e
sv

Kiev’deki Adam: Nereden Okuyoruz?

1288 Okunma — 20 Haziran 2022 19:59
Ahmet Bülent ERİŞTİ
Malamud belli ki Deleuze’ün Spinozacı keder ve neşe kavramları üzerine konuşurken vurguladığı üzere, “kederli tutkular tattırmak iktidarın işleyişi için zorunludur” çünkü “tebaalarının kederlerine ihtiyaçları” vardır iktidarların sözlerinin değeri üzerine bir muhalif kimlik inşa etmek üzere seçmiş Yakov’u.

Romanda Aristotalesçi gerçeğe uygunluk, inandırıcılık düzlemindeki bir gerçekçilik anlayışı çok geride kaldı. Roman yirminci yüzyılda gerçeğin anlatılmasının gerekliliği baskısını aştı; dahası Joyce, Kafka gibi romancılar gerçeklik fikrini, gündelik dilin algı ve ifade etme yolundan koparacak kadar uzaklaştırdı. Gerçek; düz, basit bir bakış ve dille algılanamayacak kadar derindeydi, öyleyse onu zamanın ve cümlelerin düz akışıyla anlatmak da mümkün değildi. Denilebilir ki modernizm ve yeni estetik bakış, on dokuzuncu yüzyılın realist romanının iki büyük savaş yaşamış, kapitalizmin yarattığı çok boyutlu, karmaşık sorunların yaşandığı bir dünyayı ve onun insanını kapsayıcı biçimde anlatamayacağını söyledi.

Romanın, doğuşuyla birlikte gerçeklikle kurduğu ontolojik bağ yok olamazdı ama gerçeğin ne olduğu sorusunun yanıtını vermenin de kolay olmadığı anlaşılmıştı. Gerçeğin var olanın yansıtılmasından öte yeniden yaratılması, hem bu soruyu yanıtlamak hem de romanın yeni hayatı kuşatabilmesi bakımından gerekliydi.

Bernard Malamud’un 1966’da yayımlanan Tamirci (The Fixer) romanı yayımlandığı yıllarda ses getirmiş, uluslararası ödüller almış ama çok da popüler olamamış bir roman. Türkçeye 1972’de Kiev’deki Adam adıyla çevrilmiş.[1] Malamud yukarıda andığım modernizm anlayışından uzak bir dil ve anlatım tekniğiyle yazmış Tamirci’yi. Cümleler kısa ve akıcı. Olaylar girişteki ilk bölüm dışında düz bir zamansal akışla veriliyor. Roman kişisi Yahudi Yakov Bok’un başından geçenler kafkaesk bir hikâye ama romanın kurgusu, üslup ve “gerçeklik” aktarımı kafkavari anlatımdan uzak, çıplak bir yalınlıkta; betimleyici bir dille sunuluyor. İç konuşma ve bilinç akışına başvurma da çok az. Her şey geleneksel on dokuzuncu yüzyıl roman yazım tekniğine uymanın ötesinde, yaşanmış bir olayı neredeyse haber doğruluğuyla aktardığı için intihalle suçlanmış Malamud. Konu doğrudan 1913’te Kiev’de tıpkı romanda da olduğu üzere bir tuğla fabrikasında çalışırken bir çocuğu öldürdüğü suçlamasıyla tutuklanıp uzun süre yargılanan ve jürinin tamamının Slav olmasına yönelik tepki sayesinde serbest kalmış Menahem Mendel Beilis’in gerçek hikâyesi. Mendel yaşadıklarını 1926’da The Story of Sufferings (Acılarımın Tarihi) adıyla kitap haline getirip bastırmış. Malamud, bu kitaptaki anıları olduğu gibi almakla suçlanmış!

