U
“Mesele umut etmeyi öğrenmektir. Onun ekmeği feragat etmez, akamete uğramaya değil başarmaya âşıktır.”
Ernst Bloch
Umut Güzellemesi
Umut yalnızca içten gelen bir duygu değil; bilincin nakışladığı bir örgüdür. Bilincin sarılmadığı bir umut sevgisiz kalır, hem de aksak yürür. Umut cahil cesareti değildir; tarihin bilincidir. Bu gücünü bildiğinde gerçeklikle oynaşır. Umut çaresizliğin içindeki beklenti değildir; aynada yansıyan tarihin gerçekliğidir. Umut gelecekle ilgilidir ancak geçmişle kurulur. Bir yorum ve tahmin değil, algılamadır. Umudu algılamak için bilimin, sanatın, felsefenin derin gözlerinden bakmak gerekir bu yüzden.
Umut bir arzudur; çoğalmasını istemekle herkes de haklıdır. Umut bilincin ortaya çıkardığı bir donanım ve gerçeklik olduğundan insana has bir sanattır; tasarlamanın en kristal hali sanat yalnız insana hastır. Bu yüzden de umut, evrensel bir sanattır. Her insan umudu bilinciyle duygusu arasındaki iletimi artırmakla kazanabilir. Umut kesinlik bildiren bir gerçekçilik değilse de safdil bir tasarım hiç değildir. Umut bilincin patlamaya hazır tohumudur.
Umutla başlıyorum her yeni güne, gün kendini veriyor bu yüzden bana. Umudum olduğu için hevesim var. Hevesimle gelişiyorum; hevesimle uçuyorum gökyüzüyle yer arasında. Bu yüzden her tür direniş, umudun yoldaşıdır. Umudumla toprağı avuçluyor ve gerçekliği sıkarak kavrıyorum. Devrimde bulunmak elbette bahtiyarlıktır. Köhnemiş bir geminin sulara gömülüşünü hüzünle mi izleyeceğiz? Her batış ardından bir şeyler de çeker: dikkatli olmalı. Güçlü kulaç atmalı batan gemiden uzaklaşırken. Geleceğini umduğumuz bir devrime sarılarak avunmuyoruz. Ruhumuz hasta değil bizim, boş avuntularımız yok. Avunmaya ihtiyaç duymayız. Ağrımız, acılarımız olabilir; onları tanıyarak tedavi edebileceğimizi biliyoruz. Bu yüzden sürekli ve gerçekçi bir sevinci üretiyor sağlıklı bilgeliğimiz. Önlemimizi ona göre alıyoruz tarihin bilgesi olarak.
Umut oyuncağımız değil yalnızca. Yaşam yolculuğunun azığı. Daima yolda olmak kötü değil; görümüz artıyor. Dinlenmiyor muyuz? Yorulmuyoruz ki. Ölümü sonsuz bir dinlenme addediyoruz; ölünce dinleneceğiz. Yaşam bize alabildiğine eylemde kalmamızı öğütlüyor; daha çok gerçek için: daha çok gerçek için daha çok eylem. Gerçekler umudumuzun tek besini. Eylemler umut ateşini sürekli besleyen yegâne nefes. Umut susar mı? Elbette. Ama susması gerektiği yerde. Hep konuşan geveze ahmaklardır. Umut kulağını verir konuşmaya başlamadan; dinler. Hep konuşmadığı gibi hep susmaz da. Umudun sohbetten hoşlandığı doğrudur. Sohbet, umudun kendini döllemesidir; onunla çoğalır çünkü. Onun bahar olma özelliği buradan gelir. Daldan dala atlayarak çiçeklenir sohbetler gibi. Sonra ardı ardına meyveleri patlayacaktır bu çiçeklerden. Gün gelecek o meyveler doyuracaktır hayatı.
