelişkkilerin olmadığı anlamına gelmez. Thomas’ın Marksizme atfettiği indirgeme çoğunlukla sadece atıftan ibarettir, desteklediği ise olmayan bir Marx’tır.
Thomas’ın diğer bir sorunu, ‘yabancı politik’ kuramına zemini Genç Marx’ta ararken, her ne kadar Hegel ile tartışma halinde oluştuğunu söylese de, ondaki Hegelci içerimi savunmaktadır. Marx’ın özellikle gençlik döneminde savunmakla birlikte ileri dönemde de koruduğu sivil toplumdan ayrılmış devlet fikri, Thomas’ın devlet tespitinin temel noktasıdır. (bkz. Bob Jessop klasik Marksizmin devleti tasnifi). Ayrıca Jessop’un şu konumlanışı bu yaklaşıma eleştirel bir niteliktedir: “eğer toplum, doğal ve kapsayıcı bir toplumsal olay olarak anlaşılıyorsa, özcülüğe açık bir kapı vardır. Ama şayet ‘toplum’ kavramını ayrıcalıklı referans ya da açıklama noktası olarak almaktan vazgeçersek özcülük tehlikesi azalır.” (Bob Jessop, Devlet Teorisi, s.22) Poulantzas övgüsüne rağmen ondan çok farklı konumlanmıştır. Thomas bahsini onun devleti tanımlayan şu cümlesi ile kapatalım: “Devlet, sivil toplumu oluşturan beşeri ilişkiler ağına uzanan antenlerinden dolayı, komuta eden bir yapı ya da sınıf egemenliğinin bir faili ya da gereci olmaktan çok, hegemonik/baskın bir aygıttır.” (Paul Thomas, YP, s.201)
1“Kapitalist emek sözleşmesi, artık ürünün mülk edinilmesini değil, artık değerin elde edilmesini, iktisadi üretim ve bölüşüm sisteminin bütününde gizli olan sömürü ilişkisini içermektedir.” Thomas – age
2Ülke özgülünde siyasi alanın müdahalesi farklılıklar gösterebilir. Bazı örneklerde cunta gibi askeri mekanizma siyasi güce el koyabilir. Burada öznesi değişmiş bir siyasi alandan bahsedebiliriz. Her devlet yapısı kendi içinde incelenmelidir.
4Her ne kadar Louis Bonaparte’nin küçük çiftçileri temsil ettiği söylense de Bonapartizm burjuvazinin politik çıkarlarına hizmet etmiştir. Bu anlamda da Poulantzas’ın devlet kuramı tutarlıdır. “Bonaparte aynı zamanda, köylülerin ve halkın temsilcisi olan ve genelde burjuva toplumunun sınırları içinde alt-sınıfları mutlu etmek isteyen burjuvaziye de karşıdır. Örneğin ‘gerçek sosyalistler’i yönetsel bilgeliklerinden peşinen yoksun bırakan yeni kararnameler çıkarmıştır.” Marx – 18 Brumaire akt. Poulantzas