Malamud duyularla algılanan bir gerçeklik üzerinden, olay kurgusu yapmış. Hiçbir alegoriye, soyutlamaya, simgeler ve simgeselliğe başvurmadan sadece acıklı bir hikâye anlatmış ama Tamirci yine de dar bir okur çevresinde “sıkı” edebiyat olarak görülmüş, kimi yazarlar tarafından da övülmüş. Tim Parks’ın işaret ettiği üzere her okur bir romanı “kendi tarafından” okur.[2] Bu anlaşılır bir durumdur ama salt okurun bakışından değil edebiyatın mutfağından da övücü sözler geliyorsa bir romanın niteliklerine dair hiç ölçüt olmayacak mı? Tam burada, tekrar sorulmalı: Okur acaba Tamirci’yi ya da başka bir romanı kurmaca gücünden mi yoksa tarihsel, toplumsal, kültürel kodları olan epistemik bir veriden mi etkilenerek seviyor?

Bunu cevaplamak yerine Malamud’un gerçekçi romanda neler yaptığına bakalım:

1.Tarihsel Roman

Tamirci, Rusya’nın Kiev şehrinde 1905 yılında yaşanan bir olayı eş zamanlı akışla anlatıyor. Küçük tamircilik işleriyle geçinen Yakov, “ömrünce gün görmemiş” “sefil bir hayat yaşamış” ,“az buçuk Torah ve Talmud, tarih, coğrafya, aritmetik” yanında “Spinoza’dan da birkaç kitap” okumuş, taşrada yaşayan bir Yahudi’dir ama Yahudilikle, inançla bağı yoktur. Çalışmak için Kiev’e gelir ve bir tuğla fabrikasında, adını da saklayarak iş bulur. Çarlık Rusya’sı ciddi ekonomik kriz altında yoksuldur. Çar II. Nikolay Romanov yoksulların sokağa inmesinden korkmaktadır. Yahudi halkın durumu ise dünyanın pek çok yerinde  görüldüğü üzere perişandır, büyük şehirlerde yaşamaları, istedikleri işte çalışmaları yasaktır. Ezelden “öteki” ve potansiyel suçlu durumundadırlar: tarihten suçlu. Yakov, dokuz yaşındaki bir erkek çocuğunu öldürmekle suçlanır, ortada bir delil yoktur ama sahte şahitler ve devlet adına suçlayan Savcı Grubeşov vardır. Mesele Çar’ın ayakta kalabilmesi adına Hıristiyan bir masum ölü çocuk ve onu katleden cani bir Yahudi bulmaktır. Din ayrımcılığı ve Rus milliyetçiliği kışkırtılarak “birlik ve beraberlik” ruhu inşa edilince açlık, yoksulluk azıcık geri planda kalacaktır. Yüz Kartal adlı ırkçı grup buna aracılık eder, propaganda yapar, bildiriler dağıtır:  “Düşmanlarımız canımıza ve ülkemize göz dikmiş bulunuyorlar! Ey Rus vatandaşları! Kendi çocuklarınıza acıyın. Bahtsız kurbanların öcü yerde kalmasın.”[3]

İnsanın şiddet tarihiyle ötekinin icadının tarihinin aynı olması şaşırtıcı değil. Yahudiler ötekileştirme ve şiddet görmenin mağdurları olarak tarih sahnesinde sık görüldü, Yahudilerin M.Ö. 700’lerin başında başladığı söylenen sürgünler, kıyımlar ve yurtsuzluk meselesi, M.S. 70’te Roma imparatorluğunun Kudüs Tapınağını yıkmasıyla dünyanın her yerine dağılan bir halkın tarihi olarak devam eder. Yakov da bu aşağılanma, şiddetten nasibini alıyor ve tarihsel bir kimlikle simgeleştiriliyor Çok uzun süre tutuklu kalır, işkenceler görür, hücresinde duvara zincirlenir, halüsinasyonlar görür ama suçu kabul etmez, direnir. Hakkındaki iddiaların hepsi çürütülür buna rağmen serbest bırakılmaz ama artık dava dolayısıyla adı duyulmuş, dışarıda muhalif homurtunun sesi duyulmaya başlamıştır. Yönetim, suçunu kabul ederse Çar’ın özel izniyle serbest kalacağını söyler ama Yakov, bir bildungs roman kahramanı gibi değişmiştir; hapishanede sistemi, onun çarkının işleyişini görmüş, tekâmül etmiş birisi olarak bunu sonuna kadar reddeder ve özgür ve âdil  yargılanma yoluyla beraat ister. Daha önce Yahudilikle, Yahudilerin geçmişte yaşadıklarıyla çok ilgili olmayan Yakov artık sadece kendisinin özgürlüğünün bir anlamı olamayacağını anlamıştır:

