arama

Kozmopolis: Postmodern Bir Kapitalizm Eleştirisi

Arif ARSLAN
“Kapitalist piyasanın her şeye hakim olduğu, her şeyi kendi içine çektiği” gibi mutlak bir güç olduğu yaklaşımı kapitalist gerçekçiliğin bir biçimidir. Böyle düşünüldüğünde dünyada kapitalizmin sonunu düşünmek, dünyanın sonunu düşünmekten daha zor olmaktadır.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Arif ARSLAN Arif ARSLAN
  • 1 Star
    Loading...

Çağdaş Amerikan edebiyatının “dahisi” diye pazarlanan Don Delillo’nun yaşadığı dönemin iktisadi ilişkilerini ve ekonomi politiğini ele alan, eleştirel bilinci gelişkin bir yazar olduğunu düşünerek ilk kez bir romanını okumuş oldum. Ancak bu olumlu önyargım pekişmedi hatta artık geçerli değil. 2003 yılında yazılmış Kozmopolis[1], 2012 yılında ünlü yönetmen David Cronenberg tarafından sinemaya da uyarlanmış. Hikaye, kırk sekiz daireli evinden limuzini ile şehrin başka bir köşesindeki kuaförüne giden Eric Parker adında bir milyonerin bu yolculuğunu anlatıyor. Eric “her çeşit ülkeyle para ticareti yapmış” (s. 70) biridir (Burada “her çeşit ülke” katliamcı diktatörler tarafından yönetilen ülkeleri de kastediyor.) Başka bir milyonerin varisi olan şair Elise Shifrin ile evliliğinin üzerindense henüz üç hafta geçmiş. Yolculuk sırasında yanında güvenlikten sorumlu Torval, finans işlerini takip eden Shiner, kendisi de sanat galerisi sahibi olan ve Parker’a sanat eserleri temin eden ve yatağını paylaşan Didi Fancher gibi isimler yer alıyor.

Parker ve Shifrin yeni evlidirler ama her ikisi de henüz kendi dünyasından tam olarak çıkmış ve bir çift oluşturmuş değil. Shifrin kocasının mavi gözlü olduğunu bile bir hayli geç fark ediyor. Parker’ınsa onca zenginliğin içinde bütün derdi hâlâ Japon Yen’inin düşüp düşmemesi yani para piyasalarının anlık hareketlerine odaklı bir yaşamı var. Delillo odağa aldığı karakterler aracılığıyla zenginlerin dünyasının “boş”luğunu ve alttaki çalışanlar gibi onların da insani bir yabancılaşmışlıktan muaf olmadıklarını göstermek belki de. Ama bunu başarıyla yaptığı söylenemez. Eric Parker’ın kuş anatomisine meraklı oluşu ve bu konuda çok ayrıntılı bilgilere sahip olması, uzmanlaşmanın bir kendine kapanma olduğuna dair bir işaret olabilir belki. Parker sözde bilim ve şiir kitapları okuyor ama düşünce dünyasında bunların herhangi bir karşılığı yok. Bunları niçin sürdürdüğü de bilinmez, düşüncelerini paylaşacak herhangi bir arkadaşı yok. Kendisi de konuşmanın, paylaşmanın herhangi bir anlamı olduğunu düşünmeyen biri. Böyle birinin dünyasında, “Şiirler, soluk alıp verişinin bilincine varmasını sağlıyordu. Bir şiir, olağan durumlarda fark etmeye hazırlıklı olmadığı şeylere soyuyordu ânı.” (s. 5) ifadelerinin ne anlamı olabilir ki? Delillo’nun yarattığı karakter hani, kendisini öyle derinlikli biri olarak gösterme kaygısında biri de değil. Sanat meraklısı ama bunu içsel bir zenginleşme açısından yapmaktan çok “sahip olma” amaçlı olduğunu düşündürtecek sahneler var. Mesela tarihi Rothko Şapeli’ni satın almak istemesi ve bunu kişisel hırsından dolayı ısrarla istemesi, olsa olsa görgüsüzlüğüne yorulabilir.

