“Yok edicinin egemen olduğu bir kültürde doğması istenen tüm yeni hayatlar, gitmesi istenen tüm eski hayatlar, hareket etme ye tisinden yoksundur ve o kültürün bütün yurttaşlarının ruhsal hayatları hem korku hem de tinsel kıtlıkla felç olur.”
Tik tak… tik tak… tik tak… eskiden duvar saatlerinde her saniye sallanan bir sarkaç olur ve günün geçirdiğimiz her saniyesini koşar adım anlatırdı, yarım saatte bir küçük veya saat başı, saat kaç ise o kadar gong çalar ve organik zamanı görmezden gelmemizi sağlayacak kadar mekanik zaman kendini vurgulardı. Doğayı dönüştürme ve insanlığın hizmetine sokma gücünü insanlara mümkün kılan teknoloji, doğaya dair zaman algılamasına ve deneyimine böyle ket vurdu. Artık duvar saatinin sesine ihtiyaç duymayacağımız kadar modern hayatın tüm şiddetini normalleştiriyoruz. Modern hayatın şiddetini daha belirgin yaşayan bizler için hem jenerasyon hem coğrafyamıza dair katmerlenen çılgınlık sürüklüyor hepimizi. Walter Benjamin, Tarih Meleği isimli ünlü pasajında ilerleme ve modernleşmeyi fırtınanın hızında gerçekleşmesini, şatafatlı yapıtlar olarak görünen her şeyin, aslında felaket ve katliamla gerçekleşebildiğini söyler, hatta şatafat ve ihtişamın bu katliamları ve yıkımı anıtlaştırmanın yolu olduğunu da ima eder ve ekler:
“Klee’nin Angelus Novus adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde; meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri, ağzı ve kanatları açılmıştır. Tarih meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun ayakları dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki, melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır.”
Yıkıp yeniden yapma bu dönemin, modernizmin baş anlatısı. Yıkılan her şeyde yeniden tahrip edilen belleğimizin boşluklarını iktidarın resmi tarihinin ve hegemonyasını üreten bilgilerin doldurduğu da aşikar. Bu yüzden günümüzün en önemli politik söylemi yalan ve gerçekliği yamultma üzerine kurulu. Örneğin her saniye bir işçi kaza geçirip, bir başka işçi intiharın eşiğine gelirken kalkınma nutuklarını görürüz. Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddetin, namus adı verilen zehirle servis edildiği, kadınların sürekli yargılandığı bir ortamda nasıl yükseldiği ise hepimizin malumu. Eli kanlı olduğu halde “kardeşlerim” diye haykıranların katillerinse pusu kurduğunu da görmemek mümkün mü?
Doğayı dönüştürme ve insanlığın hizmetine sokma gücünü insanlara mümkün kılan teknoloji, doğaya dair zaman algılamasına ve deneyimine böyle ket vurdu.
Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında Clarissa Estes “Yok edicinin egemen olduğu bir kültürde doğması istenen tüm yeni hayatlar, gitmesi istenen tüm eski hayatlar, hareket etme ye tisinden yoksundur ve o kültürün bütün yurttaşlarının ruhsal hayatları hem korku hem de tinsel kıtlıkla felç olur.” derken bizim yaşadıklarımıza gözünü dikmiş gibi hissetmiyor musunuz siz de?
Özgürlük ve adalet için kendi bedenini açlığa yatıranların, Leyla Güven’in ve yoldaşlarının, Selçuk Kozağaçlı ve diğer avukatların; fabrika kapılarında direnen işçilerin; onur ve adalet mücadelesinden vazgeçmeyenlerin; her türlü baskıya karşı barış diyenlerin bu güçlü iktidar karşısında, bizleri bu karanlıktan çıkaracak tek yolu da önümüze açtıklarını, hem de bedelleri göze alarak zorbalığın karşısında anıtlaştıklarını görmemek mümkün mü? Saat ilerliyor, tik tak… tik tak… tik tak…
İşte böyle bir ortamda yerel seçimlere giriyoruz. Yerel seçimleri bile bir rejim tercihi haline getirmek konusunda AKP ödülü hak etti. Yerel seçimler bahanesiyle yeniden tanımlanan hain, zillet ittifakları ve üretilen yeni teröristler karşısında muzaffer Erdoğan ve tebaası duruyor. İslami referanslarını AKP’nin beka ihtiyaçlarına göre yeniden yazılan Osmanlı tarihinden ve milli dönemindeki AKP’den almayan herkesi de rejim karşıtı, bayrak düşmanı veya hain ilan edecek cüret, ekonomik ve siyasal kriz ile sıkışmasının yarattığı korkudan kaynaklanıyor. Yeni rejimin seçimler için vaat ettiği ise daha fazla beton, bolca mermi, cumhur başkanlığı otobüsünden fırlatılan kutsal çay ve varlık-kuyruğu. Halbuki bu kadar fazla sayıda insana terörist demek çok riskli, ya bu insanlar ikna olursa…
Tik tak… tik tak… tik tak…