arama

Horoz Dövüşü

Nevra AKDEMİR
Öyle bir dönem ki kavramların, söylemlerin, siyasi pozisyon alışların ve politikaların hatta gündelik hayatın içindeki duruşun böyle düz-yalan değil, yamultulmuş, çürütülmüş, padalya haline getirilmiş durumda.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Nevra Akdemir Nevra Akdemir
  • 1 Star
    Loading...

Dünya tarihinin en ilginç dönemlerinden birinde yaşıyoruz. Bu derece saldırgan ve toplumsal konumunun gerektirdiği düşünme yetisinden yoksun “elitlerin” devletlerin yönetiminde olduğu daha önce de görülmüş; ancak o dönem dünya üzerinde büyük coğrafi bloklarla temsil edilen güçlü antikapitalist alternatif, gerçeklik sınırlarını belirlemiş olmalı.

Gerçekliklerin hatta bilimin, iktidarın gereklilikleri üzerine inşa ediliyor olması elbette tarihteki süreklilik gösteren durumu. Yaşadığımız dönemde ise irrasyonel durumların tekerrürü, neoliberalizmin gündelik hayatın her aşamasında tesir eden biçimleri ile insanların “karakterlerinin aşınmasına” kadar varan varlığını, cinsiyetlere, ırklara, inançlara ve fikirlere muafiyet imkanı tanımadan sürdürüyor. Öyle bir dönem ki kavramların, söylemlerin, siyasi pozisyon alışların ve politikaların hatta  gündelik hayatın içindeki duruşun böyle düz-yalan değil, yamultulmuş, çürütülmüş, padalya haline getirilmiş durumda. Öyle bir dönem ki her söz, marş, fikir, idol tarihsel gerçekliğinden ve varlık nedeninden arındırılıp, egemenler tarafından içinin boşaltılıp, satılabilir, yeniden karşıt fikri güçlendiren bir şekilde dizayn edildiğini görüyoruz.

Frida Kahlo figürü kendisinin itiraz ettiği/bugün yaşasa itiraz etmesi muhtemel herşeyin üzerinde yer almış; hatta satış fiyatını yükseltme işlevine sahip. Bugün emperyalistler Che figürleri ve sözleri ile içini kendileri doldurmak üzere barışmış görünüyor; Che’yi katleden kendileri değilmiş gibi. Bugün bir feminizm ve queer duruş, şirketlerin başarılı insan kaynakları ve satış politikaları ile yeniden keşfedilmiş durumda. Sivil toplum kuruluşları tarafından satıcısı yüksek ama apolitik bir tema haline gelmiş halde. Kitle iletişim teknolojilerindeki değişim, neoliberal uygulamaların mesafeleri, mekanları yok edip zamanı tek değer kılması gibi argümanlar dönemi açıklamaya çalışıyor. Mesafeleri yok etme iddiasını bir de mültecilere sormak lazım. Ulusötesi milliyetlerin sınırları yok kabul eden, çoklu kimliklerin üstünü otantik boya kalemleriyle işaretlendiği bu dünyayı bir de pasaportları iptal edildiği için sosyal ölü kabul edildikleri ülkeden çıkamayanlara veya işvereni tarafından pasaportuna el konulan göçmen işçilere sormak lazım.

Demokrasi ve adalete dair güçlü taleplerin, bu ortamda öne çıkmasının iktidarı bu kadar endişelendirmesi çok da garip olmasa gerek.

Türkiye’de her 4 çalışma arzusunda ve yeteneğinde olan genç insanın 1’inin işsiz olması, 7 milyon kişinin aktif iş arıyor durumunda olması; genç kadınların işsizliğinin de yüzde 35,5 olmasını başka türlü nasıl örtebilir egemenler? Son bir yılda 800 bin kişinin işsiz kalması da ancak militarist çıkışlarla susturulabilirdi zaten. Ayrıca bu kadar insanın gelir elde etmediği bir dönemde yaşama imkanlarını da imkansız kılan bir gelişme daha var: temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki yükseliş. Ancak kriz denilmesi yasaklandığı için bu tür zamları anlatmak için düzeltme gibi bir kavramla karşımıza çıkıyor medya. Sanayi üretimindeki düşüş ise sürece dair olumlu senaryolar çıkarmıyor. Demokrasi ve adalete dair güçlü taleplerin, bu ortamda öne çıkmasının iktidarı bu kadar endişelendirmesi çok da garip olmasa gerek. Dahası kayyum politikasının sadece belediyelere değil, bir devlet şirketi olan Türk Hava Kurumuna kadar yayılması ise sermayedarlar üzerine ikinci bir dalga olabilir. Zira AKP MHP bloğunun gücü varolan ortamda son derece kırılgan. Gerçeküstü siyaset dilinde bir aşama atlanması ise malum mektupla gerçekleşti. Trump’ın Erdoğan’a resmi yoldan ilettiği mektupta, Western filmlerinde gördüğümüz bir orta batı kasabasının şerifinin diliyle iyi bir anlaşma yapmak istediğini ifade ederek bir kabadayı edasıyla tehditkârca öğüt veriyor. Mektup 9 Ekimde yollandıktan Erdoğan’a iletildikten sonra Erdoğan’ın buruşturup çöpe attığı, harekata başlayarak cevap verdiği iddia edildi, havuz medya tarafından. Ancak, resmi belgenin kaybedilmesi suçtur, ikinci olarak savaşı daha önce ilan edip, bölge halkını katletmeye başlamışlardı bile, yalan açıkça devam etti yani. Trump alamadığı cevabın hırsını, bir ergen erkek tarzıyla yazdığı twitlerle çıkarmasının nedenini böylece öğrenmiş olduk. Ayrıca dünyada kısmen tartışılan ABD-Kürt güçleri “ittifakı”, yıllardır devlet sırrı olan Türkiye’deki atom bombaları, Halkbank dosyasının nasıl bir pazarlıkla kapatıldığı gibi pek çok konu da biraz açıklığa kavuşmuş oldu. Bizler bu horoz dövüşü karşısında çekirdek çitleyecek kadar şanslı olanlardan değiliz. Barışı savunmaktan başka bir çaremiz de yok.