arama

“Misafir” Yazılır, Irkçılık Diye Okunur

Nevra AKDEMİR
Kimin misafir olduğunu kimin ülkede yaşamaya ve oy kullanmaya hakkının olduğunu tartışmak; “Ya sev ya terk et!” söyleminden farksızdır!
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Nevra Akdemir Nevra Akdemir
  • 1 Star
    Loading...

Son günlerde Türkiye’nin sosyal medya gündemi, yine ve son derece suni şekilde “Suriyeliler…” olarak başlayan ırkçı cümleler ve onlara yanıt verenlerle dolu. Ne oldu da gündeme yeniden geldi, diye baktığımızda, Türkiye’de yıllarca siyasi yelpazenin sosyal demokrasi gibi görünen tarafında kendini etiketleyen Fikri Sağlar’ın bir twiti ile başladığı söylenebilir. Genel mülteci ve göçmen düşmanlığını besleyen cümleleri tekrar etmenin dışında yeni bir şey yoktu bu paylaşımda.

Mülteci statüsünü, bir ülkede hukuki olarak nispi güvence altında yaşama hakkı olarak görebiliriz.

Birkaç rakam vererek konuyu ayakları üstüne getirmek istiyorum. Birleşmiş Milletler Mülteciler Bürosuna göre dünya üzerinde 82, 4 milyon zorla yerinden edilmiş kişi yaşıyor ve bunlardan sadece 26,4 milyonu mülteci statüsü alabilmiş. Mülteci statüsünü, bir ülkede hukuki olarak nispi güvence altında yaşama hakkı olarak görebiliriz. Yine aynı rapora göre 48 milyon kişinin kendi ülkesinde yerinden edildiğini ortaya koyuyor. Sığınma arayışında olan ve başvuru yaptığı halde henüz devletin yanıtını bekleyen kişiye ise sığınmacı dersek, dünyada 4,1 milyon sığınmacı var.

Peki mülteciler nereye gider diye baktığımızda, UNHCR’nin 2020 bir bakışta eğilimler raporuna göre yerinden edilmiş kişilerin yüzde 73’ünün komşu ülkelere gittiğini görüyoruz. Suriyeliler nasıl Ürdün, Lübnan, Türkiye’de yoğun olarak yaşıyorsa; örneğin Venezuelalılar da Kolombiya’da yaşıyor. Dünya üzerinde yerinden edilmişleri kabul eden ülkelerin nüfus yoğunluğuna göre sıraladığımızda ise Aruba adasının 6 kişiden 1’ini, Lübnan’ın 8 kişiden 1, Çuraçao’nun 10 kişide 1, Ürdün’de 15’te 1 ve Türkiye’de 23’te 1 oranda bu sıralamaya geldiğini görüyoruz. Dünya üzerine her sene 1 milyon çocuk da mülteci olarak doğuyor. Etiketiniz ne olursa olsun, hayat devam ediyor.

270 bin nüfuslu KKTC’de 300 bin Türkiyeli yaşıyor.

Suriyelilerin durumuna odaklanalım şimdi. Suriye nüfusunun çatışmalarının ilk yılı olan 2012 yılında 22 milyonun üstündeyken, 2020 yılında 17 buçuk milyona düştüğü tahmin ediliyor. Dünya üzerinde 6,7 milyon Suriyeli yaşıyor şu anda. Karşılaştırma açısından 4 milyon Venezuelalının, 2,6 milyon Afgan’ın, 1,1 milyon yeni darbe ile gündeme gelen Mymanmarlı’nın yaşadığını söyleyebiliriz. Türkiye’de ise ülke içinde yerinden edilmiş kişileri şimdilik dışarıda bırakırsak, 3.6 milyonu Suriye’den gelenler olmak üzere 4 milyon yerinden edilmiş kişi yaşıyor. Türkiye içinde de yine Suriye’ye komşu olan illerde daha yoğun yaşıyorlar, şöyle ki Kilis’te yüzde 75’ye yakın bir nüfus oranına sahipken, Antep, Hatay, Urfa yüzde 2o civarındadır. En fazla Suriyeli’nin yaşadığı yerler ise İstanbul ve Antep’i içine alan sanayi bölgeleri olarak öne çıkıyor. Bir de tarih bilgisi: Türkiye’nin zamanında 270 bin nüfuslu KKTC’de 300 bin Türkiyeli yaşıyor.

Göçmenlik ve özel olarak mültecilik hem cinsiyetli hem de sınıflı bir kavram.

Bu istatistiklerden iki şey çıkaracağız şimdi:

İlk olarak Suriyelilerle yoksulluğu paylaşıyoruz büyük oranda. Zira İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin (İSİG) verilerine baktığınızda iş cinayetlerinde ölen işler arasında isimlerini fazlasıyla görüyoruz. Göçmenlik ve özel olarak mültecilik hem cinsiyetli hem de sınıflı bir kavram. Aynı zamanda Suriyeliler kendi maddi sermayelerini de getirerek firmalar kurmuş durumda. Yaşamlarını neredeyse 10 senedir bir başka ülkede geçirmek zorunda kalan, yerleşen, okula giden, cenaze veren, kentlerin lezzet haritasının parçası olan insanların, elbette artık sınıfıyla cinsiyetiyle, mesleğiyle muhalefeti ve içindeki tüm katmanlarıyla Türkiye’nin bir parçası olduğunu söylemeye gerek varmış demek ki.

İkinci olarak ise vergilerimizle beslediğimiz konusundaki rezillikleri konuşmak. Zira Almanya gibi ülkelerde de benzeri bir şekilde ırkçılık kibarca veya kaba kuvvete dayanarak yapılıyor sürekli. Geçici koruma altına alınmak için iltica başvurusunda bulunanlar, bazı ülkelerde çalışma hakkına sahip olmaz. Onlar ülkenin kapısının önündeki bir “sırada” bekliyormuş gibi devlet güvencesinden yararlanmak zorundadırlar. Öncelikle Uluslararası hukuka dayalı olarak, devletlerin sorumlulukları gereği elbette tüm ülkeler yerinden edilmiş kişilerin başvurularını değerlendirmek zorundadır. Bu kişilerin vasıflarının tanınmaması, hemen iş bulma ihtimalleri olmaması ve gittikleri ülkenin gündelik hayatına kolayca dahil olamaması nedeniyle, elbette destekler yaşamsaldır. İkincisi Frontex ve benzeri anlaşmalar gereği, kabul bekleyen veya mülteci statüsünü alanlar iskan konusunun da gündemine gelir. Türkiye’de büyük ölçüde bu anlaşmalar kapsamında AB’den destek alıyor bu konuda. Bu yüzden de kolayca Belarus ve Türkiye gibi geçiş ülkesi olarak tanımlanan ülkelerin iktidarları sığınmacıları sınırlara yığmakla tehdit ederek, baskıcı iktidarlarına gelen eleştirileri karşılayabiliyorlar.

Sığınma arayışının başlangıç noktası, kişinin vatandaşı olduğu ülkede yaşadığı zulüm karşısında ortaya çıkan kaybın vatandaşla devlet arasında varsayılan vatandaşlık bağını yok ederek fiilen vatansız kılmasıdır. Bu açıdan kimin misafir olduğunu kimin ülkede yaşamaya ve oy kullanmaya hakkının olduğunu tartışmak; “Ya sev ya terk et!” söyleminden farksızdır! Siyasi yelpazenin hangi kanadında olursanız olun, yerinden edilmiş kişilere karşı tavrınız, ırkçılıkla mesafenizi belirler.