Çok seslilik denemeleri yapan ve kendi kültürel değerlerini bu anlamda insanlığın hizmetine sunan Bela Bartok gibi müzikologlar, Doğu Avrupa halk müziği, özellikle Macar Halk müziği gibi birçok örneğin var olduğu koşullarda, ülkemizin halâ müziğin en kuralsız ve ilkel denilebilecek türleriyle uğraşıyor olmasının kültürel geleceğimiz ve tarihimiz açısından ne kadar olumsuz olabileceği açıktır.
Toplumsal bir çöküşün ve her geçen gün hızla değerler erozyonunun yaşandığı son dönemlerde, bu olgunun başarılmasında en temel rolü arabesk müzik ve kültür öğelerinin, daha çok da arabesk müziğin oynadığını gözlemlemek pek de yadsınmayacak bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
İlginç olan, b..unda boncuk bulan ve bulduğu bu renkli nesneye hayretler içinde bakan çocuk örneği, bu kültürün ve müziğin, özellikle sözüm ona aydın çevrelerce kutsanmasıdır. Ülkenin sanat ve kültür yaşamının belirleyicileri olan ve kendilerini bu toplumun aydınları olarak tanımlayanların, bu kültür ve müzik türünü yeni keşfetmişçesine sürekli gündeme getirmeleri ve film, dizi, yazın ve hatta şiirlerimizde kültürel yaşamımızın bir zenginliği ve korunması gereken değerleri gibi kullanmaları ve ısrarla sürekli gündemde tutmaları az rastlanır bir durum değil.
Gün olmasın ki, gerek müzik dünyasından gerek diğer sanat türleri arasından, geçmişte ve günümüzde, kültürel yaşamımızı istila etmiş olan arabesk kültür ve müzik icracı ve etkin elemanları medya organlarında ve değişik etkinliklerde boy göstermesin ve topluma geçmişte olumsuz anlamda rol model olmuş tiplemeler, birer sanat ve özgünlük abideleri gibi sunulmasınlar. Örneğin geçenlerde izlediğim bir televizyon programında, konukları arasında babası Sivas katliamında öldürülen ve kendisi de müzisyen ve balet olan bir sanatçımızın da katıldığı arabesk’in tartışıldığı bir yapımda, eşi tarafından öldürülen “Acıların Kadını” şarkıcı Bergen’in (sanatçı!) kişiliğinin ve müziğinin kutsanması, Orhan Gencebay’ın şarkılarının, kendisi arabesk bir yaşamı anlatmayan, film ve dizilerin film müziği olması, Müslim Gürses’in şarkılarının yeniden, yeni formlarla hatta bazen acemice çok seslendirilerek gerek entelektüel, gerek popüler ortamlarda üretilmesi, piyasaya sürülmesi ve yaygınlaşması ve bunların arabesk icracılarının yaşamlarının rol modeller olarak sunulması gibi…
Arabeske Karşı Aydın Tavrı
Arabeskin özellikle yetmiş ve seksenli yıllarda toplumsal yaşamımızın baskın gerçeklerinden biri olması, zaman zaman durulup sonra yeniden parlaması, bizim gibi çarpık kapitalist ilişkilerin hüküm sürdüğü toplumsal yapıların doğal olası sonuçlarıdır. Arabesk üretim ilişkilerinin belirlediği ilişkilerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu gerçeklik, bu üretim ilişkileri var oldukça ön planda veya alttan alta toplumsal yaşamda varlığını sürdürecektir. Peki, böylesi bir gerçekliğin varlığı, bizim bu durumu edilgin bir şekilde kabulleneceğimiz anlamına mı gelmelidir? Aydın tavrımız bu gerçekliğin yaşamımızda ve kültürel geleceğimizde belirleyici olabilecek yıkımları yapmasına izin mi verecektir, ya da en azından karşı bir duruş sergilememize neden olmayacak mıdır?
