Bir: Uygarlık Merkezi Oynaktır, Uygarlık Yer Değiştiriyor
Uygarlık ve üretimin merkezi yer değiştiriyor. Yüzlerce yıl boyunca uygarlığın ve üretimin merkezi Ortadoğu /Akdeniz havzası oldu. 16. yüzyıldaki coğrafi keşifler ve dolayısıyla ticaret yollarının değişmesi ile bu havza eski önemini yitirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü büyük ölçüde bununla ilgilidir. Uygarlığın ve üretimin yeni merkezi Uzakdoğu/Pasifik bölgesidir. Uygarlık, negatif ve pozitif yanlarıyla ikili anlama sahiptir. Bir yanıyla insanların sınıflara bölünmesi, özel mülkiyetin, sömürünün, devletin, ordunun, dinin ve paranın ortaya çıkması; bir yanıyla da sadece doğada hazır bulduğu ürünleri tüketerek beslenen insanların artık üretken hale gelmesi anlamına gelir. Üretken hale gelen insan, bir süre sonra artı üreten bir ekonomiye geçişin koşullarını yaratır.
Artı ürünle birlikte yazı, tapınak, mimarlık, bilim, felsefe ve sanat ortaya çıktı. İnsanlık iki yüz bin yıl boyunca Afrika’dan bütün dünyaya yayıldı. Günümüzden yirmi bin yıl önce yeryüzündeki bu yayılma tamamlandı. Yirmi bin yıldan bu yana artık insan türünün yeryüzünde ayak basmadığı bir toprak parçası kalmadı. Son on bin yıldan bu yana da tarım başladı, hayvanlar ehlileştirildi, önce köyler, sonra kentler kuruldu. Yazının bulunması, tapınakların kurulması, madenlerin kullanılması, çanak-çömlek yapımı, sulama kanallarının inşası hep bu on bin yılın içinde gerçekleştirildi. 16. yüzyıla dek, insan türünün ilk ortaya çıktığı Afrika değil, Ortadoğu ve Akdeniz uygarlığı bütün bu gelişmelerin merkezinde oldu. 16. yüzyıldaki coğrafi keşiflerle birlikte Ortadoğu/Akdeniz havzası eski dinamizmini ve önemini yitirdi. 19. yüzyılın sonunda petrolün keşfedilmesiyle birlikte, geçmiş yüzyıllardaki kadar olmasa da Ortadoğu yeniden dünyanın en önemli merkezlerinden biri haline geldi. 150 yıl boyunca dünyadaki en büyük savaşlar ve gerilimler bu bölgenin, enerjinin ve enerji yollarının ele geçirilmesi için yapıldı. Fakat şimdi bilinen petrol rezervleri tükeniyor. Sorun sadece rezervlerin tükenmesi de değil, uygarlık artık petrol dahil geniş anlamda fosil yakıtlardan kurtulmaya çalışıyor. Çünkü fosil yakıtlar; geniş anlamda sanayi uygarlığı, küresel ısınmaya, ısınma da iklim değişikliklerine neden oluyor. Hem rezervlerin tükenmeye başlaması, hem de insanlığın fosil yakıt teknolojilerinden vazgeçmek istemesi nedeniyle Ortadoğu, son 150 yılda yeniden kazandığı önemini artık yitiriyor. Uygarlığın yeni merkezi Çin’in olduğu Uzakdoğu/ Pasifik havzasıdır. Havza şu an bile küresel ticaret hacminin % 30’unu ve Dünya ekonomik büyüklüğünün % 23’ünü kapsıyor. Dünya genelindeki ekonomik büyüme ortalaması % 4 iken, bu bölgede % 5’in üzerinde. Dünya’nın en büyük üç ekonomisi ABD, Çin ve Japonya Pasifik’te. Tarihte ilk defa Pasifik üzerinden yapılan ticaret Atlantik’i geçti.
Uygarlık merkezinin kaymasının nedenlerini şu şekilde özetleyebiliriz:
a) ‘Sanayi 4.0’ veya ‘5G Teknolojisi’ olarak tanımlanan üretici güçlerdeki ve onun en önemli bileşeni olan bilim ve teknolojideki gelişmenin esas merkezi giderek Pasifik havzasına doğru kaymaktadır.
b) Genel anlamda Dünya’daki üretimin merkezi, Dünya’nın fabrikası Uzakdoğu’dur.
