arama

Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır

Arif ARSLAN
Olan Şeylerin Romanı ise Suat Derviş hem işçilerin yokluk ve sefalet içindeki yaşamını anlatır hem de sömürü karşısında çare arayışlarına kapı aralar. Hatta açıkça söylemese de Marx’ı anar.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Arif ARSLAN Arif ARSLAN
  • 1 Star
    Loading...

 

Adı bile kendisi hakkında yeterince açıklayıcı olan bir roman var önümüzde:  Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır[1]. Suat Derviş’in 1937 yılında 60 gün süresince Tan gazetesinde tefrika edilen bu roman, Türkiye’de henüz toplumcu roman anlayışının yerleşmediği yıllarda yazılmış bir roman. Bir tütün işçisinin mutsuz aşk hikayesinin anlatan Mahmut Yesari’nin Çulluk’u yayınlanalı on yıl olmuştur gerçi ama işçilerin, sömürüye karşı birlikte direnmeleri gerektiği üzerine düşünceler söz konusu değildir Çulluk’ta. Olan Şeylerin Romanı ise Suat Derviş hem işçilerin yokluk ve sefalet içindeki yaşamını anlatır hem de sömürü karşısında çare arayışlarına kapı aralar. Hatta açıkça söylemese de Marx’ı anar.

Osmanlı’nın son döneminden itibaren hele de 1908 sonrası esen özgürlük rüzgarları sayesinde çalışanların örgütlenmesi yönünde birçok teşkilat kurulmaya başlanmıştı. Ancak çok uzun sürmeyen bu özgürlük havası, özellikle de işçilerin örgütlenmesi ya da greve gitmesinin önüne geçecek yasaklara başvurmuştu. Bu yasakçılık geleneği, Cumhuriyet’in kurulmasıyla son bulmamış bilakis daha da katılaşmış, her türlü amele örgütlenmesi yasaklanmıştır. Dahası 1917’de Rusya’da Bolşevik Devrimi olduktan sonra komünist siyaset tehlike olarak görülüp görüldüğü yerde başı ezilmeye çalışılmıştır. 1920 sonlarında Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi üyeleri, Ankara’ya çağrılmış ancak yurda girdikten sonra katledilmişlerdi. Dolayısıyla böylesine bir baskı ortamında işçilerin bilinçlenmesi ve örgütlenmelerinin mümkünlüğü pek kolay olmayacaktı.

Toplumcu anlayışın asıl mesaj iletmek istediği kitlenin roman okuma imkanı o dönemde ne yazık ki söz konusu değildi. Dolayısıyla yazılacak “işçi romanları”nın en iyi ihtimalle, okumuş orta sınıfın duyarlılığına ve bilincine seslenme sınırı olacaktı. Roman gibi geniş hacimli uzun anlatıların işçi sınıfına ulaşıp da bilinç etkisi yaratması, teorik olarak bile fazla iyimserce olabilirdi. Avrupa’da Charles Dickens’ın, Victor Hugo’nun işçileri anlatan romanları vardı ancak oralarda bile roman okuma kültürü okumuş orta sınıf ve ev kadınları arasında söz konusuydu. Emile Zola gibi işçi sınıfı tarafını seçen romanların yazılması ise 19. yüzyılın sonunu bulacaktır. Zola’nın Germinal’i 1885 yılında yaşanmış bir maden işçileri grevine odaklı olarak işçilerin haklılığına vurguyla yazılmıştı. Bu tarihler sınıf mücadelesinin sertleşmesi yanında Paris Komünü’nün ardından alt sınıfların hunharca katline karşı bir entelektüel duyarlılığın yanıtı olarak da görülebilir. Zola’nın yazma tarzı natüralist gerçekçilik olarak adlandırılır. Bu anlayışta çıplak gerçeklik en açık şekilde ve tüm yönleriyle ortaya serilmeye çalışılır. Bu anlayışın getirdiği detaylı ve uzun betimleme tekniğini de beraberinde getirmiştir ki okuyucuyu etkileme konusunda bir zaaf oluşturduğuna kuşku yok. Hele de kameranın ortaya çıkışı, edebiyatın bu detaylı betimleyiciliğini iyice gereksiz kılmıştır.

