Manipülasyona gereksinim duyan ve onu kitleleri denetim altına almak
için kullananların, bu amaca ulaşmada, en büyük engel gördükleri
öge aydın bilinçtir.
Sanatın kendi doğasında var olan etkileyiciliği ve insanlarda davranış değişikliğine yol açması gerçekliği, onun yönetenler tarafından bir manipülasyon aracı olarak kullanılması amaçlı ilgilerini çekmiştir. Böylece bireylerin hem kendilerini hem de içinde yaşadıkları ortamı genel anlamda yaşamı ve ona dair ögeleri değerlendirmelerinde istenilen yönde düşünmelerini sağlamanın önemli, belki de medya ile birlikte en önemli aracı olmuştur. Yönetenlerin manipülasyon çalışmaları karşımıza değişik biçimlerde çıkabilmekte ve hedeflediği sonuca göre değişik araçlar kullanabilmektedir.
Manipülasyon biçimlerinde biri, bireye, kapitalist sistemin en önemli özelliklerinden biri olan “kişisel başarı hırsını” kabullendirmek ve bu savaşım içine çekmektir. Böylece birey hedeflediği şeyleri başarmada birilerini geçmesi ya da yok etmesi gerekliliği düşüncesinin yanı sıra, başarıda tek önemli ölçütün kendisinin en iyi ya da iyilerden biri olması gerekliği düşüncesine kapılarak asıl gerçeklikten uzaklaşır. Bu duruma ilişkin örnekleri özellikle müzik ve sinema alanlarında birer başarı öyküsü gibi sunulan ve popüler kültürün en önemli ürünleri olan (sözüm ona) sanatçılarda ve yine aynı şekilde sanatın farklı biçimlerinin, basitleştirilmiş ve yozlaştırılmış biçimlerde, medyayı da kullanarak zirveye çıkışın birer aracı yarışmalar olarak gençliğin önüne bir seçenek gibi sunulmasında görebiliriz.
Manipülasyon biçimlerinden bir diğeri, halkı, geniş kitleleri yaşamlarına dair gündelik yaşam mücadelesi içine gömerek kendi gerçeklikleri içinde kaybolmalarını sağlamak ve böylece kitleleri düşünemez hale getirmek ve kendilerini ve yaşamı olumluma becerisinden yoksun bırakmaktır. Bu tür manipülasyonda egemenler kendi gerçekliği içinde yalnızlaşmış ve boğulmuş olan ve bireysel varoluşlarını sağlamaya çalışanlar adına düşünür, onlar adına kararlar verir ve onların iyiliklerini düşünürler! Bu bazen medyada yaygın bir şekilde egemenlerin yaşam biçimini ve yaşamlarına dair yozlaşmaların olağanlaştırılması, hatta özendirilmesi olarak karşımıza çıkar, bazen de zengin-fakir karşıtlıklarının araç olarak kullanılması ve aynı kutup içinde ama kaderin birer cilvesi sonucu farklı konumlarda oldukları biçiminde! Ancak her koşulda, kitlelere, şansın ve kaderin bir şekilde bu çelişkileri ortadan kaldırabileceği, aynılaştırmayı sağlayacağı duygu ve düşüncesinin verildiği programlar, diziler, oyunlar, şiirler, öyküler, romanlar ve diğer sanat ve edebiyat ürünleri sunulur.
Bu manipülasyon biçimlerinden en öne çıkanı ise halkın yaşamında var olan ögeler arasında karşıtlıklar yaratmak ve onları bunlar arasında seçime zorlamaya yönelik yapılan çalışmalardır. Kitleler yaşam mücadelesini sürdürüp gündelik sıkıntıları ile uğraşırken bir anda yıllardır inandıkları değerlerle ilgili tercihler yapmaya zorlanır ve taraf olmaları sağlanmaya çalışılır ki, çoklukla da karşıt güçlü çabalar olmadıkça, başarıya ulaşırlar. Günümüz dünyasında yaratılan ulusal, etnik, inançsal hatta yöresel çelişkiler bu durumun en yaygın görünenleridir. Ülkemizdeki etnik ve inançsal kimliklere ilişkin yaratılan karşıtlıklar ve tercihe zorlanmalar oldukça yaygın bir gelişim göstermektedir. Bu durumun toplumun en ileri ve aydın olması beklenilen sanatçı ve edebiyatçı tutum, davranış ve yazılarına bile yansıyabilmektedir. Hatta öylesine yaygınlaşır ki bu eğilimler barış, demokrasi ve kardeşlik çabasına katkı sunmaya çalışan ya da bu konuda görüş belirtenler ulusalcı, etnik ya da inançsal nefretin birer ögesi ve muhatabı durumuna düşürülürler.
