Her Devrin Özlemi: Barış!
Kutsal daima dünyevi iktidarın, egemen sınıfın çıkarlarının dolayımı olarak işlev görür.
Yaşamın tüm alanlarına yayılarak kendi çizdiği sınırlara toplumu mahkum etmek isteyen ve siyasetini savaş aracıyla sürdüren bir iktidara karşı en önemli direnişlerden biri, barış talebi olacaktır. Bir toplumu dizayn etmenin ve yönetmenin en kolay yöntemi, toplumu ortak bir ruhta toplayabilme becerisidir; bunun en bilinir yolu bir “düşman”ın işaretlenmesidir. Homeros, “Ortak bir nefret, insan topluluğunun en iyi ilacıdır.” derken yığınların nasıl kolayca savaşma/çarpışma ruhuna dahil edilebildiğini gözlemiştir. Savaşma “güç”ün ispatlanması olarak görülür ve “destan” yazıldığından dem vurulur. Bu uğurda feda, ihya anlamına gelir; “kutsal değerler” işe karışır. Eğitim bütün insanlık tarihinin, bir fetihler ve savaşlar hikayesi olduğunu anlatır durur. Oysa her türlü düzen ve otorite, kurumsallaşmış bir şiddet üzerinden kurar kendini ve bu şiddeti meşru kılmanın yolu olarak çeşitli kutsallar icat eder. Kutsal daima dünyevi iktidarın, egemen sınıfın çıkarlarının dolayımı olarak işlev görür.
Edebiyat, binlerce yıldır, eğlendirme işlevi olan bir sanat olmaktan ziyade, tam da Türkçe sözcük anlamında olduğu gibi edepli, uslu insanlar yetiştirebilmenin ya da erki elinde bulunduranların ululanmasının aracı olarak görülmüştür. Gerçekte de edebiyatın, düşünce taşıma ve oluşturma, duygu aktarma ve yaratma kapasitesinin olduğu bir gerçektir. Bu nedenle böyle bir silahın egemenlerin elinden alınarak tam da onların çıkarlarına karşı kullanılması gerekmektedir. Savaş söz konusu olduğunda edebiyat, onun yol açacağı her tür yıkımı, etkileyici bir formda sunabilme becerisi gösterebilmeli; barış dönemlerinde de filozof Kant’ın “kalıcı orduların süreç içinde tamamen ortadan kaldırılmalıdır” çağrısının sözcüsü olmalıdır. Televizyondaki canlı yayında barış talebini alkışladıktan sonra, savaştan yana dönenler yok değilse de binlerce yıldır barışın ve özgürlüğün çağrıcısı olan bir sanat ve edebiyat vardır. Daha çok eğlendirme işleviyle öne çıkan komedilerde bile Aristophanes, barışın sözcüsü olmaktan geri durmamıştı.
Aristophanes, komedyalarında, baştanbaşa politik olan eleştiri ve taşlamalarıyla tanınan bir şairdi. Oyunlarında yalnızca seyircileri güldürme amaçlamamış, politik eleştiri için sanatın bütün olanaklarından yararlanmıştır. “Barış üçlemesi” olarak bilinen Kömürcüler (MÖ, 425), Barış (MÖ, 421) ve Kadınlar Savaşı (MÖ, 411) oyunlarında barışı esas konu olarak ele almış; yaşadığı Atina’nın girdiği savaşları, bu savaşların nedenlerini ve neden sona erdirilmesi gerektiğini konu etmiştir. Bu oyunlarda koro, oyunun bir anında bir adım öne çıkarak maskesiz bir şekilde izleyicilere aktör değil, bir yurttaş olarak seslenmiştir. Parabasis olarak adlandırılan bu bölümler tam da politik/didaktik bir mesaj için ayrılmıştır. Böylece komedilerde sanatın ikili niteliği ortaya çıkmış olur; eğlendirmenin yanında izleyicisini eğitmek. Parabasislerde Aristophanes, komedya şairlerinin görevini anlatır; kendisini de bu ödevleri yerine getiren bir şair olarak över: “İkiyüzlülüklerle kandırmadan sizi kalleşçe/ Bütün çabası en iyiyi, en güzeli öğretmek size”, “onun çattığı kimseler adam olur/ Onun gibi bir yol göstericisi olan halktır/ Eninde sonunda zaferi kazanacak olan halk” (s.219).
