Tolere Edemediklerimiz
Nevra AKDEMİR
Faşizm daha da kurumsallaşıp şiddet tekelini, kendi eliyle meşru olmayan organlara yaydıkça kadınlar daha çok öldürülüyor, çocukları ölümleri bile aydınlatılmıyor, iş cinayetlerinde yitirilen canların yanına borç intiharları ekleniyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.” şeklindeki iç dökmesi günlerdir aklımda. Dışlanmış mafya liderinin videolarıyla zaten bildiğimiz pek çok suçu, özneleriyle ilişkilendirebildik. Yıllardır mücadelesi verdiğimiz normal bir ülkede politik bir mücadele haline gelmeyecek adalet taleplerinin hangi suç çarklarının içinde olduğunu gördük. Susurluk’tan sonra daha da küresel bir güç haline gelen çetelerin gözümüzün önünde somutlaşması, adları mıh gibi aklımıza kazılı Rabia Naz, İpek Er, Yeldana Kaharman, Nadira Kadirova gibi daha birçoklarının aydınlatılamayan ölümleri, korunan katilleri nasıl da bir suç örgütünün kapatamadığı suçlarıymış değil mi? Kadın cinayetlerinin politik olmasını bu açıdan düşünmüş müydük?
Söz kadın cinayetlerine gelmişken konuyla direkt ilgili bakanlıkların başında oturan devlet görevlisi dün bir açıklama ile gündeme geldi. Daha öncesinde Ensar Vakfı’ndaki korkunç istismar vakalarını kahkahalarla savunduğu arşivlik kayıtlar ortaya dökülerek. Olay şöyle: Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Belirlenmesi Araştırma Komisyonu’na katılarak sunum yapıyor ve pandemi döneminde kadına yönelik şiddet vakalarındaki artışın “tolere edilebilir” düzeyde olduğunu ifade ediyor. “Tolere edilebilir düzey” kavramını tam olarak anlamak için TDK web sitesindeki sözlüğe baktım: “`Hoşgörmek`, `kaldırmak, katlanmak, tahammül etmek` veya `gidermek` anlamlarındaki tolere etmek birleşik fiilinde geçer.” şeklinde tanımlanmış. Bakanlık öldürülen veya şiddete maruz kalan kadınların sayısının artmasını devlet gücünü elinde tutanlar adına hoşgörülebilir bir durum olduğunu itiraf ediyor bu noktada demektir.
“Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.”
Devlet gücü, bir şiddet tekeli ile oluşur. Modern devletlerde şiddet tekeli meşru ve vatandaşlarca denetlenebilir olması varsayımsal bir şarttır elbette. Charles Tilly, Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu isimli kitabında, tanımlanmış bir toprakta temel yoğunlaşmış zor araçlarını elinde tutan ve bazı bakımlardan aynı topraklardaki öteki örgütlenmeler üstünde öncelik hakkına sahip olan özgün örgütlenme olarak devleti tanımlar. Weberci bir devlet anlayışında ise belli bir bölge içinde fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran insan topluluğu tanımlamasından aslında, devlet denilen örgütlenmenin kimin elinde gücü nasıl kullanacağına dair bir sorunsal olduğunu görürüz. Dahası, toplumsal ilişkilerin sınıfsal okuması ile şiddet tekelinin de ezilenlerin boyunduruk altına alınmasındaki zorunlu rolü karşımızda belirir. Şimdi siyasi güç, sermaye birikimi ve mekan üzerindeki her türlü denetimin tek elde toplanmasının ve bu kontrol/güç araçlarının vatandaşlarca denetlenmediği bir durumu bireyler üzerinden ele alalım mı?
“87’de Ağar, 96’da Ağar, 2021’de Ağar… Emniyet müdürü, bakan ve şimdi de zengin bir iş insanı! Türkiye’de devlet, ekonomik yapı ve siyasetin 50 yıldır ne yöne evrildiğini en iyi anlatan onun kariyeri. Her aşamada iktidar mimarisine eklemlenebiliyor.” diyor gazeteci Bahadır Özgür. Çok eski bir soruyu ortaya atarak anlamlandırmak nasıl da mümkün bunları. Kadın cinayetlerinden gazetecilerin susturulmasına, sendikacıların öldürülmesinden sömürgeleştirmeye kadar varıyor düşünce silsilemiz değil mi? Kanalizasyon borusu patlamasına benzer şekilde ortalıkta varlığını bildiğimiz her pislik yüzüyor. Tepedekiler birbirinin kafasına bastırarak yüzeyde kalmaya çalışıyor. Her seferinde cinsiyetçi ve ırkçı söylemlerle kendilerini aklamaya çalışıyorlar, tüm yaldızlar döküldü.
Sadece Susurluk ve sonrasındaki mücadeleyi bile hatırlamak, bu şiddet tekelinin kime karşı ve nasıl işlediğini ortaya koyuyor işte. Katliamlar, tehditler, “beyaz Toroslar” biçim değiştirerek devam ediyor. Yüzler aynı. Bir bölüm daha çekilse adı “prostat” olabilecek Kurtlar Vadisi çiğliğinde. Faşizm daha da kurumsallaşıp şiddet tekelini, kendi eliyle meşru olmayan organlara yaydıkça kadınlar daha çok öldürülüyor, çocukları ölümleri bile aydınlatılmıyor, iş cinayetlerinde yitirilen canların yanına borç intiharları ekleniyor. Biz Peker-Soylu çekişmesini çekirdekle izlemiyoruz. Bu kavgadan medet ummuyoruz. Suç örgütü lideri meşruiyetini masasına koyduğu Marksist kitaplardan aladursun; biz evlerimize kadar giren şiddetin politik zeminini görerek her zeminde hepsiyle mücadele ediyoruz.
Helalleşmeyip hesaplaşacağız, “peynir gemisini” batıracağız!
ETİKETLER
BENZER İÇERİKLER