Corona salgını dolayısıyla süreci yönetmek için danışılmak üzere oluşturulan Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ceyhan geçtiğimiz günlerde, “Allah neden virüsleri yaratmış? Çünkü insanların belli bir sayının üzerinde çoğalmaması gerekir. Yoksa insanlar yiyecek ekmek bulamaz”[1] diyerek konuşmuştu televizyonda. Yine aynı günlerde, her Ramazan ayında milyonlar aldığı TV programlarında döktüğü ve döktürdüğü göz yaşlarıyla ünlü ilahiyatçı profesör, buyruklarından uzaklaştığı için Allah’ın insanları uyardığını söyledi. İlkinin epidemiyolog olduğuna da dikkat çekelim. Bu Bilim Kurulu üyesinin ifadeleri, meşhur Malthus’un nüfus yasası teziyle ilahiyatın birleştirilmesine dayanıyor. Nüfus yasası görece yeni bir tez olsa da ilahiyatın kökleri uzun bir geçmişe dayanıyor. Yeryüzünün adaletsizliğini, eşitsizliğini, vahşiliğini insanların, iktidarların kabahati olarak görmek yerine başka nedenlere atfetmek yeni bir şey değil.
Günümüzden 25 asır önce İyonya’da yaşayan Hesiodos, kendi toplumunun yaşayış ve inanç düzenini anlatan şiirler yazdı ve bu yapıtlar günümüze ulaştı. Bu şiirler, insanın yaşamsal sorunlarını ve davranışlarını ele aldığı kadar, dünyayı ve yaşamı anlamlandırma düzeneğini içeren mitleri anlatır. Hesiodos’un İşler ve Günler yapıtı erkek kardeşi Perses arasında, ölen babalarının mal varlığıyla ilgili anlaşmazlığı konu aldığına göre daha çok günlük hayatın üzerine eğilir. Yine de günlük hayat, kozmoloji anlayışından bağımsız olarak anlamlandırılmaz. İşler ve Günler iki kardeşin tartışmaları boyunca anlatılan fabllar ve mitlerle doludur. Metinde çalışmanın kaçınılmaz bir kader olduğu, insanların da ancak bu kadari kabul ederek çaba gösterenlerin başarıya ulaşabileceklerinin anlatısı öne çıkar. Anlatılan öykülerde tembellik, adaletsizlik, sahtekârlık yerine, emeğin değeri öne çıkar. İnsanlar yıl boyunca sırt üstü yatmasınlar diye tanrılar, yer altına gizlemiştir yiyecekleri. Prometeus, ateşi çalıp insanlara verince Zeus, Prometeus’a kızıp insanlardan varını yoğunu saklayıp onları dertlere boğmuştur.[2] Tanrılar insanların rahat etmesini istememişler, onlara sürekli uğraşacakları dertler vermiştir. Hesiodos, insanlık tarihini Soylar Efsanesi olarak anlatır ve “İnsanın Beş Çağı” olarak dönemlendirilir. Bu dönemlendirme ütopik nitelikli bir Altın Çağ’dan başlayarak sürekli dejenerasyona uğrayarak gerileyen çağlar olarak sıralanmıştır.
Ütopik nitelikler taşıyan bir çağdır ve insanlar neredeyse ölümlü bir tanrı gibi yaşamaktadır. Asla üzüntü, keder ve zahmet çekmezler, öldüklerinde bile acı çekmeden uykuya dalarak ölürler. Sağlıkları hep yerinde, kolları bacakları hep dipdiri bu insanlara belalı ihtiyarlık da çökmüyordu:
“Sevinip coşuyorlardı gamsız şölenlerde,
Tatlıuykulara dalar gibi ölüyorlardı.