Aristophanes, komedyalarında, baştanbaşa politik olan eleştiri ve taşlamalarıyla tanınan bir şairdi. Oyunlarında yalnızca seyircileri güldürme amaçlamamış, politik eleştiri için sanatın bütün olanaklarından yararlanmıştır.
Kömürcüler adlı oyunda barış, nasıl gerçekleşeceğinden çok, olması gereken bir şey olarak ele alınır. Korkunç bir veba salgını ve Perikles’in ölümüyle demokrasinin başıboş kalmış, Kleon gibi işgüzar ve despot demogoglar iktidara gelmiş, halktan sürekli para sızdırmak için oraya buraya savaş açmış, Atina’yı harap etmiştir. İktidardakiler hoşnuttur savaştan; çünkü bu “olağanüstü” koşulların gerekçesiyle daha keyfi bir şekilde yönetmektedirler: “İyi yerleri kapışmak için birbirine girip / Sel dalgalarına dönecekler sıkışmaktan / Sen gel de bunlarla / Barışı sağlamanın yollarını ara / Umurlarında bile değil barış” (s.186). Dikaiopolis (adil şehir) adlı bir vatandaş, savaştan yalnızca belli bir zümrenin faydalandığını görür ve buna karşı çıkarak Atina meclisini ikna etmeye çalışır; ancak meclisi barışa ikna edemeyince savaşılan Sparta ile kişisel bir barış antlaşması yapmanın yolunu arar; yapar da. Bunun üzerine halkı temsil eden kömürcü korosu, düşmanla barışan Dikaiopolis’in bu davranışını nefretle karşılar ve onu “kendi çıkarına barış yapan alçak!” ilan edip vatan hainliğiyle suçlar. Dikaiopolis yaptığı barış sayesinde rahat bir yaşama, bolluk ve mutluluğa kavuşmuştur. Onu linç etmek için bir araya gelmiş kömürcüler, onu şenlik hazırlığı yaparken kırda bulurlar ve içinde yaşadığı bolluğu görünce ona imrenerek yaptığı barış antlaşmasını haklı bulur. Aristophanes, bu oyunda halkın başına gelenlerin yalnızca Spartalılardan kaynaklanmadığını, kendi içlerindeki ahlaksız yöneticilerden kaynaklandığını; Atinalıların da “yalancıların lafına kolayca kandığını” söyletir Dikaiopolis’e. Savaştan dolayı öküzlerini kaybetmiş bir çiftçi ağlayarak, “Bir damla barış, ne olur, bir damlacık! / Şu çöple damlatıver gözlerime” (s.237) diye Dikaiopolis’ten yardım ister; ancak savaş kararına tepki göstermeyen çiftçiye Dikaiopolis yardım etmez. Yardım isteyen bir kadın olduğundaysa, “Hadi getirin barışımı, vereyim ona, yalnız ona/ Kadın nasıl olsa, savaşta parmağı yok” (s.239) diyerek erkek egemen toplumla savaş arasındaki ilişkiyi de göstermiş olur.
