arama

“Sen Altınsın Ben Tunç Muyum?”

Arif ARSLAN
Bu yazı bilimsel düşünmenin toplumsal yaşamın şekillenmesinde önemli bir yeri olduğunu düşündürtmeye yönelik olarak yazıldı. Yönetenlerin, insanların canlarını hiçe sayarak savaşı ve savaşta ölümü "kaçınılmaz" olarak addetmelerine karşı, sorgulama ihtiyacını dile getirmeye çalıştı.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Arif ARSLAN Arif ARSLAN
  • 1 Star
    Loading...

 

                Bu toprakların bir evladı Aşık Veysel şöyle demiş: “Beni hor görme kardeşim / Sen altınsın ben tunç muyum? / Aynı vardan var olmuşuz / Sen gümüşsün ben sac mıyım?” Bu sözler, dünyaya sade bir bakışın, doğa ile kararınca ilişki kuran bir yaşamın bilişi olarak ortaya çıkmış, insanın eşliğini ve eşitliğini tanımış bir duygulanımı sözleridir. Buna karşın insanlık tarihinin uzun dönemleri, insanlar arasındaki eşitliği tanımayan yahut bastıran dinsel, kültürel ideolojilerle desteklenmiş siyasal-kurumsallıkta karşılık bulmuş hiyerarşik düzenler içinden geçmiş ancak bir iki yüzyıldır dünyanın geniş kesiminde soya, soyluluğa dayalı organizmacı ideolojilerden eser kalmamıştı. Kapitalist ulus devletin ideolojisi bile ırka dayalı yurttaşlığı onaylamamıştır. Sınıfsal ayrım başka türlü kategoriler ve diller üreterek sahne gerisinde tutulmaktadır.[1]

                Elbette kapitalizmin içinde olsak da teknolojik gelişmelerin daha insani bir düzeye doğru evrildiğini iddia edenler farklı kesimlerden dillendiriliyorsa da mevcut çelişkilerin aşılmadığı durumda teknolojik gelişmelerin ancak ve ancak sömürüyü derinleştirmeye, dünyayı yöneten ağa babaların halkın ensesinde boza pişirmeye yaradığını görmek gayet kolay. 2008’den beri sürmekte olan mali kriz, giderek daha vahşi bir kapitalizmin sahne almasını getirdi: Daha baskıcı biçimler, uçuk kaçık politikacılar, feodal beyleri anımsatan oligarklar, soysuz mafyanın işbirliği ağları, dinsel tarikatlar ve irrasyonel ideolojiler açıkça bir “Yeni Ortaçağlar”ı gündeme getiriyor:  

“Roma İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde oluşan, batısıyla doğusuyla çok merkezli bir dünya sistemi, başıboş dolaşan yoksul ya da dinci fanatik sürüleri, kiralık askerler, sadakaya dayalı toplumsal dayanışma. Buna karşılık talandan, toprak rantından göz kamaştırıcı servetler biriktiren aileler; ‘savaş ağaları’, paradan para kazanan çok zengin tefeciler… Ve son derecede kanlı yerel din savaşları… Biraz dikkatli bakınca bu ortaçağlarla bugünlerde şekillenmekte olan dünya düzensizliği arasında çarpıcı benzerlikler bulmak hiç zor değil.”[2]

Günümüzde bilimsel düşünüşün geri çekildiğini neredeyse her mecrada izlemek mümkün. Aslında bilimsel düşünüşün dünyayı değiştirme, dönüştürme konusundaki başarısını, insanlar arasında yaygınlaşma ve kolayca kabul görme açısından başarılı olduğunu söylemek zor. Bunda elbette, insanın öncelikle yerleşik düşünme alışkanlıklarının sağladığı “güven” duygusunun rolü de büyük. Bilimsel düşünüşün ilk hocalarından Thales’in, çok uğraşarak elde ettiği bir matematik formülünü bulduktan sonra tanrılara öküz kurban ettiğini söyleyelim. Tarikat şeyhlerinin dizlerinin dibine oturan, eller öpen profesörleri hatırlayalım. Tanıdığım bir kadın doktor, hac kafilesine doktor olarak eşlik etmek için senelerce başvurmuş, en sonunda çıktığında gözyaşlarını tutamamış, doçentlik için girmesi gerektiği yabancı dil sınavını yakmıştı. Felsefeci bazı arkadaşların bu durumu, felsefi düşünceden uzaklıkla açıklamaları ise o kadar iyi bir açıklama sayılmaz. Eğer felsefi düşünce bir tutarlılık sağlayacak olsaydı, uzmanlığı insan hakları olan bir felsefecimiz, uluslararası düzeyde yapılan bir felsefe kongresinde, kamuoyunun dikkatini çekmek isteyen bir grup üniversite öğrencisinin pankart açmalarından sonra polisçe yaka paça götürülmesinden sonra kızgın bir şekilde “Yine yaptınız yapacağınızı!”[3] mı der yoksa, öğrencilere destek vererek devletin insan hakları ihlallerini kınar mıydı?