Dünyanın varı yoğu onlarındı,
Toprak kendiliğinden bereket saçıyordu.” (Satır 115-120)
Altın soylular, tanrılara saygılı, korkusuz, kedersiz, barış içinde yaşayıp gitse de neticede ölümlüydüler ve günü gelince öldüler. Aç gözlü olmadılar, hadlerini bildiler ve huzur içinde yaşayıp huzur içinde öldüler. Bu insanlar ölünce Zeus’un dileğiyle toprağı koruyan cin oluyorlar ve bir şerefe nail oluyorlar. İnsanlar ne kadar şükran duysalar da kendi hallerince değiller, kaderleri tanrılara bağlı. Tanrılar ikinci bir soy yaratıyor sonra. Tanrılar arasında da çekişme var. Zeus, Prometeus’a kızgın olduğu için topraktan Pandora adını verdiği bir kadın yapıyor ve Epimetheus’a gönderiyor. Prometeus’un kardeşi Epimetheus’u Zeus’tan armağan almaması konusunda daha önce uyarıyor. Armağan alırsa “ölümlülerin başını derde sokacağını” söylüyor. Epimetheus bu öğüdü unutuyor; Pandora’nın çekiciliğine kapılıyor ve armağanı alıyor. Hermes, Pandora’ya emanet bir küp vermiştir, küpü açmamasını da söyler ama Pandora küpü açar ve acılar, yorgunluklar, ağrılı hastalıklar yeryüzüne yayılır. Sadece umut küpün içinde kalır. Epimetheus, Prometheus’u uyarısını ancak armağanı aldıktan sonra hatırlıyor ama iş işten geçmiştir artık. İnsan soyu çoğaldıkça kötülük de çoğalacaktır:
“Eskiden insanoğlu bu dünyada
Dertlerden, kaygılardan uzak yaşardı,
Bilmezdi ölüm getiren hastalıkları.
Pandora açınca kutunun kapağını,
Dağıttı insanlara acıları dertleri.” (Satır: 90-95)
Gümüş soyluların boyları bosları da akılları da Altın soylulardan farklı. Çocuklukları yüz yıl sürüyor. Çocuklukları uzun sürse de ergin çağa gelince rahatları bozuluyor, bedence büyüseler de ruhlarındaki ölçü bilmez çocukluk sürüyor. Ölçü bilmediklerin için başlarını derde sokuyorlar hep arzularının peşinden koşuyorlar; birbirleriyle geçimsizler, bencil ve adaletsizler; tanrıları saymıyor, tapınaklara gitmiyorlar: “Ölümsüzleri saymıyor, tapınaklara gitmiyorlardı / Oysa uygar insanların yasasıydı bu.” (Satır: 137). Zeus onlara kızıyor ve onları toprağa gömüyor, şerefçe de Altın soydan aşağı koyuyor.
Gümüş soyu toprağa gömdükten sonra üçüncü olarak Tunç soyluları yaratıyor Zeus. Bunlar da kütük gibi, güçlü kuvvetli ama korkunç. İşleri güçleri azıtmak, ona buna saldırmak ve öldürmek. Etraflarına korku salıyorlar, taş kalpliler ve ekmek de yemedikleri için çalışmanın değerini de bilmiyorlar. Evleri ve silahları tunçtan; neredeyse belalarını kendi buluyor, yok oluyorlar:
“Bunlar kendi elleriyle yok oldular,
Çekip gittiler öbür dünyaya.
Ve dünyada ad bırakmadan gittiler
Küflü paslı Hades’in ürpertili karanlıklarına.” (Satır: 150-155)
Zeus boş durur mu bir kuşak daha yaratıyor. Bu soy daha bereketli, daha doğru ve yürekli, yarı tanrı kahramanlar soyu. Bu kahramanlar çetin savaşlar yaşıyorlar, yürekler acısı kargaşa dönemine denk gelmişler işte, yitip gidiyor hepsi. Mesela Troya Savaşı onların döneminde. Onların kahramanlık destanını Homeros anlatmıştır destanlarında. Gemilere binip Troya’ya gidiyor, savaşıp ölüyorlar.
“Kimilerine de Kronos oğlu Zeus, tanrıların babası,
İnsanlardan uzakta, dünyanın sınırlarında
Bir yurt ve bir hayat verdi mutlu ve ölümsüz.
Orada, o mutlu adalarda yaşıyor şimdi onlar.” (Satır: 160-165)
İnsanoğlunun beşinci soyu, Hesiodos’un yaşadığı dönemdir ama o bu soydan hiç hazzetmez: “Keşke o soydakilerden biri olmasaydım ben / Keşke daha önce ölseydim ya da daha doğmasaydım!” (Satır: 174-175) der. Neden sevmez peki, çünkü bu demir soyu, gündüz çalışır, didinir, ezilir; geceleri kıvranır durur. Tanrılar onlara her bir belanın hasını göndermiştir, buldukları sevinçler bile belalara bulanmıştır. Dindarlık ve erdemler ortadan kaybolduğu için, başkalarını düşünmeyen bencilce ve adaletsiz bir hayat ortaya çıkmıştır. Topraktan aldıkları nimetleri paylaşmazlar ve yetinmeyi bilmedikleri için uzak yerlere daha fazla zenginlik elde etmek için açgözlülüklerinin peşinden giderler. Çalışıp dururlar ama ellerinde avuçlarında bir şey de kalmaz. Kendilerini doyuranları doyurmazlar, çalıştıkları işçileri aç bırakırlar[3] Homeros da bu konuda Hesiodos gibi düşünür ve “Şu yeryüzünde bir gücü ve canlılığı bulunan varlıklar içinde hiçbir yaratık insan kadar zavallı değildir.” der.[4]
Hesiodos öylesine umutsuzdur ki kendi döneminin demir soylularını da Zeus ortadan kaldıracaktır ama daha beter ak saçlı insanlar soyu gelecektir. O zaman durum daha vahim seviyelere düşecektir:
“O zaman ak saçlı insanlar soyu gelecek.