“Yakov Yahudilerin tarih boyunca çektiklerine acımaktadır. Güneş ışıklarının dünyayı aydınlatmasından kısa bir süre sonra kapkara, kanlı bir dünyaya açarsınız gözlerinizi. Bir gece içinde Yahudi kanının su olduğunu düşünen bir çılgın doğmuştur. (…) Canlarını kurtaran Yahudiler belleğin sonsuz ıstırabı ile yaşarlar.”[4]

Yaşadıkları nedeniyle intihar ve ölüm üzerine günlerce düşünen Yakov, “Yahudilerin de dünyada insan gibi yaşamaya hakları” olduğunu, “onları elinden geldiğince” korumaya ve duruşma gününe kadar yaşamaya karar vermiştir.

Malamud, tarihsel bir olgu üzerinden sıradan bir insanı ideal bir tip’e dönüştürüyor. Bir toplumsal bilinç, özün kendisiyle gerçekleşebilir mi? O güne kadar siyasal tarih ve gündelik siyaset üzerine neredeyse hiç düşünmemiş, Kiev’e gelince bir şeyler okumaya başlamış bir insan, iki yıl boyunca işkenceler görüp haksızlıklara uğradı diye, kültürel, siyasal kodları kolektif bilince erebilir; en önemlisi de politik bilinç öznesine dönüşebilir mi?

Roland Barthes’ın “göndergesel yanılgı” olarak tanımladığı şey buydu: gerçeği yalın gösterebilme kaygısı, anlatıdaki anlam’a direnmeye dönüşür. Bir roman kişisi gerçeğin dışına çıkarıldığında biz artık romanı değil roman yazarını okuyoruzdur. Bu nedenle “en gerçekçi anlatı ancak gerçekçi olmayan yoldan ilerleyebilir.”[5] İdeal, gerçeğin dışındadır. Barthes’ın burada “anlam” dediği şey, çıplak yalınlığın edebi olmadığı kaygısının doğurduğu aşırılıktır. Roman kişileri aşırılıklar karşısında, nesnel dünyadaki karşılığından uzaklaşacağı için anlam kaybolur çünkü bir kurmaca metni kurmaca içinde algılamanın ölçütü, yine dış dünyadır. Kurmacanın diyalektiğinin bir ayağı okurun yaşadığı dünyaya aittir.

Malamud Yahudi tarihinin biriktirdiği trajediyi bir kahraman yaratarak etkileyici hale getirmek istiyor ama romantik gerçekçiliğe yaklaşıyor. Yakov’u bir “sınanma” eylemine tâbi tutarken ondaki bilişsel, duygusal değişimlerin mekânsal ve toplumsal koşullarını kurmaca hikâyeye dâhil etmediği halde Yakov kendiliğinden değişmiş bir bilinç imgesiyle çıkıyor karşımıza.

Malamud, Yakov’u idealize ederken romantikliğin gereği diğer roman kişilerini sahnede bir anlığına var ederek Yakov ve onun mücadelesini güçlü betimleyebilmek adına romana yerleştirmiş duygusu veriyor. Yaşlı Lebedev mahkemede aleyhinde konuşsun diye romandadır, üstelik Lebedev’i ölümden kurtarmıştır. Kızı Zina, kendisiyle birlikte olmadığı için yakov’a düşman olmuştur. Öldürülen çocuğun annesi Marfa Golov’un cinayetten kendisinin ve sevgilisinin sorumlu olduğunu üçüncü kişinin anlatımından öğreniriz ama bunun nasıl ortaya çıktığını, Yakov’un suçsuzluğunu nelere dayanarak ispatlayacağını tam bilemeyiz; suçsuzdur Yakov; bunu okur olarak cinayete kadar Yakov’un yanında olduğumuz için biliriz. Kısacası Malamud roman kişilerini derinlikli, okura nüfuz eden, koşullar içinde yaşadıkları eylemlerle ete kemiğe büründüren bir kimlik olarak işlemiyor; bunun yerine stereotipler üzerinden olay örgüsü kuruyor. .