c) Sanayi uygarlığının temel enerji kaynağı buhar gücü ve kömürdü. Buhar ve kömür hem temel hareket ettirici ‘güç’, hem de mekânlar ve şeyler arasındaki ilişkiyi ivmelendiren ‘hız’ anlamına gelmekteydi. Sonrasında temel hareket ettirici güce elektrik, petrol ve doğal gaz gibi diğer fosil yakıtlar, nükleer santraller ve yenilenebilir enerjiler eklendi. Ancak bütün diğer enerji türlerine rağmen sanayi uygarlığının temel enerji kaynağı, merkezinde petrolün olduğu fosil yakıtlardır. Fakat fosil yakıtlar küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine neden olduğu için insanlık önümüzdeki 30-40 yıl içinde fosil yakıtların kullanımını minimalize etmeye çalışıyor.
d) Sanayi uygarlığının temel enerjisi fosil yakıtlar, temel teknolojisi ise içten yanmalı motorlardır. İçten yanmalı motorlar temel hareket ettirici güçtür ve hızı çok arttırmıştır. Bilindiği gibi bu motorlar, günlük hayatımızda en fazla otomobillerde kullanılıyor. İnsanlık, tarihi boyunca ‘hareketi’, hareketi sağlayacak ‘enerji’yi ve ‘hız’ı arttırmayı en temel problem olarak görmüştür. Binlerce yıl boyunca hareketin gücünü insan, hayvan, su ve yel değirmenleri sağladı. Köle emeği, hayvan gücü ve saban temel üretici güçtü. Hız ise binlerce yıl boyunca neredeyse hiç değişmedi. Mesafeler arasındaki ilişkinin hızı, atın hızı ile ölçülüyordu. Yani beygir gücüyle. İçten yanmalı motor teknolojisinin kullanılmaya başlamasıyla birlikte hız dramatik biçimde arttı. Artık sesten hızlı uçaklar kullanılabilir durumdadır.
İki: Fosil yakıtlar ve içten yanmalı motorlar kapitalist uygarlığın temel taşıyıcısı ve kârın da kaynağıdır.
Fosil yakıt kullanımının adım adım terkedilmeye başlanmasıyla birlikte içten yanmalı motor teknolojisi de eski önemini yitiriyor. Hibrit modeller, elektrik ve güneş enerjisi pilleriyle hareket eden araçların üretimdeki payı giderek artmakta. Gelecekte fosil yakıtlarla birlikte içten yanmalı motorlar da önemini yitirecektir. Hem fosil yakıtların hem de içten yanmalı motorların kullanımından vazgeçilmesi Ortadoğu’nun merkezi önemini yitirmesinin en önemli nedenlerinden birisidir.
e) Enerji kaybının en önemli sebebi ‘sürtünme’dir. Magnev teknolojisi (mıknatısta olduğu gibi itme-çekmeye dayanıyor) ve süper iletkenler hem enerji kaybını, hem de sürtünmeyi minimum düzeye indirecek şekilde gelişiyor. Çin’de çok sınırlı bir alanda kullanımda olan; Japonya ve Almanya’da denemeleri yapılan magnev ve süper iletkenler teknolojisi ile üretilmiş trenlerin hızı saatte 570 km/saattir. Magnev teknolojisi ve süper iletkenler, içten yanmalı motorların yerine kullanılacak şarj edilebilir pillerle hareket eden otomobil teknolojileri ve yenilenebilir enerjiler, Ortadoğu’nun son 150 yıldaki önemini kaybetmesine neden olacak. Hem üretici güçlerdeki gelişmeyi sağladığı, hem de Dünya’nın üretim merkezi olduğu için 21. yüzyılda uygarlığın merkezi Uzakdoğu olacak. ABD bundan dolayı Haziran ayında yapılan NATO toplantısında Çin’i ‘düşman’ ilân etti. Bunun için 15 Eylül’de İngiltere ve Avustralya’yı yanına alarak Pasifik bölgesinde AUKUS Paktı’nı kurdu. Bunun için Hindistan, Japonya ve Avustralya ile birlikte QUAD dörtlü işbirliği paktını yeniden canlandırdı ve donanmasının % 68’ini Pasifik bölgesine kaydırdı. Afganistan’dan çekildi, Ortadoğu ve Irak’tan da çekilmeyi düşünüyor. Fakat ABD için Ortadoğu’da İsrail’in güvenliği meselesi önemini hiç yitirmeyecek. Ortadoğu, 20. yüzyıldaki eski önemini yitirse bile İsrail’in güvenliği meselesi hiçbir zaman ihmal edilmeyecek. ABD’nin Kürt sorunundaki duyarlılığının bir nedeni de İsrail’in güvenliği meselesidir. ABD, artık her iki meselede yapacağı hamleleri birbirleriyle ilişkisi içinde düşünerek atıyor. İki; ABD, siyasal İslâm’dan vazgeçti, siyasal İslâm ömrünü doldurdu. Uygarlık merkezinin Ortadoğu/Akdeniz havzasından Uzakdoğu/Pasifik havzasına kaymasının sonuçlarından biri de ABD’nin siyasal İslâm’dan vazgeçmesi oldu. NATO’nun kurulduğu 1952 yılından beri siyasal İslâm ivmesini hiç kaybetmeksizin ABD eliyle örgütlendi. Fakat artık ABD için siyasal İslâm kullanışlı bir araç olmaktan çıkmış durumda. Çünkü ABD’nin yeni dönemde stratejik anlamda düşman ilân ettiği Çin’le gerilimde siyasal İslâm kullanışlı bir araç değil.