Delillo’nun roman boyunca bağlamsız ve boşluğa söylenmiş felsefi cümlelerine ne demeli? “Freud bitmiştir, sıra Eistein’da. Bu gece Özel Kuram’ı İngilizce ve Almancasından okuyordu ama sonunda kitabı bir kenara koydu ve ışıkları söndürecek o tek sözcüğü söylemesini sağlayacak iradeyi toplamaya çalışarak hiç kıpırdamadan yattı. Çevresinde hiçbir şey olmuyordu. Yalnızca kafasındaki gürültü vardı, zamanın içindeki zihin.” (s. 6). Bu türden şaşalı satırlara sık sık rastlasak da temel bir felsefi bir bütünlük görmek zor romanda. “Bilgi peşindeyiz çünkü bilgi bize ileriyi görme imkanı verir.” diyen Parker’ı, şair karısı Elise şöyle yanıtlar: “Kendini bilmeye adamışsın. Sanırım bilgiyi alıyor sonra da onu muazzam ve korkunç bir şeye dönüştürüyorsun. Sen tehlikeli bir insansın. Haksız mıyım? İlerisini görebilen birisin.” (s. 18). Nereye kullanıyor Parker bilgisini, finans piyasalarında yükselen ve düşecek olan hisseleri ve para birimlerini takip etmeye. Yani zaten milyoner olan Parker paralarını daha fazla arttırmak için kullanıyor bilgisini. Bu kadar para içinde olmasına karşın hâlâ para kazanma derdinde olması içinde bulunduğu psikolojik güven arayışının bir neticesi olsa gerek.

Kendisini güvenlik tehdidi altında hisseden Parker, limuzininden pek az dışarı çıkıyor, Didi ile seks yapmak yahut yolda karısıyla karşılaştığı için yemeğe çıkıyor. Şehrin trafiği kilit durumda; Başkan gelecek diye güvenlik önlemi olarak polis bazı yolları kapatmış durumda. Bir taraftan da ekonomik kötü gidişat dolayısıyla aktivist grupların protestoları tuz biber olmuş ve sadece kuaföre gitmek için şehri limuzinle geçecek olan Parker bu sıkışmışlığın içinde kalmış durumda. Aslında bu kurgu, Delillo’nun söyleyeceklerini söylemesi için kurduğu bir düzenek. Çünkü bu yolculuk hem milyonerlerin de bütün sistemin içindeki sıkışmışlığı ve teknolojiye bağımlı olarak yaşamakta oluşunu hem de dışarıdaki hayata dair az buçuk fikirlerinin ne kadar yüzeysel olduğunu gösterebilme fırsatı sunuyor yazara. Romanda “yolculuk” kurgusunun yazara sunduğu çeşitli imkanlar vardır. Nehirde yüzen bir kayıktaki Sidharta, kayığın akışı sırasında nehrin kıyısında gördükleri üzerine düşüncelere dalabilir böylece. Eric Parker’ın bir türlü ilerlemeyen yolculuğu da yazara, kahramanının karşılaştığı durumlar hakkında düşüncelerini açığa çıkarma fırsatı sunuyor.

Kozmopolis yine de bazı sahneleriyle ekonomi politik açısından dikkate alınacak imgeler sunuyor. Hoop diye sahneye giren konuşmalardan biri Maliye bakanıyla ilgili. Maliye bakanı yanlış anlaşılabilecek bir konuşma yapıyor ve bu konuşma skandal etkisi yapıyor: “Bütün ülke bu yorumun dilbilgisini ve sözdizimini inceliyor. Öyle ki, mesele artık ne söylediği bile değil. Nerede durakladığı. Bu duraklamayı anlamlandırmaya çalışıyorlar. Mesele dilbilgisinden bile derin olabilir. Soluk alışı olabilir.” (s. 44). Kapitalizmin aktörlerin eylemlerinden bağımsız olarak bir eğilimi olduğu ve bütün mekanizmanın bu eğilim doğrultusunda hareket ettiği tezi üzerinden düşünürsek ekonominin “bazı” kişilerin söyledikleriyle gerçekten ne ilgisi olabilir? Ekonomi dediğimiz işleyiş gerçekte üretim-tüketim gibi somut varlıkların dünyasıyla ilgili değil midir? Elbette öyledir ancak kapitalizmin içinden geçildiği evresinde finansal işlemler, reel ekonomi alanından öylesine kopmuş vaziyettedir ki fizikte kelebek etkisi adı verilen ilke tam da ekonomi piyasaları için geçerli görünüyor. Bu noktada 19. yüzyılın son çeyreğinde klasik iktisadın emek değer teorisini aşmak amaçlı olarak ortaya sürülen neo-klasik iktisadın “marjinal fayda” esaslı iktisadi teorisinin eleştirisini yapmak gerekir. Metaların değerinin, içerdiği emek-zaman yerine, tüketici piyasanın ona atfettiği “değer” üzerinden okuyan anlayışın söz konusu finansal para piyasaları olduğunda, ilgi yönelimi ve güvenin yarattığı etkiye bir değer biçmesi peşinen gelir. Bu anlayışta, bir metanın değeri, onun gördüğü ilgiye bağlanır çünkü.