Arabesk müzik, kabul edilebilir evrensel müzik kurallarına özellikle sesler açısından aykırılık oluşturur ve bu nedenle de çok sesliliğe uygun değildir.
Bazı araştırmacıların, arabeski, ilerici hatta devrimci buldukları (ilerici ve devrimci sanat ve kültür etkinliğinin içeriğine ve sanatsal niteliğine ilişkin yeterli bilgilerinin olmamasından olsa gerek!), bazılarının arabesk’in tarihsel olarak zaten kültürümüzde var olduğunu (bazı temasal benzerliklerinden hareketle kökenini Osmanlı dönemi tasavvuf anlayışlarından aldığına ilişkin savları ile!) ileri sürdükleri, bazılarının ise (Resmi Türk-Sünni Hanefi İslam anlayışın asimilasyon amacına hizmet amaçlı ya da Aleviliği tasavvufun bir akımı gibi görmelerinden olsa gerek!) arabesk müziğin kaynağı olarak Aleviliği gösterdikleri görülmektedir. Bu bakış açısında olanlara söylenecek çok şey var, ancak bu yazımızın konusu olmadığından, bu konuları, derinlemesine burada değerlendirmeyeceğiz. Bu yazımızda arabesk’e neden karşı olunmalıdır sorusunu yanıtlamaya ve ona karşı doğru bir duruşumuzun olması gerekliliğini en azından en genel hatlarıyla belirtmeye çalışacağım.
Müzik Değeri Olarak Arabesk
Arabesk müzikte ezgiyi ve onun şarkı içindeki rolünü belirleyen sözler olduğundan, ortaya çıkan ürün açısından “biçem” tüm önemini yitirmekte ve temel belirleyen “içerik” olmaktadır. İçeriğin gerektirdiği çıkışlar, haykırmalar, slogansal söyleyişler çalgıların da buna uyumunu gerektirmekte ve zaman zaman anlık değişimlerin de gündeme geldiği bir yapı ortaya çıkarmaktadır. “İçerik ve biçem” bütünlüğünün ve uyumunun olmadığı, özellikle “biçem” olmaksızın salt içerikle hiç bir ürün sanat açısından değer taşımayacağından, bu anlamda, arabesk müziğin de sanatsal hiçbir değer taşımayacağı açıktır.
Arabesk müziğin diğer özelliklerinden biri de çok sayıda çalgı kullanılmasıdır. Bu müzikte çok sayıda çalgı aleti kullanılması, müzikteki çok sesliliği sağlamaya değil, “çok ses” anlayışıyla yapılmış, farklılık yaratmaya (Halk Müziğinden) ve dikkati çekme amacına hizmet eden bir çabadır. Zaman zaman batılı ya da hatta Hint ve Arap çalgılarının kullanılması da bu amaca yönelik çabalar olmuştur. Çağdaş müzik anlayışıyla uzaktan yakından ilişkisi olamayan bu girişimler ortaya değerli, kaliteli, doğru bir müzik anlayışı çıkarmamaktadır. Kural tanımayan ve tümüyle piyasa edinme çabalarıyla yapılan bu müzik türünün kuralsızlığı ve kargaşayı etkin kılmaya çabası özelde bir ülkenin, genelde ise insanlığın doğru müzik anlayışına hiçbir yarar sunmayacağı açıktır.
Arabesk müzik, kabul edilebilir evrensel müzik kurallarına özellikle sesler açısından aykırılık oluşturur ve bu nedenle de çok sesliliğe uygun değildir. Çok sesliliğe uygun olmayan ya da çok-seslileştirilemeyen tüm müzik türleri gibi, arabesk de yerelliğe mahkumdur ve ancak belirli bir kesim tarafından ilgiyle dinlenebilir ya da haz alınabilir bir müzik türü olarak kalacaktır. Çok seslilik denemeleri yapan ve kendi kültürel değerlerini bu anlamda insanlığın hizmetine sunan birçok örneğin (Bela Bartok ve Doğu Avrupa halk müziği özelde ise Macar Halk müziği) var olduğu koşullarda ülkemizin halâ müziğin en kuralsız ve ilkel denilebilecek türleriyle uğraşıyor olmasının kültürel geleceğimiz ve tarihimiz açısından ne kadar olumsuz olabileceği açıktır.