Bütün bu manipülasyon çalışmalarının amacı, asıl gerçeklik olan “Toplumsal başarıda bireyin kendini olumluma ve geleceği toplumsal değişim ve gelişim süreçlerde görme” düşüncesinin yok edilmesidir. Bu süreçlerin sonunda, birey kendini sürekli, tek başına bir savaş, mücadele içinde bulur ve hep önünde aşılması gereken engellerin olduğu düşüncesinin kapılır. Bunun doğal bir sonuç olarak hastalıklı bir toplum ve birey yapısı oluşur. Yabancılaşmaya başlamış bu toplumun bireyleri, kendine dönük eleştirilerinde tüm suçu üstlenir, yetersizliklerin kendi bireysel kapasitesiyle ilgili olduğunu, bunu da tanrı vergisi bir durum ve kader gibi algılar. Edilgenlik havuzunda kulaç atmaya başlar ve yaşamın kendine sunduklarıyla yetinir. Var olan yanlışlık ya da düzensizliklerin nedenini, artık, aramasına ve dış dünyaya yönelmesine gerek kalmaz.
Kapitalistlerin ve onlar adına yönetenlerin tüm bunları yaparken kullandıkları temel araçlardan birisi, yukarıda örneklemelerde belirttiğimiz gibi, sanat, edebiyat ve onun elemanları olan sanatçılar ve edebiyatçılar olmuştur. Bu nedenle, genelde, en önce sanatçıları ve edebiyatçıları hedef olarak alırlar, çünkü onların toplumda rolleri büyük ve bu rolü yerine getirirken etkileri ve inandırıcılıkları oldukça güçlüdür.
Yönetenler sanat ve edebiyata manipülasyon amaçlı yönelirken etkileyebildikleri ya da yanlarına çekebildikleri sanatçı ve edebiyatçıları amaçlarının ögesi haline getirip yüceltirken, direnen sanatçı ve edebiyatçıları ve anlayışlarını ise ötekileştirirler. İdeolojik olarak güçlü olmayan ve bilinçlenme sürecini yaşamamış ya da tamamlayamamış sanatçıların ve edebiyatçıların çeşitli sponsorluklar ve olanaklarla yönlendirilmesi, belirli sanat dallarının kapitalistlerin himayesine girmesi ve hatta etkinliklerinin yönetenlerin ya da kapitalin temsilcilerinin destek ve yönlendirmeleri ile yapılması bu manipülasyon çalışmalarının doğal sonucudur. Zaman zaman düzen karşıtı görüşleri savunan ve bu doğrultuda ürünler sundukları iddiasında bulunan sanatçı ve edebiyatçıların da bu rüzgara kapıldıkları ve üretimlerini farkında olmadan bu yarış içine (ödüller ve burjuva destekli yayın evleri vb.) soktukları görülebilmektedir. Çok masumca bir beklenti gibi görünen bu gerçekliğin, süreç içerisinde, bu durumda olan sanatçı ve edebiyatçıların burjuva kültürünün ve ideallerinin hizmetine girmesine neden olmakta ve o anlayışla çatışmalar yaratacak ögelerden kaçınan sanat ve edebiyat ürünleri vermeye çalışan bir sürece yöneldikler görülebilmektedir.
Bütün bu gerçeklikler yönetenlerin başarısının mutlaklığı anlamına gelmiyor kuşkusuz! Manipülasyona gereksinim duyan ve onu kitleleri denetim altına almak için kullananların, bu amaca ulaşmada, en büyük engel gördükleri öge aydın bilinçtir. Bu bilincin gerektirdiği sağlam duruş ve sanatın, edebiyatın temel işlevlerini unutmamanın ve yerine getirme iradesinin karşısında yönetenlerin anlayışların başarılı olamadığı dünya demokrasi mücadeleleri tarihinde yaşanmıştır. Çoklukla yönetenlerin ellerindeki medyaya, benzeri diğer araçlara, ekonomik güce, kendilerinin oluşturduğu yasalar ve militarist güçlere karşın aydınların, demokratların ve sanatçıların bu oyunu bozabilme ve zorlukları aşabilmeleri iradesi karşısında çaresiz kaldığı bilinen deneysel bir gerçekliktir.