Rabia Naz, küçük bir çocuk. Öldü, daha doğrusu bir şekilde öldürüldü. İddialar muhtelif. Önce intihar etti dediler, uzman kişiler bir küçük çocuk için. Yaslı baba açısından ve toplumun pek çok kesimi tarafından tepki çekti açıklama. Çünkü fiziken mümkün değildi. Sonra araba çarptı ve o kıpırdayamaz, felç olmuş vücuduna rağmen dirseklerinin üzerinde süründü dediler. Ama ne kan izi vardı bulunduğu yerde ne de Rabia Naz’ın tırnaklarındaki erkek DNA’sını açıklayabildiler. Baba konuyu araştırdıkça, gazetecilere kendini anlattıkça önce tımarhaneye yatırmaya kalktılar, sonra tutuklamaya. Süleyman Soylu müdahil oldu sürece, konuyu bir devlet güvenlik sorunu ilan etti. Artık konuyu araştıran avukat, gazeteciler ya ülkeden kaçmak zorun kaldı veya tutuklandı. Hatta daha ileri gidip, konuyu haberleştiren yeni şafak, gazetecileri ve babayı işkence ile suçladı, hem de iki de bir ifadesini değiştiren tanıkla ilgili olarak. Sosyal medya ile gündeme geldiğinden beri dosyayı bir türlü kapatamıyor, suçu örtbas edemiyorlar.
Şule Çet, bir plaza inşaatının tepesinden atıldı, atılmadan önce tecavüze uğradı. Sosyal medya ile gündeme gelmeseydi onun dosyası da kapatılacaktı. Adını duymayacaktık. Şule öldükten sonra Şule’yi yargılayan medyayı, hukukçuları ve hükümet mensuplarının karşısında aile yalnız kalacaktı. Şule’nin adını biliyoruz, dava çok geniş katılımla ve bir toplumsal destek ile görülüyor, bu sosyal medya baskısıyla.
Zamanında görmüştüm ama artık görülebilecek tek şey yıkıntılar ve dönemin hoyratlığı.
Daha nicelerinin ismini sayarız ne yazık ki… hiçbiri ölmek istemedi ama öldü. Ölen yargılandı, mağdur olan daha fazla yıkıma uğratıldı. Suçlular, elini kolunu sallayarak gezmek yerine, sırıtarak ve öleni suçlayarak gezmeye başladı. Görünmez kalan tüm suçlar, toplumun kendisini değersiz ve güçsüz hissetmesine neden oldu. Dahası da var.
Binlerce yıllık, daha Türklük falan dünyada görülmemişken yapılan Hasankeyf bölgesi üzerine 30 yıl kullanılabilir olan baraj yapılması, üzerine fırtına kopmadı ülkede. Hatta suların altına olduğu halde gömülü kalmasına razı hale geldik, zira buldozerlerle yıktılar ve geri dönülemeyecek şekilde yok ettiler bir de. Zamanında görmüştüm ama artık görülebilecek tek şey yıkıntılar ve dönemin hoyratlığı.
Bitmedi. 12 bin yıllık istisnai doğal oluşumlardan biri olan dipsiz göl de define aramak için alınan bir izinle yok edildi. Kaz Dağları’nda her gün siyanürle tahrip edilen doğa, buldozer ve iş makinalarıyla yok edilen kültür ve belleğimiz, bombalarla yıkılan hayatlar, kayyumlarla hiçliğe ve tutsaklığa dönüşen siyaset… çaresizlik… yokluk… borç…
Bu dönemler gibi pek çok dönem yaşanmış dünya tarihinde. Hepsi de sessiz sanılan ezilenlerin, kendilerini ezenleri yok etmesiyle sona ermiş.
Ülkede 15-34 yaş grubunu içine alan genç işsiz sayısı 2 milyon 801 bine olmuş son rakamlara göre. Hatta en yüksek işsizlik oranı yüzde 27,4’le 15-34 yaş arası üniveriste mezunlarında. Dahası bu gençler kredi ile çoğu kez okuduğu için, borçlu. Üniversite mezunlarında ve gençlerin eğitim ile istihdama katılma oranlarında da yaşandı. İşsizlik geçici bir durum da değil üstelik. 1 yıldan uzun süredir iş arayan mezun sayısı 34 binden 227 bine çıkmış. Kadınlarda ise durum daha yüksek rakamlara ulaşıyor. Kadınların erkeklere göre daha eğitim ve kamusal alanda var olma imkânlarından yoksun olduğunu düşünecek olursak durum çok daha tahripkâr. Zira genç kadınların %43,8’i yani 3 milyon 853 bini çalışmamakta ve okumamaktadır.
Bu işsizlik koşulları varken çalışma koşulları da giderek ağırlaşıyor, işverenlerin vazgeçilmez cümlesi galine geliyor “dışarıda bir sürü işsiz var” lafı biati mümkün kılmak için. İnsanların da rıza cümlesi oluyor, kendini öldürebilecek, hasta edecek koşullarda çalışmak için.
… şiddet zemini bizlerin değersiz ve güçsüz olduğumuza ikna yolu.
Ekonomik koşullardan bahsetmek, iktidar medyasına göre aldı operasyonu, mesela yoksulluk intiharlarından bahsetmek. Siyanürün hem doğayı hem de çaresiz kalan insanların, kendilerine tabi gördükleriyle birlikte yaşamlarını yok etmeleri için kullanılması nasıl bir ironi. Bu iktidar tarafından desteklenen mafyatik azınlığın bireysel sermaye birikimi için artı-değer döngüsüne sokamadığı her şeyi yok etme sevdasıyla, döngüye sokmak üzere yozlaştırma çabası, bir şiddet zemininde kendine yer buluyor. Bu şiddet zemini bizlerin değersiz ve güçsüz olduğumuza ikna yolu. Bir firma kar etmek üzere işini yaparken, maliyet hesapları arasında dikkate almadığı hayatımız bir anda yok olabiliyor ve bu korkunç cinayetlerin hukuki bir karşılığı olmuyor sosyal medyaya yansımamışsa.
Bu dönemler gibi pek çok dönem yaşanmış dünya tarihinde. Hepsi de sessiz sanılan ezilenlerin, kendilerini ezenleri yok etmesiyle sona ermiş. Bunca biriken kızgınlığın bir sonucu sadece insanların kendilerini zehirlemesi olmayacaktır.