2.Siyaset Romanı-Roman Siyaseti

Yakov, Yahudi toplumunun özelinden çıkıp tüm ezilen, şiddet gören, horlanan toplumların konuşan temsilcisi bir kimlik durumundadır. “Bir kere yola çıktınız mı açıktasınız demektir, yağmur yağar, kar yağar; yağan kar tarihtir.” der. Yola çıkmıştır, tarihsel acıları durdurmanın yolları üstüne düşünmektedir artık. Romanın sonunda Malamud genel akışı daha da retorik bir havaya büründürür, Yakov’u duruşmaya gittiği andan itibaren özgürlük ve mutluluk kavramlarıyla iç içe geçen sayıklamada buluruz. Cezaevi arabası içinde Çar ile konuşmaya başlamıştır: Ülke sorunları,  Yahudilere yapılan ayrımcılık… Çar itiraflarda bulunmaktadır ve bir sahnede Yakov silahını çekip Çar’ı kalbinden vurur ve ondan şu iç konuşmayı okuruz: “Yakov, tarihe gelince diye düşündü onu da değiştirmenin çeşitli yolları var. Çar’ın hak ettiği şey, kalbine bir kurşundu.”[6]

Artık siyasetle ilgilenmeyen bir Yahudi’nin olamayacağını düşünen ve bağımsızlığın ancak uğruna yapılacak bir savaşla kazanılacağını söyleyen bir Yakov vardır. Spinoza’nın özgürlük ve mutluluk kavramlarıyla cümleler kurar sona doğru.

Yakov kendi var oluşunu tamamlamış ve Yahudi toplumuna hatta insanlığa seslenmektedir: Bir hükümet insanı hor görüyorsa onu yıkmak kötü sayılmaz. Yahudi düşmanlarına ölüm. Yaşasın devrim. Yaşasın bağımsızlık.

Bu noktada okurun daha yakından tanıdığını düşündüğüm Camus’nün Yabancı romanının başkişisine bakalım. Meursault üst üste kötü tesadüfler sonunda Arap bir insanı öldürür. O Arap, Meursault’nun arkadaşını bıçaklamıştır. Meursault onu bulmak ister; kimdir, neden bıçak taşır ve neden saldırır? İnsanın ne olduğunu anlamak üzere hem acemice hem insani bir meraktır onunki. Arap’ı dinlendiği bir yerde bulur ve öldürme düşüncesi yokken birden döner ve tabancasını ateşler. Nedensizlik, hiçlik, yaşamın anlamsızlığı… gibi pek çok şey düşündürtür bize Meursault. Çoğumuza yabancı duygulardır bunlar belki; durur, bakar, şaşırır, saçma buluruz ama Meursault’ya dönük samimiyet şüphemiz doğmaz; annesinin ölümüne karşı kayıtsız kalmasına da. O, öyle bir insandır. Şimdi, karısının kendisini terk etmesine üzüldüğünde ona “orospu” diye küfreden, salt ekmeğinin peşinde olan “küçük” insan Yakov’un kaydettiği politik mesafeyi Mearsault gibi bir ideolojik, politik perspektifi önümüze konmayan sıradan bir insanın var oluşunu  karşıladığımız gibi olağan karşılayabiliyor muyuz? Ne diye bağırıyor Yakov? “Yaşasın devrim. Yaşasın Bağımsızlık”. Yakov’un mu bu sözler, hangi devrim, kimden bağımsızlık?