O zaman ne baba oğullarına benzeyecek,
Ne de oğulları babalarına,
Ne ev sahibi konuğunu bilecek, sevecek,
Ne dost dostunu, ne kardeş kardeşini bugünkü gibi.
Yaşlanır yaşlanmaz hor görülecek ana baba,
Kaba kaba çatacaklar onlara” (Satır: 180-185)
Bu ak saçlı insanların devrinde tanrı saygısı bilmeyen mutsuzlar, vefa gütmeyen, karınlarını doyuranları aç bırakan insanlar egemen olacaktır; riyakarlık, yalancılık, yağcılık her yanı kaplayacaktır. Şu satırlardan sonra Ak Saçlı İnsanlar devrinde yaşayıp yaşamadığımıza karar verilemez mi?
“Ne yeminin değeri kalacak, ne doğrunun, ne iyinin,
Yalnız kötülere, azgınlara gidecek saygıları,
Hak güçlünün olacak yalnız, vicdan kalmayacak.
Kötü insan saldıracak iyi insana,
Yalana dolana kaçıp antlarını çiğneyecekler.” (Satır: 190-195)
Yirmi beş asırdan beri dünyada iyiyi, doğruyu, güzeli kuramamış bir insanlığın macerasını yazıyor şiirler ama Pandora’nın kutusunda umut kalmış en sona. Hesiodos’un bize mesajı açık, insan altın bir çağdan derece derece düşmüştür; gelecekte daha iyisini ummak da boşunadır. Çünkü İyonya’da eşitlikçi izonomi[5] ortadan kalkmış, bencillik ve aç gözlülük kötülüğü egemen kılmıştır. Hesiodos, atalarından duyduğu “altın” günleri yâd etmektedir, o altın günler, eşitlikçi komünal bir dönemdir, orada herkes yettiğince tüketir, paylaşır, misafire değer verir barış içinde yaşar; oysa şimdi servet edinme hırsı, aç gözlülük savaşlar ve çatışmalar doğurarak kötülüğün daha da artmasına sebep olmaktadır. Hesiodos kardeşi ile babasından kalan mallar konusunda bir sorun yaşamaktadır; ölçü çok önemlidir bu yüzden, kardeşine ölçülü olmayı önerir:
“Ama sen Perses, doğruluktan yana ol,
Aşırılığa kaptırma kendini.
Biz zavallılara iyi gelmez aşırılık,
Büyükleri bile yıpratır azgınlık,
Başlarına bela geldi mi, ezilirler altında.” (Satır: 210-215)
Yine de son sözü umutsuz bitiremeyiz, Hesiodos da bitirmez çünkü yeryüzünde adalet önünde sonunda sağlanacaktır:
“Doğru işlerden yana gidendir güzel yol,
Haklı kazanır önünde sonunda,
Çeke çeke aklı başına gelir budalanın.
Yeminler gelir eğri yargıların ardından
Ve Adalet yükseltir o zaman sesini
Rüşvetle hak yiyenlere karşı
Ve düşer ağlayarak ardına insanların,
O insanlar ki sürmüşlerdir Adalet’i haksızca
Evlerinden,
yurtlarından dışarı.” (Satır: 215-220)
[1] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/prof-dr-mehmet-ceyhandan-canli-yayinda-sok-sozler-272975h.htm
[2] Hesiodos (2016). İşler ve Günler, İş Bankası Kültür Yayınları, s.51
[3] Arslan, Arif (2018). Hesiodos’tan Marx’a Çalışma İdeolojisi, İstanbul: Sosyal Araştırma Vakfı Yayınları.
[4] Estin, C. Ve Laporte, H. (2002). Yunan ve Roma Mitolojisi, TÜBİTAK, s.127.
[5] Karatani, Kojin (2019). İzonomi ya da Felsefenin Kökenleri, İstanbul: Metis Yayınları.
lezbiyen porno