Kültürel Yozlaşmanın ve Edilginleştirmenin Aracı Olarak Arabesk
Arabesk’te sorunlar toplumsal bağlarından koparılıp, soyut birer olgu ve sloganlar düzeyinde ele alındığından, arabeskle ilişki içinde olanlar açısından sorunların nedenleri, kökenleri ve çözümlerine ilişkin herhangi bir sorgulama ya da çaba söz konusu değildir. Sorunlar sadece vardır ve bu sorunların nereden kaynaklandığı önemli değildir. Önemli olan sorunun kendisi ve birey olarak o sorunun bizde belirli bir yakınmaya neden olmasıdır. Bu yakınma da, sorunun kendisi de bireyseldir. Doğal olarak onunla oluşturulan ya da oluşturulacak ilişki de bireyseldir. Bireysel ilişki, doğal olarak sorunlara ilişkin çözümün de bireysel olarak ele alınması anlamına gelmektedir. Bireyin toplumsal bir ilişki, edim ya da eylem içinde olmasına gerek yoktur.
ilgili içerik Öznesi Olmak Yaşamın!
Arabesk’te yaşamın gerçekliği bireyin dışındadır. Birey dış gerçeklikten soyutlanmış olarak kendi bireysel iç dünyası ile baş başadır. Bu kendine özgü dünyasında yaşadıkları, özellikle özlemini belirttiği aşkı-sevdası gerçekliğin kurallarına özgü olmadığından, bu duygular simgeselleştirilen ve bireye özgüleştirilen bir dünyada yaşanmaktadır. Bu bireye özgü hale dönüştürülmüş dünyadaki bazı istekler yerine geldiğinde, birey rahatlayacak, yakınma ve şikayetlerinden kurtulmuş olacaktır. Kendi dışındaki gerçeklikte nelerin yaşandığı ya da gündeme geldiği yaşamında anlam taşımayacaktır. Yaşamın kendisine ve ona dair tüm gerçekliğe yabancılaşacaktır.
Arabesk, bireyi, maddi gerçekliklere ilişkin tüm beklentilerinin kendi dışındaki güçler tarafından kontrol edildiğine şartlandırmakta, yakarışların, umutsuzlukların bu güçlere yönelik dile getirilmesi anlayışına yönlendirmekte ve bireyin kendi yaşamına ilişkin kararların da bu güçlerce alındığına inandırılması gibi bir teslimiyete sürüklemektedir. Bu anlayış süreç içerisinde Osmanlı’dan beri var olan, bireyin kul, yönetenlerin ise bu kulların dileklerini istediklerinde, uygun gördüklerinde yerine getirenler olduğu düşüncesini pekiştirmektedir. Arabesk müziğin sürekli nakaratlarla benimsettiği bu anlayışın devletin baba olduğu yanılsamasını, ne yaparsa doğru olduğu kabulünü, olanakları ölçüsünde bireyin gereksinimlerini dikkate aldığı inancını yerleştirdiği ve devletin yıkılmazlığını empoze ettiği, bireyi uysallaştırdığı görülmektedir.
Arabesk, bireye, olay ve olgular karşısında güçsüzlüğünü ve çözüme ulaşmanın olanaksızlığını gösterdiğinden, bireye çaresizliğini ve tüm bu olgularla mücadelesinde yalnızlığını öğütlemektedir. Çaresizleşen ve yalnızlaşan birey koşullar karşısında edilginleşir ve başına gelebilecek her türlü olayı kabullenerek, onu kadere bağlar. Bu sonuç onun çözümü de kadere bağlamasına neden olur. Kendisine efkârlanmak ve yakınmak kalmaktadır. Yaşama dair olgulara ve sorunlarına ilişkin çözüm üretemediğinden bir hiç olduğunu düşünen ve yaşamına dair hiçbir edimde bulunamayan birey sorgulama, değerlendirme, yargılama ve harekete geçme eylemlerinin hiçbir aşamasında yer almayarak yaşamın tek düzeliğinde kaderin dur dediği yere kadar varlığını sürdürecektir.