Ian Watt “Romancının ilk görevi insan yaşantısına sadık kaldığı izlenimini vermek olduğuna göre, önceden belirlenmiş herhangi bir kurala bağlılık, onun başarısına gölge düşürmekten başka bir sonuç doğurmaz” demişti.[7] Watt, kaba bir “olabilirlik, yaşanmışlığa uygunluk”tan söz etmiyor; roman kişisinin plastik hale getirilmesinin handikabına işaret ediyor. Yakov Malamud’un düşündüklerini söylüyor gibi. Yakov hangi mekânda, hangi zaman aralığında nasıl bir bilinçlenme süreci yaşadı, hangi devrim; hiçbir örgütle organik bağı olmamış, onların adını bile bilmeyen Yakov ne devrimi istiyor? Malamud romanın başında tanıdığımız çaresiz, yalnız Yakov’a dışarıdan bir bilinç üniforması giydirmek yerine sıradan bir insanın adaletsizliğe, haksızlığa karşı tahammülsüzlüğünü besleseydi daha inandırıcı olmaz mıydı? İşe girebilmek için Yahudi olduğunu saklayan bir insanın- Marks’ın da bir süre Yahudi kimliğini saklaması geliyor aklıma- nasıl hiçleştiğini anlatmak adına kişisel bir bilinç kimliği inşa edişine çalışsaydı, Yakov daha gerçek olmaz mıydı?

3. Spinoza: Kederden Sevince

Onca karamsarlık ortasında Yakov’un ayakta kalması; dahası gelecek fikrini umut ve yaşam sevincine dönüştürmek için güçlü bir enerjiye, Baker’in ağzından söylersek bir “kavramlar jeneratörü”ne ihtiyaç vardır.[8] Bu enerji aynı zamanda insanın kendisini var etmesi için de keşif anahtarıdır. Spinoza, insanın keder ile neşe arasında gidiş gelişlerle bir duygulanım kutupları içinde yaşadığını, hoşlanmadığı bir duygunun onu kedere götürdüğünü; hoşlandığı bir karşılaşmayla da neşelendiğini söyler. İnsanın kendisini hep umutla var ederek neşeye ulaşabilecektir çünkü “hiçbir şey doğada var olan bir düşüklüğe yorulabilecek surette meydana gelmez. Doğa daima aynıdır; erdemi ve işleme gücü her yerde bir ve aynıdır.”[9] Yaşama sevinci, insanın kendisi olabilmesinin temelidir. Öyleyse insan kendisi olarak bu karşıt kutuplardan neşeye yönelmelidir. Neşe, eyleme tutkusunu, hayatı var etmeyle ilgili bir eylem tutkusunu artıran bir duygudur; keder ise bunları azaltır. Yaşama sevincini hissedebilmek insanın Tanrı fikrinin yaratacağı duygusal baskıyı aşması gerekir. Tanrı fikri ile doğa fikrini birbirinin yerine koymuştur Spinoza. Söz ettiğimiz baskıdan uzak kalmak için yapılması gereken, aşkınsal olandan uzaklaşıp doğa’da olanı anlamak ve onun uyum yasaları içinde kendimizi var etmektir. Doğa’da olanı- dış neden[1]algılayan insan, Tanrı fikrinin kabulüyle oluşan ilahi çaresizlik yerine umudu ve kederden neşeye gitme fikrini koyacaktır. Böylece insan, nasıl yaşaması gerektiğine dair kendisi düşünmek ve kendisi karar vermek durumundadır. Spinoza’ya ilgimiz bundan, “Spinoza’nın öğretisinden yararlanma sebebimiz de” budur. “Tanrı’yı ya da herhangi bir varlığı, bu dünyayı aşan, maksatlı ve karar verip eyleyen, bizi gözetleyen, ödüllendirecek ya da cezalandıracak bir güç olarak benimsememiz bizi sevince dönüşmekten alıkoyar.(…) Spinoza’nın Tanrı’sı ya da Doğa’sı ise her çeşit aşkınlık fikrinden uzaktır.”[10]

