İnsan için ilk başta her şey doğaya karşı etkin olma güdüsüyle başlamıştır. Alet olarak muhtemelen ilk kullandığı şey doğada hazır bulduğu taş ve ağaç dalı olarak sopadır. İnsanın alet kullanması onu insan yapan, doğanın kendiliğinden gidişinden uzaklaştıran harika bir atılım olmuştur.
Doğaya egemen olma etkinliğinde insanın kullandığı alet ve edevatları birbirine bağıntılı olarak geliştirmiş olması akla ve araştırmalara da yatkın olanıdır. Yani örneğin insanın çapayı sopadan önce kullanması olası değildir. Hatta sopayı da taştan önce kullanmış olması mantıklı değildir. Vahşi hayvanlara hem karşı koyuşta hem onları avlamada ilk dönemde doğada hazır bulduğu kaya parçalarını kullanmış olması, bulgulara da üretim zincirine de uygundur.
Burada alet kullanma, kendi dışındaki dünyaya yönelme gelecekte insan için çok önemli olacak bir üstünlüğün başlangıcıdır. Doğaya karşı egemenliği ele geçirme bir süre sonra onu binbir türlü gizem ve ayrıntılarını bilmeye, anlamaya götürecektir. Bu tarihsellik eşliğinde sanat da ortaya çıkmıştır. Taşlara verdiği şekiller ve oyduğu işaretler, mağara duvarlarına çizdiği hayvan resimleri insanların doğal çevreyi farklı şekillerde kavrama, anlama ve birbirlerine iletme isteğinin bir ürünüdür. Ritüeller eşliğinde topluluk olarak bir işin zorluğuna karşı motivasyon sağlama vb. etkinlikler de aynı amacın birer parçasından başka bir şey değildir.
Sanat tamamıyla insana özgü bir eylemdir. Amaçları başından beri insanın asıl amacıyla özdeşiktir. Doğaya egemen olmadaki işlevi insanın diğer tarihsel üretim sürecindeki amacıyla da örtüşür.
İnsanın bütün eylemleri, edimleri ilk aşamada aynı amaca hizmet ediyor; yani doğaya karşı güç sağlama amacına. Sanatın işlevi de bu dönemde aynı. Doğaya egemen olma, doğayı anlama yöntemlerinden biri olan sanat, daha sonraki süreçte –bu rolünün aşılmasından sonra- toplumu anlama, anlatma rolüne evirilmiştir. Daha açık bir deyişle insan için sanatın, doğaya egemen olmaktaki rolü, insanın sosyalleşmesiyle birlikte toplumsal işlevine yönelmiştir.
Edebiyatta, resimde, müzikte, yontuda irili ufaklı el sanatlarında toplumsal ilişkiler, çelişkiler, toplum bireylerinin dramları, trajedileri kahramanlıkları vardır. Bu noktada sanatçı olarak insan, objeye kendi süjesini katarak bu işi yapar. Haz vererek yaratır, haz verecek sanat yapıtının tüketimini amaçlar. Sanat yapıcının özel duygusu, hüneri burada çok önemlidir.
Üretim ve Toplumsal İlerlemede Sanat
Doğadaki varlıkların seslerinden esinlenerek bir ritm tutturup, ritüel oluşturup üretimi buna uydurma çabası da ilkel düzeyde bir sanattır. Mağara duvarlarına vahşi hayvan resimleri ile onlara karşı koyuş yöntemini bir arada çizmek de -bunu başka nesilde insanlarla paylaşmak olduğundan- bir sanattır.
İnsan doğaya egemen olmak için alet yaptı, sanat yapıtları yaptı dedik. Dizginler ele geçirildikten sonra amaç farklılaştı. Bundan sonra daha iyi toplumsal bir yaşam için sanat yapıldı. İyi bir toplumsal yaşayış için toplumsal çelişkilerin, ilişkilerdeki bozuklukların nasıl olumlanacağını gösterilebilmesi için sanat da önemli bir araç oldu. Ancak sanatın araç olma işlevini basit ve mekanik bir şekilde algılamamak da gerekir.
Şimdi bu noktadan hareketle sanat yapıtlarının, sanat anlayışının, sanatın amacının sınıflar üstü ya da daha doğrusu tarihsel mücadelenin dışında olup olmadığına ilişkin bir kaç soru sorabiliriz.
Sanat sınıflar üstü bir çabanın ürünü müdür? Sanatın ideolojisi ve toplumsal devrimlerde rolü var mıdır?
Bu sorular ışığında kabaca sanatın yerinin ve işlevinin ne olması gerektiğini kısaca bakmak gerek. Bilindiği gibi sanat insanın objeden esinlenip haz alarak ortaya çıkardığı, tüketicisinin de haz duyarak dokunduğu, duyduğu gördüğü bir eylemin varlığıdır.
Sanat tamamıyla insana özgü bir eylemdir. Amaçları başından beri insanın asıl amacıyla özdeşiktir. Doğaya egemen olmadaki işlevi insanın diğer tarihsel üretim sürecindeki amacıyla da örtüşür. Sanat toplumsal açıdan iyiyi, mükemmeli, güzeli yakalama, insanı en iyi ve güzeli elde etmeye özendirme çabasıdır. Bu tarihsellik sınıfların varlığından, dolayısıyla sınıflar mücadelesinden ayrı düşünülemez. Egemen sınıf egemenliğini sürdürmek, ezilen sınıf ezilmekten kurtulmak için sanata ihtiyaç duyar. Çünkü insanın ‘ben’ine, ruhuna, süjesine inmek onu toplumsal açıdan harekete geçirmek bakımından sanat ürünleri çok önemlidir.