Gündelik yaşamımıza, ülke insanının olay ve olgular karşısındaki tutumlarına, ülkenin sanat etkinliklerinin her türünde esen arabesk rüzgârlara ve toplumsal uykumuzdan bir türlü uyanamıyor olmamıza başka türlü açıklama getirilebilir mi?
İlk çıkış dönemlerinde resmi müzik anlayışına karşı bir tepki gibi ortaya çıkan, yaşamın bazı olumsuzluklarından yakınan arabesk, nedense, sadece resmi anlayışın yayın organlarında yer bulamamış (TRT denetimleri), ancak yaşamın diğer alanlarında engelsiz varlığını sürdürmüştür. Özellikle eğitim düzeyi yetersiz kesimlerde, hatta zaman zaman – ortaya çıkaranları ve icracıları herhangi bir müzik eğitimi sürecinden gelmemiş olmalarına karşın- , bilinçsiz okumuş insanlar diyebileceğimiz kesimlerde de kendine yer edinmiştir. Toplumsal muhalefetin ciddi anlamda yükseldiği ve bilinçli kesimlerin düzene ve yönetenlere karşı tepkilerini örgütlü yapılanmalar içinde yerine getirmeye başlıyor oldukları dönemde, arabeskçiler iktidar kurumlarınca desteklendiler. İçinde bulundukları koşullara, yaşamın kendilerine sunduklarına ilişkin arabeskçilerin yakınmalarına, tepkiselliğine hoşgörüyle bakılmış, kayıt dışı ticaret yapmalarına, yasalara aykırı olarak faaliyette bulunmalarına karşın, hiçbir engel çıkarılmamış, gelişimine ve serpilmesine izin verilmiştir. Oysa aynı dönemde toplumsal muhalefetin sesi durumunda olan sanatçılar, her olasılıkta, gözaltına alınmış ya da ülke dışına kaçmak zorunda bırakılmışlardır.
Günümüzdeki gelişmeler de arabesk’in ilk çıkış dönemlerine benzer bir eğilim göstermektedir. Tek farkla ki, artık arabesk müzik ve arabesk olan her şey özel televizyon kanallarının yanı sıra devlet kanallarında da boy göstermekte, hatta öyle ki, devletin özel desteğini bile alabilmekte, en üst düzeyde yönetenlerin ortamlarında değerli ve önemli kişiler olarak yer almaktadırlar. Bu değerleniş ve kutsanmanın kuşkusuz bir karşılığı vardır. Burjuvazi bu karşılığı tepkisiz, edilgin, kaderine boyun eğmiş ve tek kurtarıcının, arabesk müzikte etkin olan temalarda görüldüğü gibi, ilahi güç ve onun yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inanan yığınların oluşması ile almaktadır.
Gündelik yaşamımız ve değişen alışkanlıklarımıza, ülke insanının olay ve olgular karşısındaki tutumlarına, ülkenin sanat etkinliklerinin her türünde esen arabesk rüzgarlara ve toplumsal uykumuzdan bir türlü uyanamıyor olmamıza başka türlü açıklama getirilebilir mi? Bütün bu gelişmelerin ve değişimlerin oluş nedeni kuşkusuz tek başına arabesk değildir, ancak arabesk’in özellikle burjuvazi adına iktidarı ellerinde bulunduranların hakim kültür anlayışı ile olan yakınlığına ve yoğun ilişkisine baktığımızda bu önemli işlevi nasıl yerine getirdiği bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.