İnsan iç içe geçmiş duygularla yaşar ve bunlarda birini oluşturan neden yok olursa onun sonucu da yok olacaktır. Kötümserliği oluşturan bir nedeni kendisini var etme potansiyeli taşıyan insan pekâlâ yok edip iyimserliğe, umuda dönüştürebilir; kısaca bizi sevgi ve kin gibi duygulara sevk eden nedenlerle uğraşmalı, onları yok etmeliyiz. Bunun sonunda insan yaşama nedeni sayılacak sevinçle tanışacaktır:

“Gerçekten sevgi ve kinin şeklini meydana getiren şey, bir dış nedenin fikri ile birlikte bulunan sevinç ve kederdir (…) Bu fikir kaldırılınca, sevgi ve kinin şekli de kaldırılmış olur ve böylece bu duygulanımlar ve onlardan doğan duygulanımlar yok olur.”[11]

Spinoza için insan bedeni duyguyu tanımayan apayrı bir varlık değildir; tersine pek çok duyguyu tanıyan, içeren bir oluştur beden. “Ruhumuzun iradesi bedenimizin iştahlarından başka bir şey değildir.”[12]

Malamud, Yakov’u beden ve ruhun uyumu ve farkındalığı içinde bir insan olarak çizmek ister. Uzun işkencelere karşın zaman zaman yılgınlığa düşse de hemen kendini toparlar Yakov. Yaşama sevincinin olumlu duygulanışlarla beslendiğini bilir gibidir, özgür olabilmek için kendisi olarak yaşamak gerektiğini de. Sık sık Spinoza’yı anması bundandır. Bir sınanma romanının başkişisi için çok yerinde bir eklemlemedir Spinoza. İşkenceler altında bedeni korkunç haller alsa da tükenmeyen; bedeninin var oluşuyla düşünce ve duygular üretebileceğini bilen; onca kederli yaşantıya karşın neşe’ye doğru giden bir Yakov vardır karşımızda. Denilebilir ki Kiev’deki Adam romanının kurmaca düzeni içinde en çekici ögesi budur: Spinoza gibi, insanın koşullar ne olursa olsun tükenmez bir umut üretebileceğini, yüzünü kederden neşeye çevirdiğinde var oluşunu gerçekleştireceğini söyleyen bir filozof.

Spinoza’nın romandaki varlığı Yakov’a gerçekten sirayet ediyor mu? Spinoza ve düşünce evreni burada yazdıklarımız kadar basit mi? İnsan ve evren hakkında en kapsayıcı ve sistematik bir var oluş felsefesi kuranlardan biri Spinoza. Spinoza ve Ethica üzerine düşünen hemen her yazar, düşünür Spinoza felsefesinin öyle kolayca anlaşılıp sindirilmeyeceğini söylemiştir. Neredeyse hiç eğitim almamış Yakov bunu gerçekleştirebilir miydi? Diyelim Yakov algısı, zihni berrak birisi ve bunu yapabilecek potansiyele sahip ama bunun için bir okumalar yapıp üzerinde düşünmesi için zaman gerekmiyor mu?

Yakov taşradan Kiev’e buz gibi bir kış ortasında gelir (s. 41). Aynı yılın baharı, yazı geçerken Yakov Kiev’in dışında bir Yahudi mahallesinde işsiz, zor koşullarda yaşamaktadır ve sistemli bir Spinoza okuması hâlâ yoktur (s. 44). Tekrar kış gelir, işsizdir (s. 45). Sonradan işe gireceği küçük tuğla fabrikasının sahibi Lebedev’i karlar üstünde bulur, evine taşır. Lebedev teşekkür buluşmasında Yakov’a “hiç okula gittin mi?” diye sorar. Yakov bu soruya “içinden küfreder” ve “Kendi kendime biraz bir şeyler okudum” diye cevaplar Lebedev’i (s. 52).“Kara kışın ortasında işe başlar” (s. 71). “Eskiden bulabildiklerini okurken, şimdi istediklerini” okuyordur Yakov. Ve nisan ayı geldiğinde Hıristiyan bir çocuk öldürülür, bir hafta sonra da Yakov bu cinayetin sanığı olarak tutuklanır (s. 90).