Kayıkları taşıyan bir ırmaktır umut. Kendisi de bir yerde engin denizlere ulaşmaktadır. Uzak ufuklar ona uzak gelmez, daima yeni serüvenlere açılacaktır. Rüzgar onu savurur kimi zaman limandan limana, kıyıdan kıyıya. Ama o suya, suyun yaşamına sahip olduğunu bilir; her gecenin ardından gündüzün geldiğini bilir gibi. Zifiri karanlık kaba gücüne güvenir ve umudun ışığını ufuklardan indirdim sanır. Bilge umut hükmünü, gülerek ve anlayışla, mütevazı sabaha saklar ve başlatır saltanatını. “Ey umut geldiysen…” demiyorum. Sen yabancı değilsin, kapıyı çalmadan gir! Senden bir çekincem yok. Saçımı okşayan elin bir ana gibi.
“İdealler, bedenlerimizde kaçınılmaz yok oluşu bize uzak tutar. İnsanlar bedenlerinin ötesindeki, onu aşan rüyalarından söz ettikleri müddetçe var olmaya devam ederler.”
Gerard Pommie
Umudun Uçurtması
İnsan, ancak arzuları sayesinde hayata coşku ile katılabilen, arzularını yeryüzüne indirip yeryüzünü arzularına göre değiştirme uğraşında olan tek canlı. İnsan başka varlıkların arasında bir varlık da olsa, insan bir şeyden söz ettiğinde yalnızca insansal olandan söz eder. Başka varlıklar insan dünyasının konusu olabilse de ancak insana uyarlanmış olarak veya uyarlanmak üzere konu olabilir. İnsan kendi dışındaki dünyayı tanıma hevesi güder ancak bunu yalnız kendisi için yapar; insan için tanıma kendisini tanıma, kendine İyiyi tanımadır. İnsanın tanımalarından başka varlıklar etkilenebilir ancak kalıcı olarak bu tanımalardan başka canlıların işine yaramaz. İnsan yaşadığı dünyayı değiştiriyorsa kendisi için değiştiriyordur. İnsan sürekli inşaat halindedir; dünyayı ve kendini inşa eder durur.
Aydınlanma döneminin büyük filozofu Kant, “Neyi bilebilirim?”, “Ne yapmalıyım?” ve “Ne umabilirim?” sorularını insan yaşamının merkezine koyar. Bu soruları insan, kendini yaşam içinde bütünlüklü kılmak için önemsemelidir. Bu üç sorunun hepsi de gelecekle ilgilidir. Demek ki yaşamda en önemli zaman dilimi gelecek’tir. Bu, yalnızca gelecekte yaşayabileceğimiz içindir. “Neyi bilebilirim?” iki taraflı bir yeterliliği içinde barındırır, aynı zamanda sınırı. Benim bilme sınırım olduğu kadar, bilinebilecek olanının da bilinebilme sınırı vardır. Dolayısıyla ötekiler gibi bu sorunun yanıtı da yaşanan zamana göre verilecektir. “Neyi bilebilirim?”in imkânı “neyi yaşayabileceğim”in de imkânıdır. İnsan bilebildiğini yaşar. Asıl meselemiz “Neyi umabilirim?” sorusu da “neyi bilebileceğim” ile doğrudan ilgilidir. Bir şeyin bilgisine sahip olmak onu ummayı da doğurur. Mutlak umutsuzluktan söz edemeyiz bu nedenle. Çünkü mutlak bilgisiz olamayız. Mutlak umutsuzluktan söz ediliyorsa bu ancak psikolojik bir durumdan söz ettiğimiz anlamına gelir. “Bilebileceğim” ile “umabileceğim” birbirini kapsar. Dolayısıyla özdeştirler.
