Şevket Süreyya Aydemir, Yeşil Ordu’nun adının o yıllarda Ukrayna’dan kurulan köylü anarşist lider Mahno’dan aldığını söyler.
Reşat Nuri Güntekin’in “Yeşil Gece” romanı, “Çalıkuşu”nda olduğu gibi, eğitimin önemini ve dinci yaklaşımların ikiyüzlülüğünü gösterek toplumun gelişmesinin ve kurtuluşunun eğitimde olduğu düşüncesini vermeye çalıştığı bir romandır. Görünürde Ege Bölgesindeki bir kasabada yaşayan genç idealist bir öğretmenin yaşamının anlatıldığı iddia edilen romanla ilgili bir grup arkadaşla yaptığımız çalışmada, ortaya, görünenin dışında başka bazı gerçekliklerin varlığının çıktığını gözlemlemiş olmak açıkçası bizi biraz şaşırttı.
Romanı incelerken içinde yirminin üzerinde ‘Yeşil Ordu’ göndermesi olduğu ve bu ordunun da daha çok İslami bir ordu şeklinde veriliyor görülmektedir. Yine aynı şekilde akış içerisinde araya sık sık 31 Mart olayları da konularak sanki ‘Yeşil Ordu’ bu anlamda gerici Cumhuriyet karşıtı bir ordu gibi gösterilmeye çalışılıyor. Oysa o dönemlere ilişkin bilinen tek yeşil ordu Çerkez Ethem’in başında olduğu Yeşil Ordu’dur. Üstelik bu orduyu da Mustafa Kemal’in kurdurttuğu söylenmektedir. Kaldı ki Yeşil Ordu Cemiyetinin kurucularının çoğunun, incelendiğinde, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları olduğu görülecektir. Ordunun kurulma nedeni ise Bolşeviklerden yardım alabilmek ve İstanbul hükümetinin kara propagandasına karşılık vermek. Bunların dinsiz, allahsız şeklindeki söylemlerini durdurmak, yanı sıra İslami örgütlenme durumunu kullanmak ve var olan sosyalistleri de bu yapı içinde eritmektir. Bunu Yeşil Ordu’nun Nizamnamesinden yapılmış şu alıntıda da görebiliriz; “Yeşil Ordu anti-kapitalist, anti-emperyalist ve anti-militaristtir. Devletin iktisadî ve içtimaî sahada geniş müdahalelerine taraftar olur, bunların yanı sıra aile hayatına hürmetkârdır ve İslamiyet’in bütün içtimaî esaslarına istinat ederek asr-ı saadetin müşterek samimiyetini iadeye ve batıdan gelen kendini beğenmiş ihtirasları Asya’dan atmaya çalışmakla yolunu, Hak yolu, Allah yolu bilir. […] Yeşil Ordu’nun teşkilatına mensup olup da emperyalizm lehinde gayemize ihanet eden derhal idam olunur.”
Şevket Süreyya Aydemir, Yeşil Ordu’nun adının o yıllarda Ukrayna’dan kurulan köylü anarşist lider Mahno’dan aldığını söyler. Bu ordunun adının Ukrayna’dan geldiğini Mete Tuncay’da belirtmektedir. Amaç köylerde sosyalist eşitlikçi bir yaşam kurmak. Aslında hepimiz biliyoruz ki o süreçte bilinen yeşil bayraklı tek ordu Çerkez Ethem’in başında olduğu Yeşil Ordu’dur. Bu ordunun eşitlikçi ve sosyalist bir ordu olarak gösterilmek istenmesi Çerkez Ethem’den çok bu örgütlenmeyi başlatan Atatürk’ün amacıdır. Böylece Sovyetlere yakın bir köylü ordusu görünümü sağlamaktır.
Kitap gerçekten bir “edebiyat eseri” olsa arkadaşları anlayabiliriz, ancak bir manifesto özelliği taşıyan bu kitabın “edebiyat eseri” olarak öne çıkarılacak pek bir yanının olmadığını söylemem gerekiyor.
