Yaşamın öznesi olmayı gerektirir sanatçı olmak. Yani her an, her yaklaşımda, kullanılan her sözcükte, olaylara ve onlara ilişkin olgulara bakışta ve yaklaşımda, yorumda etken olmayı ve yaşamın kendisine yüklediği sorumlulukların bilincinde olmayı gerektirir.
Sanatçının en mutlu olduğu anlar, yıllarca verdiği emeğin karşılığı olarak alkışlara boğulmanın yanı sıra, başarısının ödüllendirildiğini, yani yazdıklarının okunduğunu, birilerinin düşüncelerine dokunduğunu, onlarla bir biçimde iletişime geçtiğini duyumsadığını bilmenin coşkusunu yaşadığı, anlardır. İçsel bir mutluluk yaşarken, üstüne düşeni yapmış olmanın getirdiği dinginliği olgunlukla yaşamaktır. Bu olgunluk ve dinginlik sanatçı olmanın getirdiği doğal bir sonuçtur; sanatçının yaşadığı emek ve üretim sürecinin kazandırdıklarıdır.
Yerine getirdiği sorumlulukların bir şekilde farkına varılmış olması ve emeğinin değerlenmesi onu mutlu ederken, o yine, yeni sorumluluklara doğru yönelmiş ve yüklendiklerini yerine getirmeye başlamıştır bile. Durmak bilmez bir yolculuğa çıkmıştır çoktan. Üretmeye, değiştirmeye, dönüştürmeye ve aydınlık yüzü yaşamın olmaya devam etmektedir.
Yaşamın öznesi olmayı gerektirir sanat uğraşısı. Yani her an, her koşulda, kullanılan her sözcükte, olaylara ve onlara ilişkin olgulara bakışta, yaklaşımda, yorumda etken olmayı ve yaşamın kendisine yüklediği sorumlulukların bilincinde olmayı gerektirir. Kısacası zor zamanların insanı olabilme erdemini gerektirir. Edilgen bir tercih ve duruş, suskunluk ya da nesnesi olmak yaşamın alır götürür uzaklara üretmenin hazzından ve sıradanlığın çemberine sokar sanatçıyı, insanı. Sanatçıyı ve sanatsal üretimlerini gündelik başarılarla avunmaya, küresel kapitalizmin neoliberal politikalarına hizmet etmeye götürür. Yok oluşun sürecidir bu. Dahası, geleceğin tozlu raflarında halkına, insanlığa ihanetin küçücük örnekleri olarak yer almaktır.
Sanatın tarihsel gelişimi sürecine baktığımızda her iki davranış biçimini de görmek olasıdır. Ancak, günümüz sanat dünyası ve üretimin muhatapları, yani halk, zor zamanların insanı-sanatçısı olmayı başarabilen, o erdemi ve duruşu gösterebilenleri anımsamakta ve hala yaşıyorlarmış gibi sahiplenip, ürettikleriyle onurlu bir yaşamın gerçekleştirilmesinin özneleri olmalarını sağlamaktadırlar. Pir Sultan’dan Nazım Hikmet’e, Dadaloğlu’ndan Bedrettin Cömert’e, Hasan Hüseyin’e, Yılmaz Güney’e, Sabahattin Ali’ye son zamanlarda aramızdan ayrılan Vedat Türkali’ye kadar tümü, sanatsal üretimlerinde gerek biçim gerek içerik anlamda gösterdikleri başarı kadar, yaşama ve onun getirdiklerini karşısında gösterdikleri erdemli duruşlarla da yaşamımızda yer almaktadırlar.
Halk, zor zamanların insanı-sanatçısı olmayı başarabilen ve o erdemi ve duruşu göstere bilenleri anımsamakta ve hala yaşıyorlarmış gibi sahiplenmektedir.
Suların alabildiğine bulanıklaştığı ve sanatın ve sanatçının sorumluluklarını üstlenmesine ve zorluklar karşısında erdemli duruşlar sergilenmesine gereksinimin en fazla olduğu, yoksunluğun her türünün yaşandığı bu günlerde, kitle (popüler) kültürünün nesnesi olmayan ve sanatçı kimliklerinin yüklediği sorumlulukla ürettiklerinin öznesi olup yaşamın güzelleştirilmesi umudunu ayakta tutanlara her zamankinden daha çok gereksinim olduğu açıktır.
Farkındalığını gerektirir yanılgı içinde sanat ve onun işlevine ilişkin yetersizlik ve çelişki içinde olan sanatçının; açıktır ki, yanılsamadan çıkmak bir kuramsal donanım sürecinin yaşanması gerekliliğini doğurur bu. Sanatçı olmanın sorumluluğunu salt üretmek olarak görmenin yetmezliğini; değiştiren, geliştiren, yönlendiren, umutlandıran ama en önemlisi farkına varmayı, bilinçlendirmeyi, eyleme geçme itkisini sağlayan işlevini, yani kısacası, “devrimci” oluşunu bilmek gerekliliği vardır.