Siyasal İslâm esas olarak bir NATO projesi olarak ‘Soğuk Savaş’ döneminde, Sovyetler Birliği başta olmak üzere sosyalist sisteme karşı örgütlenmişti. Sosyalizmin iç Asya’da ve Ortadoğu’da yayılmasını önlemek ve Sovyetler Birliği’ni ”yeşil kuşak” ile çevrelemek için siyasal İslâm kullanıldı. Bugün Taliban yönetimindeki tarih dışı bir devlet olan Afganistan ve Ortadoğu’daki S. Arabistan, Katar, BAE, Bahreyn, Kuveyt ve Umman türünden gerici yönetimlerin hepsi ABD’nin ”yeşil kuşak” siyasetinin ürünleridir veya o politikalar sayesinde varlıklarını devam ettirebilmişlerdir. Başlangıçta siyasal İslâm, sosyalist sistemin yayılmasını engellemek için desteklendi ve kullanıldı. Fakat 1989’da Sovyetler Birliği ve sosyalist sistem çökünce siyasal İslâm ‘medeniyetler çatışması’ ekseninde negatif bir motivasyon kaynağı haline getirildi ve yine elverişli bir araç olarak kullanıldı. Geniş Ortadoğu ve K. Afrika dahil “orta kuşak” Müslüman ülkelerde siyasal İslâm, “küreselleşme”nin önüne engel olarak çıkabilecek ulusalcı yönetimlere karşı ümmetçi motivasyonuyla sermaye hareketlerinin önündeki ulusal sınırların kaldırılmasına hizmet edecek bir araç işlevi gördü. Hem NATO’nun kurulduğu 1952’den 1989’a dek sosyalizmin yayılmasına, hem de 1989 sonrasında sermaye hareketlerinin yayılmasına engel olabilecek ulusalcı güçlere karşı siyasal İslâm elverişli bir araç olarak kullanılmış oldu. Fakat ABD artık siyasal İslâm’dan vazgeçti. Bunun ilk nedeni Uzakdoğu’ya kaymakta olan uygarlık merkezi bölgesinde siyasal İslâm’ın “medeniyetler çatışması” ekseninde bir gerilim kaynağı olamayacağı gerçeğidir. İkinci nedeni palazlanan ve iktidarlaşan siyasal İslâm’ın kontrolden çıkması, Selefi radikal grupların önünü açmasıdır. Üçüncü nedeni ise, emperyal sermayenin derinleşen pazar ihtiyacına yeterince hizmet edememesidir. Uluslararası sermaye artık hiçbir yerel sınıra takılmaksızın serbest bir şekilde hareket etmek ve girdiği her bölgedeki tüm bireyleri birer tüketici haline getirmek istiyor. Tek başına araba kullanması yasak olan Müslüman ülkelerdeki kadınların otomobil satın alabilecek tüketiciler haline ve herkesin cep telefonu, bilgisayar türünden kişisel bilişim-iletişim teknolojisinin birer müşterisi haline getirilebilmesi türünden pazardaki derinleşmeye duyduğu ihtiyaç, siyasal İslâm’ın aşılmasını gerektiriyor. Siyasal İslâm, küresel sermayenin ihtiyacı olan ekonomik-siyasi-hukuki ve güncel hayata dair düzenlemeleri yapabilecek uyum yeteceğini yitirmiştir. ABD bundan dolayı siyasal İslâm’dan vazgeçti. Bunun ilk işaretini Mısır’da verdi. Mısır’da İhvan (Müslüman Kardeşler) yönetimindeki rejim bir askeri darbeyle devrildi. Hemen peşi sıra İhvan’ın günümüzdeki en önemli ideolojik önderlerinden biri olan Raşid Gannuşi, “Biz siyasal İslâm’dan vazgeçtik” diye açıklama yaptı. BAE ve S. Arabistan, İhvan’la yakın ilişkileri nedeniyle Katar ve Türkiye ile ilişkilerine mesafe koydu. Yine Sudan’da İslâmi referanslarla iktidar olan ve Türkiye ile yakın ilişki içindeki El Beşir yönetimi, askeri ve sivil güçlerin işbirliğiyle yönetimden uzaklaştırıldı. Siyasal İslâm ve onun en önemli temsilcisi İhvan’a karşı tavır, Kasım 2020 ABD seçimleri ardından giderek arttı. Önce Katar İhvan’la ilişkisine mesafe koydu ve bunun