Reşat Nuri Güntekin Roman boyunca Yeşil Ordu dediği halde, nedense bu ordu sürekli 31 Mart vakasındaki İslami anlayış içinde gösterilmeye çalışılır. Sanki bir Çerkez Ethem sorunu olmamış, böyle bir örgüt hiç yokmuş gibi hareket ediyor. Oysa Reşat Nuri’nin Yeşil Ordu’yu bilmemesine imkân yok. Bunun yanında çoğu kez “yeşil bayrak” kullanılıyor imgesi kullanılıyor romanda. İslam bayrağı “yeşil bayrak” gibi veriliyor, ama İslam bayraklarına baktığımızda bir yeşil bayrak geleneğinden söz etmenin imkânı yok. İlk bayrağın -ki bu da Hz. Muhammed’in onayladığı bayraktır- renginin siyah olduğu söyleniyor. Bunun yanında beyaz bayrak diyenler de var. Ama genel olarak ilk bayrağın siyah bayrak olduğu inancı kabul görmektedir. Sonradan yeşil bayrak kullananlar da olmasına karşın sürekli renkler değişmiş ve yeşil merkezinde söz etmenin de pek imkânı yok gibi görünüyor. İslam ile yeşilin iç içe geçirilmesi ve İslami hareketlere yeşil rengin giydirilmesi sanırım yine Yeşil Ordu ile ilgili. Yani Yeşil Ordu’nun yaratmış olduğu etkiyi yok etme ve İslami gerici yobaz takımı olarak göstermekle ilgili! Bütün bunlardan dolayı bu romanın ısmarlama bir roman olma olasılığını düşünmemek elde değil! Bu arada bütün bu olay örgüsünün yaşandığı bölgenin de Yeşil Ordu’nun örgütlendiği bölge olduğunu unutmayalım!
Bu kadar olasılık, benzerlik hatta çakışma bir araya gelmesine ve onlarca kez sözü edilen İslami Orduya Yeşil Ordu denilmesine karşın, bu roman üzerine yazan hiç kimse, günümüze değin nedense romandaki İslami Yeşil Ordu ile Çerkez Ethem’in Yeşil Ordu’su arasındaki olası benzeşimden (tesadüf bile olsa) söz etmez. İslami örgütlenmeler sadece gerici yobaz ve işbirlikçilerin örgütlenmesidir gibi gösterilir.
Cumhuriyet edebiyatı içinde bu tarz onlarca eser var. Gerçeği söylemek gerekirse koca bir yalandan başka bir şey değildir. İslami sosyalist bir örgütlenme süreci Yeşil Ordu’yla denenmek istenmişti. Böylece gerileşme imkânı olan İslam’da kontrol altına alınacaktı. Bu roman ya da benzerlerinden emperyalist ülkelere şirin görünebilmenin kısmi de olsa imkânlarının zorlanmaya çalışıldığını algılayabiliriz. Böylece yavaş yavaş Sovyetlerle ilişkiler azaltılacak yeniden emperyalistlerle ilişkilere girilecektir. Bu varsayımlar ve algılar doğal olarak bize bu romanın Atatürk tarafından ısmarlama bir roman olduğuna dair yapılan söylemleri de haklı gösteriyor.
Bu kısa yazı da Reşat Nuri romanına dair dışarıda bırakılan ya da tartışılmayan iki olguyu göstermekti amacım. Birincisi neden kimse onlarca kez Yeşil Ordu geçtiği halde, Çerkez Ethem’in Yeşil ordusu mu bu diye sormaz?
Bu arada bazı sözüm ona gerçekçi edebiyat savunucusu arkadaşların Yeşil gece romanına övgüler yağdırdıklarına tanık oluyoruz. Kitap gerçekten bir “edebiyat eseri” olsa arkadaşları anlayabiliriz, ancak bir manifesto özelliği taşıyan bu kitabın “edebiyat eseri” olarak öne çıkarılacak pek bir yanının olmadığını söylemem gerekiyor. Aslında çok kötü bir roman da diyebilirim, çünkü romanı okuduğumuzda –önyargıdan uzak değerlendirildiğinde- aceleyle yazılmış üzerine pek düşünülmemiş bir kitap olduğu görülecektir. Detaylı düşünülmemiş bir kahraman ve bu kahramanın etrafında gelişiyor olaylar. Reşat Nuri olay ve olgulara ekonomik ve politik bakamıyor ve canlandırma yeteneği pek yok gibi bu romanda. Sadece bir İslam düşmanlığı yaratmaya çalışıyor, ama sarıklılar dediği bu zümreye bakışında ise onlar ve bizlerin dışına çıkamıyor. Bu vatanın en büyük düşmanı olarak sarıklıları gösterilirken düşmanla işbirliği yapanların da sarıklılar olduğuna dair göndermeleri var. Bu göndermelerin nedenleri ve toplumsal karşılığı üzerinde pek düşünülmemiş.
Gerçekte Reşat Nuri’nin diğer romanlarında da kahramanlar, arkadaş çevresi, aile, bulunduğu toplumsal koşullardan soyutlanmıştır kahramanlarını. Sanki dışarıdan gelmiş nedensellikleri belirsiz tiplerdir ve bu anlamıyla gerçekçi değillerdir. Bu roman daha çok eski masal anlatıcılarının masallarına benzer. Hiç bir tip olgu çelişkiler ve çatışmalar içinde verilmez. Üstün körü karikatür tiplerdir. Amaç sadece, sarıklı fesli ayrımını göstermektir.