Bir arkadaş felsefe sözcüğünün tanımını vermiş, felsefe her ne kadar “bilgelik sevgisi” anlamına gelse de günümüzdeki içeriği bakımından felsefe “dünyaya ve onun gelişim yasalarına ilişkin, insanların dünyadaki konularına ve dünyayı öğrenme ve değiştirme olanaklarına ilişkin görüşlerin teorik olarak temellendirilmiş bir sistemi”dir[4] biçiminde tanımlanmış. Bu tanımda “bilgelik”ten ziyade bilime yönelik bir vurgu öne çıkıyor elbette. Felsefeyi philo+sophia olarak ilk kullanan Pisagor’du (MÖ 570-MÖ 495). İyonyalı Pisagor’un izlediği kişilerden en önemlisi hiç kuşkusuz, bilimsel düşüncenin öncülerinden biri olan Anaksimandros’tur. Günümüz kuantum fizikçilerinden Carlo Rovelli, bilimsel düşüncenin önemi konusunda da popüler felsefi yapıtlar yazmaktan geri durmamakta. Rovelli’ye göre bilimsel düşüncenin doğuşu Anaksimandros ile başlamıştır. Bilimsel düşüncenin başladığı yer İyonya’dır; Anaksimandros’un hocası Thales, Güneş tutulmasını önceden hesaplamıştı örneğin. Bilimsel düşüncenin doğduğu yerin İyonya kabul edilmesi, teknik kimi hesapları yapabilmek veya formülüze edebilmek değil elbette, burada bir “toplam bilimi” çağıran “şeylerin göründüğü gibi olmadığı”nı ortaya koyan naturalist ilkedir. Böylece bilimden söz ettiğimizde her şeyden önce, “dünya hakkındaki yeni düşünme tarzlarından etkilenen bir arayış”tan söz ederiz.[5] Bilimsel düşünce “dünyayı sürekli yeniden icat etme yönündeki eleştiri ve başkaldırı kapasitesi’dir.[6]

Bu yaklaşım çok önemlidir çünkü bilimciliği bir meslek olarak kabul etmek sadece zafiyet değil açıkça bilimin tarihine de ihanettir. Bilimci aynı zamanda bilimsel düşünceye sahip olabilmeli ve yaptıklarını insanın özgürleşimi hesabına kaydedebilmeli. Tarihte hiçbir bilimci farklı düşüncelerinden dolayı kimseyi katletmemiştir ama farklı düşüncelerinden dolayı yüzlerce, binlerce bilimci katledilmiştir. Şu halde bilimci, aidiyet ilişkisinde olduğu tarihle bağını güçlü tutarak “dünyayı sürekli yeniden icat etme yönündeki eleştiri”yi ortaya koymaya gayret etmelidir.

Tarihe şöyle bir göz atıldığında İyonya dönemi, belli açılardan bir rüya gibi gelebilir. Bilimsel düşüncenin doğuşu yanında, köleliğin olmadığı, özgürlükçü ve eşitlikçi izonominin[7] söz konusu olması dikkate değer bir hayatlara ev sahipliği yaptığını gösteriyor. Yukarıda andığımız gibi felsefenin kökeni de İyonya’ya dayanıyor. Felsefe sözcüğünü ilk kullanan Pisagor’du; altın oran, Pisagor akordu, musica universalis gibi ilginç buluşlara sahip olan Pisagor’un seçkinci tutumu, gizemli bir matematik tarikatı kurmasını beraberinde getirmiş, İyonya bilimsel düşünüşünün ezoterik bir yöne evrilmesine yol açmıştır. Pisagor, Hint Vedalarına dayanan reenkarnasyonu (ruh göçü) İyonya’da yaygınlaştırmıştı; toplumu organik bir beden olarak gören ve sınıfları akıl (bilgelik), ruh (cesaret) ve maddi ihtiyaçlara yönelimli ayırması, döneminde toplumsal hiyerarşinin katılaşmaya başladığının ifadesi olarak okunmalıdır. Bu anlayış Platon’da daha da kristalize olacaktır. Platon, Devlet adlı kitabında toplumsal hiyerarşiyi organizmaya dayalı olarak analiz eder. Bu tahayyülde yöneticiler, yani beyin filozoflardır, kalp ise cesareti temsil eden askeri komutanlardır:   