Bilme durumunu akla dayandırıyorsak, umma’nın kaynağını da akla dayandırmak zorundayız. Akıl dışında kalanlar umamaz. Bilme’nin kaynağı metafizik olamayacağına göre, umudun kaynağı da metafizik olamaz. Ancak insanlığın yaşamına baktığımızda hep bilinmeze yönelik bir umut sarfiyatı olduğunu görüyoruz. Tanrı, dua, boş beklenti… umudun metafizik biçimleridir. Metafizik kaynaklı umutların insanın yalnızca psikolojisinde etkili olduğu, gerçeklikte ise bir karşılık bulmadığı aşikârdır. Oysa ki aklın imkanından doğan umut, öncelikle tarihseldir ve somut bir gerçekliğe sahiptir. Onun tarihselliği bilinebilirliğindedir. Tarihsel olduğu için basamaklandırmalar, karşılaştırmalar, sınıflamalar yaparak bilinebilirliğini genişletip derinleştirebiliriz. İnsanın akıl, sezgi, duygu bütünlüğü kendi tarihinden mutlak bir umut çıkarabilir ama sadece ölümlülüğü dışta tutarak. Mutlak umutsuzluk çıkarımı en başta insanı ve onun tarihini görmezden gelmekle mümkündür.
Umudun Mitolojisi
Mitolojideki haberci Hermes, Olimpos’a giderken, bu yorucu yolculuğu sırtındaki ağır sandıkla göze alamayıp sandığı taşımak yerine, güvenilir bulduğu Epimetheus ve eşi Pandora’ya emanet olarak bırakmış. Her ikisine de sandığı açmamalarını tembihlemiş. Epimetheus emanet bırakılan sandığı çok göze çarpmayacak bir yer olan divanın altına doğru sokuşturmuş. Yaptığı evlilikte kendisine ev işlerini yapmak düşen Pandora kadınlık merakını yenemeyip divanın altını temizleme bahanesiyle Hermes’in emanet olarak bıraktığı sandığın içinde ne olduğunu bilmek istemiş ve Epimetheus kapının önünde odun kırarken emanet sandığı açmış. Uzun bir zamansızlıkta sandığa gömülü kalan sabırsız pişmanlık, kızgınlık, kibir vb. bütün kötülükler sandıktan bir bir kaçmışlar. Bu ivediliğe şahit olan Pandora, yaptığı ihmali hiç düşünmeden korkup çığlığı basmış. Karısının çığlığını duyan Epimetheus telaşla hemen koşmuş ve sandığı kapatmış. Ancak sandıktan cılız bir ses gelmiş: “Lütfen beni de çıkarın. Dışarı çıkan kötülüklerle ancak ben baş edebilirim.” Epimetheus, sandığı açmış bakmış, sandığın dibinde küçük, mavi kanatlı bir kelebek var. Bu kelebek Umutmuş. Bu kelebek ölümsüz bir tanrı olmuş adını da Elpis koymuşlar. (Yunan mitolojisinde Elpis, genç ve güzel bir kadın olarak tasvir edilmiştir ve elinde beyaz bir zambak taşımaktadır. Umut tanrısı Roma mitolojisinde de son tanrıça olan Spes’tir.
“Kapitalist toplum bize daima ‘böyle gelmiş böyle gider’ mantığını sunar. Oysa bunu duymanın insana yararı hiç olmamıştır. Gerçekliği tanıma cesaretini yormayan, bilincin soyutlama şarkısıyla dansa kalkmayan kişi zaten ‘verili toplum biçimini; kendini yineleyen, hep aynı süreçlerden oluşan bir mekanizma olarak görme’ye meyillidir.”
Max Horkheimer
“Bugün içinde bulunduğumuz olağanüstü tehlike hali istisnai bir durum değil, kuraldır. Bu kavrayışa uygun bir tarih mevhumu geliştirmeliyiz.”
Walter Benjamin
Umudu Ortaya Çıkarmak
İnsanlar arasında güveni oluşturan asıl etkenin davranışsal olgular olduğunu, umudun ise davranışlar dışı olarak maddi koşullara ve tarihe bakılarak ortaya çıkarılabileceğini söylüyorum. Marx, “halkları kendi şarkılarında dansa kaldırmak gerekir.” diyordu. İnsanlar özlerinde bulunan o sevecen yanı, günlük işlerin hengâmesinde ortaya çıkaramıyorlar. Onları yaşamın müziğinin kanatlandırıcı rüzgârına davet ederek uçurabiliriz. Her uçurtmayı uçuracak bir rüzgâr mutlaka vardır; herkesin insani özünü titreten, yüzlerini parıldatan bir ışık vardır.