Olan Şeylerin Romanı’nda yer yer natüralist etkinin izleri söz konusu ancak romanın bütününe yayıldığını söylemek zor. Günlük olarak tefrika edildiği için birkaç dosya olarak yazılmış olduğundan anlatım tekniği bakımından romanın bütününün aynı sürekliliği sürdürmediği görülüyor. Suat Derviş’in çalıştığı gazetede aynı zamanda röportajlar yazıyor olması, roman bitmeden araştırma için dönemin SSCB’sine gitmesi, romanın sonunu da sekteye uğratmış. Suat Derviş romanı bitirmesi için Kemal Tahir’e bırakmış, sonra da çalakalem yazdığı dosyayı göndermiş. Romanın 11. ve 12. bölümlerindeki üslup farkı belirgin. Gazete de romanın yeterince ilgi görmediğini düşünerek “kısa kesilmesi”ni istemiş olmalı ki roman alelacele bitirilmiş izlenimi yaratıyor. Bir düzeydeki bu özensizliğin edebi kaygıdan ziyada, politik tavrın edebiyatlaşması amaçlı olduğu söylenebilir.

Suat Derviş, dönemin ünlü tıp profesörlerinden İsmail Derviş Bey’in kızıdır ve iyi eğitimlidir. Genç yaşta edebiyata adım atmış, kadınların merkezinde olduğu psikolojik romanlar yazmıştır. İlk romanı Kara Kitap gotik tarzdadır. 1930’da ablasıyla  birlikte gittiği Almanya’da konservatuvar eğitimi almış, felsefe derslerine devam ettiyse de 1933’te Hitler’in iktidara geldiğinde yurda geri dönmek zorunda kalmıştır. Türkiye’ye döndüğünde gazetecilik hayatını aktif şekilde sürdürmüş, İstanbul’un arka mahallelerini bu süreçte iyice tanıma imkanı bulmuştur. Avrupa’yı işgale girişen faşist Hitler ile yakınlaşan dönemin Türkiye’si komünist fikirleri olduğu gerekçesiyle hapse atılmıştır Suat Derviş. 1950’li yıllardan sonra tekrar Avrupa’ya geçerek ancak 1861’de yurda dönebilmiştir. 1972’deki ölümüne kadar romanlar yazmayı sürdürmüştür.

Olan Şeylerin Romanı doğrusal akışlı örgüyle kurgulanmıştır. Çocuk yaşta fabrikaya işçi olarak giren Nazlı’nın etrafında gelişen olaylar, İstanbul’un sur içinde ve çok az Beyoğlu tarafında geçer. Dikkati çeker şekilde romandaki merkezi mekan yoksul işçilerin ve işsizlerin yaşadığı Edirnekapı semtidir. Romanın başarılı yanlarından birisi de yoksulların yaşadığı bu semtin ruhunu iyi aktarabilmesidir. Gedikpaşa, Kumkapı ve Beyoğlu civarında geçen olaylar anlatılırken mekan üzerinde durmaya gerek görmemiştir Suat Derviş.

Olan Şeylerin Romanı yapısal olarak incelendiğinde dört kişinin hikayesi üzerinden duyarlılık ortaya koymayı hedeflemiştir:

  • Nazlı’nın hikayesi
  • Arif’in hikayesi
  • Fazilet’in hikayesi
  • Nazlı’nın annesi Huriye’nin hikayesi

Bu hikayeler dönemin toplumsallığının en temel sorunlarını verebilme imkanı sunar yazara. Nazlı’nın hayatı üzerinden yaşama arzusuyla dolu bir insanın serpilmesi ve kendini gerçekleştirmesinin koşullarının imkansızlığı karşısında o insanın çözümsüz arayışlarını görürüz. Nazlı için “kötü” olmaktan başka neredeyse seçenek yoktur. Arif’in hikayesi, sömürücü kapitalistler karşısında işçinin savunmasız bırakılması ve devletin bu konudaki yetersizliği, dahası kurtla kuzuyu baş başa bırakıp kurdun kuzuları yemesine seyirci kalmasını ortaya koymaktadır. Fazilet’in hikayesi kadınların, toplumun en altında, en mağdur katman olduğunu gözler önüne sermektedir. Huriye’nin hikayesinde ise alt sınıftaki hem kadınların hem de erkeklerin tarihin değirmeninde nasıl öğütüldüklerini görürüz. Huriye yedi günlük bebeği kucağındayken kocasını Çanakkale’ye savaşa göndermiş ama geri alamamıştır. Devlet şehit olan askerlerin ailelerine hiçbir ilgi göstermemiş, bir destek sunmamıştır.

 

Bu hikayelerin işlenişine bütünlüklü olarak bakarsak Suat Derviş bu romanda (1) Savaşların alt sınıfı en çok mağdur edişi, (2)  köylerdeki verimsizliğin yetmeyişi nedeniyle kentlere göç, (3) kadın ve çocukların ezilme skalasında en dipte yer alışları, (4) işsizlik, (5) yoksulluk, (6) işçilerin örgütsüzlüğü, (7) güvencesizlik gibi sosyal temalara yer vermektedir.

[1] Suat Derviş (2021). Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır, İthaki Yayınları, İstanbul. Yazı boyunca verilen sayfa numaraları bu baskıya aittir.