Bunun yanı sıra türbenin yakılması olayıyla birlikte Öğretmen Nihat Bey suçlanır. Daha çok türbenin yakılmasında ön ayak olanın Kelami Baba Türbesine bakan Türbedarın oğlu olduğu durumu varken. Nihat beyin suçlanması, sarıklıların gizlice yürüttükleri çabayla olur. Nihat Bey içkici olarak gösterildiği gibi laik düşünceli ve ilerici biridir. Romanda anlıyoruz ki, Nihat beyin ailesine pek bakmayan ailenin gelişimiyle ilgilenmeyen birisi. Hatta hapishaneye giderken taşkınlık yapan kitleden kendine yumurta, domates atanlardan birisi oğludur. Nihat Bey, Aslında Dreyfus’tur. Fakat bu durumun üzerine pek gitmemiştir Reşat Nuri. Şöyle bir alıntı koyarak konuyu biraz daha açmak lazım “İşin asıl feci tarafı, Muallim Nihat Efendi’nin başına kırmızı kese kâğıdından bir külah giydirmişler, külahın iki ucuna iki boynuz takmışlardı.”. Gerçekte Dreyfus bir Yahudi iken nedense Romandaki Nihat karakteri Bektaşileri simgeliyor. Kırmızı külahla işaret edilenler ve boynuzlu imgesiyle de anlatılanlar Bektaşilerdir. Tarih boyunca Bektaşilere ve Alevilere dair suçlamalardan birisi de, boynuzludur. Karısıyla, çocuğuyla pek ilgilenmeyen alkolik boynuzlular!
Nihat karakteriyle Türkiye toplumunun ezilen halkının Bektaşiler, Aleviler olduğuna dair bir gönderme olsa da, yine hiç bir eleştirmen bu romana bu açıdan bakmamıştır. Fakat bu büyük olasılıkla bu romanın derme çatma yetersiz bir roman olmasıyla ilgili. Her eleştirmen bu derme çatma ve yetersiz romana gerekli ilgiyi gösterme ihtiyacı duymamış gibi görünüyor!
Boynuzlu sözünün kökeni, Vefailik, Kalenderilik, Bektaşilik tarikatlarıyla ilgilidir. Daha çok tarikat işleriyle uğraşanlara boynuzlu denir. Onlarda tarikat birincil önem taşır aile ise ikincil. IX. yüzyılla birlikte hızlı bir şekilde derviş kafileleri Anadolu ve Mezopotamya’da yaygınlaşmıştır. Bunlar köy köy gezerken her tarikatın farklı hayvanlardan yapılmış boynuzları da üzerlerinde olurdu. Bu boynuzların diğer adı sur borusudur -İsrafil borusu- . Bu boynuzları taşıma nedenleri yolculuk yaptıkları için herhangi hayvan saldırısına karşı güvence sağlamak. Arada bir sur borusunu çalarak çevresindeki hayvanları korkutmak ve onların saldırılarını engellemektir. Aslında boynuzlu sözcüğü bu gezgin dervişlere ilişkindir. Bunlar Kalenderi, Vefai, Bektaşi dervişleridir. Karısına, çocuğuna bakmayan sürekli içen dervişler imgesiyle iç içedir boynuzlu sözcüğü. Bektaşi ve Alevilere yapılan hakaretler Nizamı-mülk ile katmerleşerek günümüze kadar gelmiş toplum içinde öyle içselleşmiş ki, boynuzlu sözcüğünü böyle bir karşılığı olduğunu kimse hatırlamaz. Kırmızı külah ve boynuz Reşat Nuri ile birlikte yeniden ortaya çıkartılır. Ama yine kimse bu göndermenin Bektaşi ve Alevilere dair olduğunu düşünmez.
Bu kısa yazı da Reşat Nuri romanına dair dışarıda bırakılan ya da tartışılmayan iki olguyu göstermekti amacım. Birincisi neden kimse onlarca kez Yeşil Ordu geçtiği halde, Çerkez Ethem’in Yeşil ordusu mu bu diye sormaz? İkincisi ise, Nihat öğretmen bir Bektaşi olduğu halde neden bu yanıyla hiç tartışılmaz? Reşat Nuri’nin üstüne basa basa bakın Nihat öğretmen bir Bektaşi’dir demesi mi gerekiyor? Bunun yanında kendine Marksist(!) diyen birçok aydın ve eleştirmenin bu romanı savunması ve başyapıt gibi göstermesi anlaşılır gibi değil. Çünkü ortada bir romandan daha çok “masalımsı” ya yakın “propaganda” kitabı var.
Ne yazık ki, ülkemizde Kemalist çizgiyle iç içe girmiş birçok sosyalist aydın yazar ve eleştirmen var. Ne kadar sosyalist oldukları tartışılacak bu kişilerin gerçekçi edebiyatı savunduklarını iddia etmelerine karşın, bu “masalımsı propaganda” kitaplarını gerçekçi edebiyat örnekleri içinde gösterme gafletinde bulunmaları gerçekten üzücü bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.