Eric Parker’ın yolunu tıkayanlardan biri de başkanı protesto eden anarşist gruplardır. Parker, protestoları da kapitalizme içkin olarak görür. Ona göre anarşistlerin yıkım dürtüsü zaten kapitalizmde var: “Yıkım dürtüsü yaratıcı bir dürtüdür. Bu aynı zamanda kapitalist düşünceye de damgasını vurmuştur. Yıkım mecburiyeti. Eski sanayiler acımasızca yok edilmeli. Yeni pazarlar zorla ele geçirilmeli. Eski pazarlar yeniden sömürülmeli. Geçmişi yık, geleceği yap.” (s. 85). Ona göre her şeyi belirleyen piyasa kültürüdür, muhalifler de piyasanın ürünüdür. Marx ve Engels, kapitalizmin kendi mezar kazıcılarını ürettiğini söylemişti ama günümüz kapitalizmindeki protestocular Eric Parker’a göre o mezar kazıcılar değil: “Bu insanlar piyasanın yarattığı bir fantezi. Piyasanın dışında var olamıyorlar. Buranın dışına çıkabilmek için gidebilecekleri bir yer yok. Dışarısı da yok zaten.” (s.83). Eric limuzinindeki ekrandan polisin kovaladığı bir genci izlerken, “Piyasa kültürü bir bütündür. Bu adamları ve kadınları doğurur. Onlar tiksindikleri sistem için gereklidirler. Ona enerji verir ve onu tanımlarlar. Piyasanın güdümündedirler. Dünyanın piyasalarında ticaretleri yapılır. Varlıklarının nedeni budur, sistemi dinçleştirmek ve kalıcı kılmak.” (s. 83). Bu noktada romandan şöyle bir uzaklaşıp gerçek hayata dönersek o yıllarda sokak protestolarında aktif olarak yer almış düşünür David Greaber bu protestoların, doğrudan eylemler olarak yenilerine “sirayet” etme gücü olduğundan bahseder.[2] Üstelik, “kapitalist piyasanın her şeye hakim olduğu, her şeyi kendi içine çektiği” gibi mutlak bir güç olduğu yaklaşımı kapitalist gerçekçiliğin bir biçimidir. Böyle düşünüldüğünde dünyada kapitalizmin sonunu düşünmek, dünyanın sonunu düşünmekten daha zor olmaktadır. Eric Parker bu noktada Komünist Manifesto’dan bir uyarlamayla, “Dünyada kapitalizmin hortlağı dolaşıyor.” (s. 88) diye düşünmektedir; böyle olduğunda da protestocular ancak “kapitalizmin yağlayıcıları” (s. 91) olarak görülür. Postmodern söylemin en belirgin yanı kurunun yanında yaşı da yakmaya kalkmasıdır. “Tamam” der, “kapitalizm kötüdür ama fakirler de birbirini yiyor. Buradan çıkış yok bu yüzden.” Biz şunu biliriz yine de “böyle gelmiş böyle gider” diyen biri ancak mevcut efendiye hizmet ediyordur.

Bir roman olarak Kozmopolis, ne estetik ne de felsefi-teorik bakımdan başarılı. Kurgusu ve karakterlerinin bölük pörçüklüğü felsefi teorik yanar dönerliği ve analiz yetersizliği bir değer ve önem atfetmemize izin vermiyor. Her şeyi aynı kefeye koyarak kirli suyla bebeği de atıyor.

[1] Don Delillo (2008). Kozmopolis, Türkçesi: Gül Çağalı Güven, İstanbul: Everest Yayınları. (Metin içinde yapılan alıntılarda verilen sayfa numaraları bu basıma aittir.)

[2] David Graeber, Tersine Devrimler: Siyaset, Şiddet, Sanat ve Hayalgücü Üzerine Denemeler, İstanbul: Everest Yayınları, s. 27.