Yalnızca gerçeğin kalbine dokunursan ikna edersin çiçeği meyveye. İşi o olduğu için taşımaz karınca buğdayı toprağın altına; yemeyi umar gelecekte bir günde. Sahiplenir bir kere sakladığında yuvasına bu yüzden. Karınca hiç şarkı söylemiyor mu ağustos böceği gibi, dans etmiyor mu? Böyle mi sandınız onu. Karınca olmadan nasıl bileceksiniz onun şarkısını? Karınca da dans ediyordur ama kendi şarkısıyla. “Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hâlâ görebilirler! Ben çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum.” diyordu intihar etmeden önceki son mektubunda Stefan Zweig. Yani hep söylendiği gibi umutsuzluğundan intihar etmemiştir Zweig. Bütün insanlık tarihini anlamış bir heyecanlı adamın çocukluğunu kuşanmasıdır intihar bu durumda.
Umutluluk Mutluluktur
20. yüzyılın başlarında resim ekspresyonizmin etkindeydi. Ekspresyonistler toplumsal olgulardan kopuk; ölüm, vahşet, bireyin kurtuluşunun imkansızlığı, melankoli gibi konuları işliyorlardı. Bu sanatçılar büyük öğretilerin etkisinde kalmadan, bir “özgünlük” arzuluyorlardı: hiçbir işlevi olmayan bir özgünlük. Ekspresyonistler umutsuzdu dünyadan, insandan. Şansı da yoktu bu yüzden yaşamak adına. İnsanlığın geleceğine yalnız umut devredebilir kendini. Umutsuzluğun ağır yükünü taşımaktan bıkar yürek. Sevinç arzulanır yalnızca. Ümitsizlik ve karşılıksız bir aşk biter daima bir yerde. Umutsa ne kadar kısa ömürlü olursa olsun bir kelebeğin peşinden koşmaktır hep. Umutlu adam geriye dönüp her baktığında mutludur aslında. Umudu entelektüellerin dünyasında aramak biraz zor iş doğrusu. Entelektüel sıradan insandan daha umutsuz. Halk her türlü olumsuzluğu “Allah kerim!” diyerek karışlarken entelektüel “çok kötü zamanlara hazır olmalıyız” diye çığlıklar atıyor. Marksizm en umutlu entelektüel ve siyaset anlayışıdır. Bu yüzden kitleler arasında en çok ilgi görmüş felsefe anlayışıdır Marksizm. Zordaki insan karamsarlığın, çaresizliğin hiçbir derde derman olmayacağını birçok kez tecrübe etmiştir zaten; yüz vermez umutsuzluğa bu yüzden. “Ölmüş eşek kurttan korkmaz” der haklı olarak. Küçük de olsa umut ışığını gördüğü yere koşar.
Postmodern felsefenin – ki böyle bir felsefe olmadığından söz edilir – karamsarlık ürettiği kesin. Açıkça korku ütopyaları üretmiyorlar belki, çok dillendirilmiş komploları da yok. Ama umutlanacak bir gelenekten ve gelecekten söz etmedikleri de ortada. Postmodernler belirsizliğe kapılanmışlar, tasarlanmışlıktan çok spontaneliği yeğliyorlar. Değişime karşı durmuyorlar, değişimden yana da değiller. Değişimi tetikleyen ve önemseyen anlayışların temeli olan “anlam”ı, “değer”i hiçe sayıyorlar ve anlamlı bir hayata karşılar.
“Umudunu yitirmiş insanın başka yitireceği bir şeyi yoktur.”