Pisagor’un toplum anlayışındaki hiyerarşi, bozulmuş adaletin düzeltilmesine yönelik ithal bir düşüncedir. Çin kumaşlarının ve ipeğinin satıldığı İyonya pazarlarında Hint kastlarından esinli bir düşünceydi Pisagor’unkiler. Onun düşüncesinde adaletin gerçekleşmesi sınıfların arasındaki eşitliğin gerçekleşmesine değil, her sınıfın kendi içinde eşit olmasına dayandırılmıştır. Aslında bu anlayış, dayanağını reenkarnasyon inancında bulur. Reenkarnasyon bir tür ölümsüzlük düşüncesidir; bu anlayış, toplumsal sistemde herkesin bulunduğu sınıfın gerektirdiği görevleri en uygun şekilde yapmasına bağlı olarak sonraki yaşamında bir üst sınıfın yeteneğinde doğmasını getirecektir. Görevini yerine getirmeyen ise daha aşağı bir varlık olarak dünyaya gelecektir. Yolda köpek döven bir adama rastlayan Pisagor, adamı durdurur ve “O benim tanıdığım birinin ruhudur, sesinden tanıdım, ona vurma!” der. Bu tür bir cezalandırma anlayışının toplum üzerinde pek etkili olmadığını, sonraki inanç sistemlerinin daha korkunç bedensel acılara ve işkencelere yol verdiği Cehennem tahayyülünde görüyoruz. Söz konusu tahayyüllerin ya da Pisagor’un tahayyülünde bilimsel düşüncenin hiçbir esamesi söz konusu değildir; bu yönüyle Pisagor’un Anaksimandros’a açıkça ihanet ettiği söylenebilir.

Pisagor’un veya Platon’un günümüz siyasal-toplumsal yapılanmasında pek dikkate alınmadığı ortada ancak ölümsüzlük ya da öte dünya tahayyülünün etkisi açıkça görülebilir; ruh ölümsüzdür ve dünyada yaptıklarının karşılığı olarak ahrette Cennet ya da Cehennem’de yer alacaktır. Bilimsel düşünce sönmüş gitmiştir. Bugün Suriye’de onlarca askerin ölümü üzerine devletin televizyonundaki yorumcu: ‘Kaybımız var’ falan deniliyor ya, bunlar güzel sözler değil. Ne kaybı yahu? Kayıp falan yok. Yer değiştirdiler. Dünyadan ahirete geçti, kabir hayatına geçtiler. Hepsi bu. Mühim olan biz gitmeden önce hazırlığımızı yapalım da, güzel gidelim ya. Nasıl olsa gideceğiz, herkes gidecek.”[8] demektedir. “Altın” adamlar, “barış” için devletin savaşa girmesinin kaçınılmaz olduğunu, “şehitler tepesinin boş kalmayacağını” söylüyor. Bu ifadelerin insanlığın özgürleşmesine katkıyı bırakalım, esaretin sürmesi için çalıştığı tartışmasızdır. Altınların tunçları ölüme göndermede hiç çekinmediği ortadadır; kendi çocuklarını, yakınlarını askere gitmekten sakınan bu kesimler, şehitliği en yüce mertebe olarak yoksulların çocuklarına önermektedir. Geçenlerde bir yolculuk sırasında radyoda, “Zenginimiz bedel verir / Askerimiz fakirdendir” türküsü çalıyordu; bu türküyü duymayan bir tanıdık, “Yeni mi çıktı bu şarkı?” diye sordu. “Yok” dedim, “130-140 yıllık vardır, Osmanlı’nın askerlik uygulamasıydı bedelli askerlik” dedim. O da “Yok, şimdi de aynı” dedi. Bu konu çooook konuşmayı gerektiyor, ben Aşık Veysel’in isyanının halkın ve ölüme gönderilen evlatlarının ağzından çıkmasını diliyorum:  “Sen Altınsın Ben Tunç Muyum?”


[1] Arslan, Arif (2028). “’Sezar’ın Hakkı Sezar’a’: Dünyanın Kanunu Bu”, Heseidos’tan Marx’a Çalışma İdeolojisi içinde (s.201-237), İstanbul: Sosyal Araştırma Vakfı Yayınları.

[2] http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/kapitalizmden-sonra-yeni-ortacag-mi-412015

[3] Andığımız felsefe hocası İonna Kuçuradi, 2003’te hapishanede tutuklu ve hükümlülerin haklarının ihlalini protesto etmek istediklerinde söz konusu olmuş bir olay. Şurada detaylı bilgi var: https://www.tgrthaber.com.tr/gundem/-138773.html

[4] Buhr, M.& Kosing, A. (1976). Marksçı Leninci Felsefe Sözlüğü, Çev: Veysel Atayman, İstanbul: Konuk Yayınları.

[5] Rovelli, Carlo (2019). Miletli Anaksimandros ya da Bilimsel Düşüncenin Doğuşu, Çev. Atakan Altınörs, Bilge Kültür Sanat Yayınları, s.10.

[6] A.g.e. s.11.

[7] Karatani, Kojin (2018). İzonomi ya da Felsefenin Kökenleri, Çev. Ahmet Nüvit Bingöl, İstanbul: Metis Yayınları.

[8] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/trtde-sehitler-icin-tepki-ceken-sozler-ne-kaybi-yahu-herkes-gidecek-5652706/