Türkiye’de Suriye sınırına yakın bir kentte üniversitede çalışıyordum. Suriyeli öğrencilerimiz olurdu sınıflarda. Dil sorunu yüzünden nasıl dilsizleştiklerini veya becerilerinin dil filtresinden geçtiğinde nasıl görünmezleştiğini görmek mümkün olurdu. Daha uzun süre kalanlar veya Suriye’deki hayat koşulları açısından avantajlı olanlar da bu avantajlarını taşıyabiliyorlardı. En tedirgin olduğum şey, öğrencilerin bir kısmında olan mülteci nefretinden etkilenmeleri idi. Zira zor bir bölgede idik. Bazen sezgisel olarak devamsızlık yapan öğrenciler ile ilgili endişe duyardım, yeterince ulaşabilmiş veya dezavantajlarını görmemiş olabileceğime dair. Ancak dersler devam etmeliydi, onlar dil öğrenmek ve adaptasyon için ihtiyaçları zaman iken diğer öğrenciler gibi zamana karşı yarışmak zorunda kalıyorlardı ve yükleri çok ağırdı. Suriyeli öğrencilerden mimarlıkta okuyanlar ve kamu yönetimi yüksek lisans yapanlarla daha fazla vakit geçirme fırsatı bulmuştum. İngilizce eğitim veren bir fakülte olan mimarlıkta için kendilerini gösterme imkanları, dilden çok estetik anlayışı, çizim yeteneği ve tekniğe dayalıydı. Adaptasyon hızlarını gözlemlemek inanılmazdı, elbette eğitim biçiminin farklılığından etkileniyorlardı ama kolayca aşabilmeleri mümkündü. Fakültede Arapça bilen daha sonra Suriyeli olduğunu öğrendiğin bir hoca da ders vermekteydi. Tanıştıktan uzun zaman sonra edebildiğimiz bir sohbette, kendisinin doçent olduğu halde yardımcı doçent kadrosunda çalıştırıldığını, aynı pozisyonda olan bizlere göre daha az maaş aldığını öğrenmiştim ve elbette sendikalarının yardımcı ol(a)madığını. Varlığı pek çok Suriyeli öğrenci için çok güçlendirici olmuştu. Ancak biz yeterince dayanışma gösteremiyorduk, ne yapmamız gerektiğin düşünmemiştik veya nasıl yapacağımızı konuşacak kadar gündemimizde değildi durum. Zira üniversite Arapça dersler açmakla veya projelerde adlarını yazmakla meşguldü. Ben ve benim gibi bu topa girebilecek meslektaşlar ise ülkenin girdiği ağır iklimde yaşamaya çalışıyorduk. Suriyeli meslektaşımız, kendisine daha iyi koşullar sunacağına inandığı başka bir ülkeye gitti. Pek çok Suriyeli meslektaş, eski üniversitemin bizlerden temizlediği kadrolar, yeni rejime uygun insanlarla doldurulurken, ülke politikaları gibi üniversitenin sınır dışına uzanan fakültelerinde uzun çalışma saatleri, yüksek miktardaki iş yükleri ve sorumluluklarına karşılık değersizleşen vasıfları ile çalışmalarını yürütüyorlar.
…her göçmen yetişkinliğini yeniden kazanmak için çabalar.
Savaştan ve politik çatışmalarda oluşan kayıplar üzerine kurulur göç yolları. Zorunlu göçü, diğer göçlerden daha zor kılan şey de bu hazırlıksızca hareket etmek zorunda kalmak ile başlar ve dezavantajlar biriktikçe birikir. Gündelik hayat bilgilerinin işe yaramaz hale gelmesi, insanlar arasındaki sosyal kodlara aşina olmamak, en küçük işlerde bile “bir bilenin” yardımına gerek duymak başlı başına çocukluğa geri dönmek gibidir ve her göçmen yetişkinliğini yeniden kazanmak için çabalar. Zorunlu göçte ise taşınamayan dokümanlar veya taşınsa da denkleştirme ve meslek için güç ilişkilerinin üzerine gelen neoliberalleşmiş çalışma yaşamı nedeniyle oluşan rekabet ortamı, güvencesizliğin mekanına göç ettiğimizi de gösterir.
Zorunlu göç, kayıpla başlar, biriktirir kayıpları sırt çantanızda taşıyabildiğiniz sosyal kapital denilen maddi ve entelektüel olanaklarınızın derecesine göre. Bu yüzden göçmenler, kısa dönemli anlaşmalar ile başka ülkeye göç etmiyorlarsa genellikle vasıflarının altında işlere girerler veya vasıflarının yeniden tanımlanmasına razı gelirler. Sıklıkla devlet kurumlarında karşılaşılan muamele, göçmenin batıdan gelmediği bir durumda bir tür değersizleştirmeye denk düşer. Bu muamele karşısında neredeyse özgeçmişini alnına yapıştırmış gibi her yerde kendini anlatmaya çalışan göçmenleri daha sık görürüz. Almanya’da BAMF istatistiklerine göre iltica başvurularının erkeklerde ortalama dörtte biri, kadınlarda ise beşte biri yüksek eğitimli. İran ve Türkiye’den gelen başvurularda oran yüzde 50’nin üzerine çıkıyor. Adaptasyon açısından en önemli konu olan İngilizce ve Almanca bilme düzeyi de yine yüzde 20’nin üzerinde. Ancak asimilasyondan sisteme uyum sağlamaya kadar değişen pek çok anlamda kullanılan entegrasyon için minimum beş yıl gerekiyor. Zira aynı istatistiklerde iş deneyimi olan ve uzmanlık derecesi bulunan mültecilerin yüzde 81’i, çalıştıkları işlerde daha düşük vasıfta değerlendiriliyor.
Vasfın düşmesi ve insanın kendini egemenler karşısında daha değersiz hissetmesi ile sağ politikaların güçlenmesi arasında bağ çok yüksek. Ancak bu eğilimin karşısına geçecek politika, emekçilerin öz örgütlülüklerinin göçmen topluluklarla rekabet etmesindense birleşmesinden geçiyor.
Not: istatistikler için aşağıdaki tablolar incelenebilir.