Yakov’un okumak için hepi topu birkaç ayı olmuştur. Müthiş hızlı bir aydınlanma süresi! İşten arta kalan üç ayda düzenli okuyup sorgu yargıcı Bibikov ile Spinoza sohbeti yapan bir Yakov! Bibikov neden Spinoza sevdiğini sorunca “pirelenir” önce, sonuçta bir Rus yargıçtır karşısındaki ama Bibikov’un “benim en sevdiğim düşünürlerden biridir” demesi üzerine bir anda o çekince biter ve Yakov Spinoza uzmanı olarak konuşmaya başlar. Konuşan elbette Malamud’dur. Aklıma hep Kemal Tahir’in Sağırdere ve Körduman romanlarında devlet, köylünün durumu, kentleşme ve sorunları üzerine konuşan Kulaksızların Yakup ile oğulları Mustafa ve Murat geliyor. Bibikov Yakov’a “Tarihsel zorunluluk nedir, bilir misin?” diyor, Marks’ı, Hegel’i soruyor! 1911 yılında, Kiev’de, az buçuk okuması olan ve Yahudi olduğu için tuzak kurulmuş, kendisine karşı nefret suçu işlenen bir Yakov ile bu sohbetleri yapabilen Yargıç Bibikov! Bibikov uzun uzun Spinoza söylevi çeker. Romandaki tutuklu insanın durumu, korkusu, kaygısı vs. çok geridedir. Spinoza’yı okura anlatıyor Malamud.

En başta sormuştum: Okur Kiev’deki Adam’ı niçin sever, bütünlüklü bir roman kurgusu, anlatımı ve dili olduğu için mi yoksa romans havasında, eklektik ama ilgi çekici tarih ve felsefe dersleri verdiği için mi? Roman kişileri Malamud’un düşüncelerini aktarmak için konuşuyor, davranış geliştiriyor. Spinoza özgürlük için var ama romandaki kişilerin hiçbiri özgür değil hepsi Malamud’un iç sesi.

Malamud belli ki Gilles Deleuze’ün Spinozacı keder ve neşe kavramları üzerine konuşurken vurguladığı üzere, “kederli tutkular tattırmak iktidarın işleyişi için zorunludur” çünkü “tebaalarının kederlerine ihtiyaçları” vardır iktidarların[13] sözlerinin değeri üzerine bir muhalif kimlik inşa etmek üzere seçmiş Yakov’u. Spinoza’nın kederden neşeye dönük yüzü, iktidarlar için potansiyel tehlike özneler üretecektir. Yakov öyle bir özne olarak kurulamamıştır.

 

[1] B.Malamud, Kiev’deki Adam, Altın Kitaplar Basımevi, Çev. Nihal Yeğinobalı-Azize Berger, İstanbul, 1972

[2] Tim Parks, Ben Buradan Okuyorum, Metis Yay., Çev. Roza Hakmen, İstanbul, 2016

[3] Kiev’deki Adam, s.89

[4] Age. s. 329

[5] Roland Barthes, Roman ve Gerçek Etkisi, Donkişot Yay. Çev. Mehmet Sert, İstanbul, 2002, s.73

[6] Age. s. 400

[7] Ian Watt, Roman ve Gerçek Etkisi, , Donkişot Yay. Çev. Mehmet Sert, İstanbul, 2002, s.17

[8] Ulus Baker, Spinoza Hayatın Geometrisi, Birikim Dergisi, 17 Temmuz 2007

[9] Spinoza, Ethica, Dost Kitabevi Yay. Çev. Hilmi Ziya Ülken, Ankara 2004, s. 130

[10] Çetin Balanuye, Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor?, Ayrıntı Yay., İstanbul, 3. Basım, 2017, s.33

[11] Spinoza, Ethica, Dost Kitabevi Yay. Çev. Hilmi Ziya Ülken, Ankara, 2004, s.267

[12]  Age. s. 135

[13]  Gilles Deleuze, Spinoza Üstüne On Bir Ders, Öteki Yayınevi, Çev. Ulus Baker, Ankara, 200

 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.