ardından ABD’nin de telkinleriyle BAE ve S. Arabistan’la yeniden ilişkilendi. S. Arabistan’da liberalleşme yönünde kararlar alındı. Kadın haklarının sınırları genişletildi. Katar’da krallığın yetkilerini kısmen sınırlayacak Danışma Meclisi seçimlerinin 20 yıl aradan sonra yapılması karar altına alındı. Tunus’ta meclis başkanı Gannuşi ve mevcut hükümet devlet başkanının müdahalesiyle görevden alındı. İhvan’ın en etkin olduğu ülkelerden biri olan Tunus’ta yeni kabineyi kurması için özellikle bir kadın başbakan görevlendirildi. Fas’ta 8 Eylül’de yapılan seçimlerde İhvancı AKP Partisi meclisteki sayısal çoğunluğunu yitirdi. Sahip olduğu 125 milletvekilinden sadece 15’ini yeniden meclise sokabildi. Yine Fas’ta başkent Rabat dahil Marakeş ve Kazablanka gibi Fas’ın en önemli üç şehrinde kadınlar belediye başkanı seçildi. Ürdün başta olmak üzere Arap Birliği ülkeleri yeniden Suriye ve Esad rejimiyle ilişkilendi. Suriye’de İhvan ve radikal İslâmcı güçler savaşı kaybetti ve şu an Türkiye’nin koruması altında İdlib’e sıkışmış durumdalar. Siyasal İslâm Taliban’ın yeniden iktidar olduğu Afganistan ve Sahra altı Afrika bölgesi hariç, bütün Dünya’da mevzi kaybediyor. Afganistan ise siyasal İslâm açısından bir kazanım değil, tam tersine tarih dışı yönetim anlayışıyla negatif bir model işlevi görmektedir. Dünya’da hiç bir halk ya da tekil insan Afganistan’da yaşananlara bakarak İslâmi bir yönetim altında yaşamak istemeyecektir. Taliban’ın iktidarlaşması Müslüman ülkelerde tersinden lâikliği güçlendirecektir. Emek, kadın ve çevreci hareketler, önümüzdeki dönemde bütün Dünya’da yükselişe geçecek toplumsal muhalif kesimlerdir. Siyasal İslâmın bu toplumsal kesimlerin yükselen taleplerine dair verebileceği hiç bir cevabı yoktur.
Siyasal İslâmı ve İhvan’ı referans alan Ortadoğu’daki tek ülke şu an Türkiye’deki mevcut yönetimdir. AKP yönetimi, uluslararası ve yerli sermaye ile yargı ve güvenlik bürokrasisinin oluruyla 2002’de iktidar oldu. Şu anda hem ABD, hem de TÜSİAD başta olmak üzere geleneksel sermaye güçleri siyasal İslâm’dan vazgeçtiler. Dolayısıyla mevcut yönetimin bu dalgaya karşı koyabilmesinin tarihsel koşulları bütünüyle ortadan kalkmıştır. Yönetimin iktidarda kalacağı günler sayılıdır. “Saray” şimdiye dek yurtdışından en büyük uluslararası desteği ABD’de Trump ve Almanya’da Merkel’den alıyordu. Trump 2020 sonunda, Merkel ise Eylül 2021 yılında görevden ayrıldı (Merkel kağıt üstünde Aralık ayına dek görevini devam ettirecek). Dolayısıyla Erdoğan en büyük destekçilerini kaybetti. Şu an hem Bidenlı ABD yönetimi hem de AB, Erdoğan ile birlikte çalışmak konusunda isteksiz duruyorlar. Biden, Erdoğan ile özel (randevulu) bir görüşme yapmaktan ve Türkiye-ABD arasındaki ciddi sorunları konuşmaktan özellikle kaçınıyor. Sorunları bir biçimde çözüp Erdoğan’ın elini güçlendirmek istemiyor. İçeride ise geleneksel (TÜSİAD) sermaye(si) de artık AKP ile çalışmak istemiyor. Çünkü AKP; a) Artık kitleler nezdinde sermaye düzeninin hegemonyasını devam ettirebilecek rıza/onay üretemiyor. b) Sermayenin genel çıkarlarını değil, MÜSİAD ve beşli müteahhit oligarşisi türünden özel bir sermaye grubunun çıkarlarını kolluyor. c) Uluslararası sermaye ve yerel sermaye arasında istikrarlı bir ilişkilenme sağlayamıyor.