Ezilenleri anlatan bir müzik yapıtının o sınıfın insanları üzerinde yarattığı etkiyi düşünün! Enternasyonal Marşı, Avusturya İşçi Marşı, Çav Bella vb. gibi yapıtlar ezilenlerin ortak duygularını içerir.. Ezilenler bundan haz alır, olumlu anlamda etkilenirken, ezenler tiksinir, nefret eder. Bunu söyleyen dillere işkence etmekten, kurşun sıkmaktan bile kaçınmaz. İşte sanat, üretimin belirli bir aşamasından sonra, yani sınıfların ortaya çıkışından beri tamamen sınıfsaldır. Sınıflar üstü bir sanat yoktur.
Geçmiş tarihteki gerek burjuva gerekse de sosyalist devrimlerde sanatın etkisini apaçık görmek mümkündür. Özellikle edebiyat yapıtları feodal ve kapitalist sömürü mekanizmasına, toplumdaki eşitsiz çarpık gidişata karşı önemli bir bilinçlenme, aydınlanma etkisi yapmıştır.
Sınıfsal çelişkileri uzlaşı temelinde tutan, tutmaya çabalayan sanat yapıtları olabilir. Sanatçı ortalama kalabilir, sınıf çelişkilerine yakın durmayı “slogancılık” olarak görebilir; ancak onun sübjektif niyeti gerçek hayattaki yerini değiştirmez. Tıpkı örneğin bizim uzayın bir başka yerinde olmayı düşleyip de gerçekte dünyada olmaya devam ettiğimiz gibi. “Tarafsızım”, “sanatın tarafı olmaz” gibi yaklaşımlar da toplumsal gerçekliğin kendisine aykırıdır. ‘Tarafsızım’ diyen bir sanatçı da bilerek veya bilmeyerek olsa bile bir taraftır. Ancak sanatta tarafsızlık, tarafsızlaştırma burjuvazinin ideolojik oyunlarından biri olduğundan, tarafsızım diyen sanatçı özünde burjuvaziden yana taraftır.
Sanatın sosyal hayatın bir parçası olması yani sınıfsal olması onun ideolojisini de beraberinde şekillendirir. Gerek ezen, gerekse de ezilen sınıfın kendi çıkarlarına, geleceğine özgü bir felsefe, ahlak, sanat, politika anlayışı ve bakış açısı vardır. Bu bakış açısı insan hayatının A’dan Z’ye tüm alanlarında kendini gösterir. Eğitimden, giyim kuşamdan, günlük tüketimden, sevgiden, eğlenceden başlayarak her şey ama her şey ideolojilerin bir ifadesini ve yansımasını içerir. Tüm bunlar insansal bir eylem olan sanatın ideolojik bir kapsam dâhilinde olduğunu gösterir. Bir edebiyat ya da resim yapıtını incelerken, dış dünyadan bağımsız bir yapıta bakmayız. Yapıtın arkasında yer alan, sanatçıya ilham veren güçleri, ilişkileri yorumlamaya çabalayarak bir yandan kendimizce sanat zevkini artırırken diğer yandan sanatçının ideolojisini çözümlemeye çalışırız. Hangi koşullarda, hangi değer yargısı ve ön yargı ile yapıtı hazırlamış, bilincini dolduran şeyler ona nasıl bir dünyadan yansımış ve sanatçı bunu hangi biçimde algılayıp, dışarıya hangi estetik değerle sunmuştur? Bütün bunların ardında yatan düşünce ve yargılar sanattaki ideolojinin kendisini verir.
Toplumsal devrimlerde sanatın bir rolü var mıdır mı?
Sanat içeriği bakımından bilgi de verir. Bu bilgi bilimsel bilgi gibi kesin sınırları, ölçüleri olan bilgiden farklıdır. Nihayetinde her ikisi de toplumsal sürece hizmet eder ancak sanat, bunu sübjektif yaklaşım ve etkilerle yaparken, biliminki objektif kalır. Sanat da bilgilendirir, zevk almayı sağlar. Bireyleri toplumsal grupları, sınıfları etkiler harekete geçirir. Burada onun devrimci işlevi su yüzüne çıkar. Her sınıf çıkarları ve bu çıkarlara bağlı ideolojisiyle, kendi sanatını ve sanat anlayışını, sanat amacını yaratır. Ezilen sınıfın sorunu –proletarya için- ezilmekten kurtulmak, sınıfları ortadan kaldırmaktır. Sanatçıya da burada çok önemli görevler düşmektedir. Sanatçının sorumluluğu kapitalizmin sömürücü, yok edici, yıkıcı ve zulme dayalı yüzünü kitlelere göstermek, onları bu sisteme karşı hareketlendirmekle yatar.
Geçmiş tarihteki gerek burjuva gerekse de sosyalist devrimlerde sanatın etkisini apaçık görmek mümkündür. Özellikle edebiyat yapıtları feodal ve kapitalist sömürü mekanizmasına, toplumdaki eşitsiz çarpık gidişata karşı önemli bir bilinçlenme, aydınlanma etkisi yapmıştır. Keza sosyalist devrim sonrası süreçte de ideolojik tutarsızlıklar, idari çarpıklıklar romanlarda, tiyatro yapıtlarında ifade edilerek, kitlelerde uyanma, harekete geçme yönünde mesajlar içermiştir. Bunun yanında sosyalizmin çıkarlarının tamamen insana dönük oluşunu işleyen olgular ve olayları temel alan yapıtlar, inşa sürecinde insanları motive etmiş, ilerleme yolunda coşku aşılamıştır.