Barış adlı oyunundaysa savaş yüzünden bağını bahçesini kaybetmiş ve şehre göç etmiş Trygaios’un, barış için yeryüzündeki girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine, tanrılardan hesap sormak üzere göğe çıkmasını konu alır. Trygaios göğe çıktığında görür ki yeryüzündeki insanların ne halde olduğu yukarıdaki tanrıların hiç umrunda bile değildir; Savaş, Barış tanrısını bir mağaraya kapatmış ve Yunan şehirlerini bir havanın içinde dövmektedir. Trygaios, dönüp Yunan şehirlerinden bir koro toplar ve tanrı Hermes’ten yardım diler. Hermes, iktidardaki Perikles’in hırsızlık suçunun meydana çıkmasıyla savaşın başladığını söyler: “Perikles başına aynı şey gelir diye korktu / Biliyordu sizin ne kadar hırçın / Isırıcı insanlar olduğunuzu / Kendi yıkımını önlemek için tutuşturdu devleti” (s.277). Yöneticilerin olduğu kadar mülk sahiplerinin ve zenginlerin de savaşta parmağı vardır: “Ellerinden geleni yaptılar vergi ödememek için / Sparta kodamanlarını rüşvetle elde ettiler / Onlar da kazanç düşkünü ve ikiyüzlü olduklarından / Barış’ı alçakça kovdular, sarıldılar Savaş’a / Zenginlere kazanç, köylülere yıkım getirdi bu işler / Filomuz öç almak için yedi bitirdi incirlerini / Bir sürü suçsuz, habersiz köylünün” (s.278). Günümüz Türkiyesine ne kadar da benziyor değil mi?
Aristophanes izleyiciyi yani halkı eleştirmekten de çekinmez: “Tarlalarını bırakıp burada toplanınca işçi milleti / Anlamadı bir kez daha satılmış olduğunu / Cibreleri yok, çok sevdikleri kuru incirleri yok diye / Gözlerini içine bakıyorlardı nutuk çekenlerin/ Onlarsa biliyordu açlıktın kıvrandığınızı / Bitkin düşüp çıkar yol bulamayacağınızı / Bu yüzden ellerinden birer yaba, eşekler gibi anırıp / Kovuyorlardı durmadan ayağınıza gelen barışı” (s.278), “barışmak için size bunca fırsat verdiler / Yine de vazgeçmediniz savaştan” (s.258) der onlara ama yine de çaresizliklerini görüp yardım etmeye karar verir. Hermes’in de yardımıyla Barış, tutsak olduğu yerden kurtarılır. Trygaios da, “Bitsin artık bu kavga dövüş / Sonu gelsin bu uğursuz savaşın / Kuşkular kuruntular / Düşürmesin artık bizi birbirimize / Biz Helenleri yoğur yeni baştan / Sevgi hamurunda anlayış ve hoşgörüyle / Karışalım, kaynaşalım, barışalım!” (s.294) sözleriyle temennisini dile getirir.
Aristophanes, Peleponez Savaşı’na ara verildiği dönemde, barışın geçici olduğunu bildiğinden Kadınlar Savaşı (Lysistrata) oyununda da barışın savunuculuğunu yapmıştır. Atinalı bir kadın olan Lysistrata (orduları terhis eden, anlamındadır), savaşmakta olan diğer şehirlerden kadınları, barışı getirmek için örgütlemiştir. Kadınlar, “Yunanlıları savaş çılgınlıklarından kurtarmak için” ülke hazinesinin bulunduğu Akropolis’i gele geçirip yönetime el anadolu yakası eskort koyarlar ve cinsel bir greve başlarlar. Erkekler buna tepki gösterip Akropolis’i geri almaya çalışsa da başaramaz. Lysistrata, savaşın nedeni olarak erkekleri suçlar: “Evet, para için, para için bunca gürültü patırtı. Peisandros’un ve daha başka devlet adamlarının kavga çıkarmaları hep para çalmak fırsatını bulmak için değil mi?” (s.337).
Aristophanes, demokrasinin en erken çağında sanatın hem haz verme hem de düşündürme niteliğini en özgün biçimde kullanmayı bilmiş bir sanatçıdır ve bu tutumuyla da geleceğin sanatçılarına yol gösterecek bir yerde durmaktadır. Elbette ki barış sadece savaş içinde olmama durumu değildir; ancak insanın kendisini özgürce gerçekleştirebileceği hallerdir. Sanatçının görevi ve sanatın işlevi, hem savaş halini dönüştürmeye hem de insanın kendini gerçekleştirme olanaklarını ortaya serme becerisidir.
1 Aristophanes (2010). Kömürcüler, (Eşekarıları, Kadınlar Savaşı ve Diğer Oyunlar) Çev. Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.