d) Siyaset, hukuk ve ekonomi alanında, devlet kurumlarında ve kültürel hayatta yarattığı deformasyonlar
ile sistemin sürdürülebilirliğini riske sokuyor. Uluslararası ve yerel sermaye dışında dışişleri, yargı ve güvenlik bürokrasisi de mevcut yönetimle çalışmak konusunda eskisi kadar istekli değil. Kuşkusuz 2002’de AKP’yi iktidara taşıyan geleneksel/Kemalist elitlerden oluşan yüksek bürokrasi eski gücünü epeyce yitirmiş durumda. AKP her geçen yıl boyunca yüksek bürokrasi içinde çok ciddi biçimde mevzi kazandı. Fakat bugün geride ne kadar kaldıysa, kalan güçler artık ‘Saray’ ile birlikte yürümek istemiyor. Kılıçdaroğlu’nun Merkez Bankası başta olmak üzere AKP yanlısı bürokrasiye yaptığı sert uyarılara bakarak geleneksel bürokratik aygıtın içinden destek aldığını söylemek mümkün. Cumhuriyet’in kurucu değerlerini bu düzeyde eritmesi, sol’a karşı örgütlenen siyasal İslâm’a toplumsal muhalefetin zayıflığı nedeniyle eski biçimiyle ihtiyaç duyulmaması ve geleneksel güçlü konumunu kaybetmesine neden olduğundan dolayı yüksek bürokrasinin, AKP yönetimiyle artık çalışmak istemediğini söyleyebiliriz.
Üç: Bugün birçok çatışmanın sebebi olan çelişkiler, yakın gelecekte eski önemini yitirecek.
Bugün Ortadoğu başta olmak üzere Dünya’nın birçok bölgesinde din, mezhep ve etnik kökenli çelişkiler nedeniyle büyük çatışmalar yaşanıyor. Özellikle 1989 sonrasında Sosyalist Blok’un çöküşü ardından bu çatışmalar ABD’nin “medeniyetler çatışması” ekseninde tırmandırıldı. Emperyalizmin kışkırtmasıyla Avrupa’nın göbeğinde Yugoslavya’da din ve etnik kökenli çatışmalar nedeniyle 250 bin kişi öldü ve Yugoslavya altı parçaya bölündü. Afrika Kongo’da Hutu ve Tutsi kabileleri arasında yaşanan iç savaşta 1 milyondan fazla insan öldü. Yine aynı nedenlerle, din, mezhep ve etnik köken çelişkileri nedeniyle Kafkasya ve Ortadoğu dahil, bölgemizde ise Gürcistan-Abhazya, Rusya-Çeçenistan, Azerbaycan-Ermenistan arasında ve Ukrayna, Lübnan, Filistin, Yemen, Irak, Libya ve Suriye’de yaşanan iç savaşlarda milyonlarca insan öldü ve çatışmalar halen devam ediyor. Kürt meselesinden kaynaklı olarak benzeri çatışmalar, ülkemizde de 1984’ten beri sürüyor. Emperyal “medeniyetler çatışması” kışkırtması ve “kimlik” siyaseti merkezli hak arama talepli mücadeleler, günümüzün en temel gerilim nedenlerindendir. Bu durum bir süre daha devam edecek. Ama bugün bizim için çok önemli olan bu çatışma nedenlerinin 3-5 on yıl sonrasında neredeyse
hiçbir anlamı kalmayacak. Türk-Kürt, Arap-Yahudi, Fars-Arap, Çeçen-Rus, Azeri-Ermeni veya Müslüman-Hristiyan, Yahudi-Müslüman, Alevi-Sünni kesimler arasında sürmekte olan etnik, dini ve mezhep kökenli bütün çelişkiler bugünkü düzeydeki önemini yitirecekler. Çünkü insanlık gerçek anlamda daha büyük yaşamsal sorunlarla karşılaşacak. Kapitalist uygarlığın kök nedeni olduğu küresel ısınma kaynaklı iklim değişikliğinin beraberinde getireceği problemler, var oluşa dair gerçek yaşamsal sorunlardır ve onlar bu türden “kimlik eksenli” tüm çelişkileri önemsizleştirecektir. Bugün toplumlar arasında büyük çatışmalara neden olan gerilimlerin yakın gelecekte hiçbir önemi kalmayacak.
(devam edecek)