Boise
Umudun Ontolojisi
Umut bir yaşantı değildir. İnsanın günlük toplumsal ilişkilerinin bilgisinde iş görmez. Bu yüzden umudu bir varlık olarak ortaya koymak da zor. Umut ancak bir ilişki tarzı olarak, insanın yaşam tarzı ilişkisi olarak kendi varlığından söz ettirebilir. Bu, ancak söz etme düzeyinde kalacaktır, çünkü umut, kendi başına bir duygu da değildir. Yalnızca insan yaşamı ile ilgilidir ve tasarım düzeyindedir. İnsanın bir becerisi de değildir; çünkü her insan umutlanabilir. İnsanın uçmasını sağlayan gizli bir kanattır o.
Umut bir tasarım olarak şiirsel bir özdür; maddi boyutta bir öz değil. Yaşantı da değildir; geleceğin düşüdür. Bu yüzden umut, estetik olanın konusu olabilir. Ancak öteki estetik ürünler gibi bir somutluğa da sahip değildir. Hüzün, öfke gibi yaşantılanabilir ama onların tersi olarak. Daima bir sonraki durakta olan çizgi karakter Road Runner’dır.
Umut yalnızca insana ait olduğuna göre onu neye dayandırabiliriz? Bana öyle geliyor ki onun dayanağı ustur. Bu us, gelişkin bir us olmak zorunda değildir. Umut sonradan kazanılan bir yetidir; çünkü bir karşıtı vardır. Umut, korkuya karşı varlık kazanır. Korkunun oluşumuna karşı, insan usunun kendini koruma ve sürdürme güdüsünün geliştirdiği bir panzehirdir. Korkunun insana karşı olduğu her yerde umut, insandan yana bir dosttur.
Umut, ilksel değil tecrübîdir. Korku deneyimleri yaşayan, korkularını aştıkça umuda salınmıştır. Umut, usun keşif ülkesidir; insan yaşamı boyunca bu ülkenin ovalarını, dağlarını ve göğünü genişletecektir. Umutsuzluğun yanılsamasına karşı umudun iyileştirici bir gerçekçi gülümsemesi vardır.
Müminin umudu cennet değil midir? Kendini hiçe sayma ahlakının biricik temeli elbette yaşanan dünyayı kendi için cehenneme çevirme değil. Bu yüzden katlanılır dinin kaidelerine hevesle. Seçim sunulmuşun karşısında durularak yapılır ve kişi kendi gerçekliğinden seçer ve seçtiğini kendine katar, önceden devrettiği kendini de seçtiğine katar. “Herkesin üzerinde bir atmosfer vardır.” der Goethe. Gerçek, diyalektik bir inşadır, yerinde saymayandır bu yüzden.
Bütün organize faaliyetler bir ödül ortaya koyar. Faaliyete katılanların hedefi bu ödüle ulaşmaktır. Faaliyet de bu ödüle ulaşma çabasıdır zaten. Faaliyetin özü umuttur dolayısıyla. Umut hep bir olasılık olarak var olacaktır. Umudun kesinliği yoktur, hep Eksik’in yanındadır. Uçma yeteneğini kaybetmeyen her an uçabilecek bir kuş olarak umut, Tamlanmanın olduğu yerde duramaz. Rüya gibidir ve uyandığın anda kaybolur.
İnsanlığın umudu her gün yeniden inşa etmesi gerekir kendisi için. Hayatın aksayıp duran işleri arasında gerçeklik duygusunun kayboluşu, coşkulu gerçekçi umut duygusunun boşluğunu yanıltıcı metafizik beklenti ile doldurabilir yoksa. Condercet nesnel bilgiye, bilimin görkemine ve sürekli ilerlemeye, insan haklarının gelişeceğine, tarihin gerçek insanlık tinini gerçekleştirebileceğine inancı çok boşuna değildi. Condercet’ten bu yana insan, mükemmelleştirebilirliğinin sınırlarını biraz daha genişlettiyse gelecekte de bu sınırlar genişleyecektir. Umuda çağrı yapılmalı, çünkü o yalnızca gerçek bir çağrı ile hayata katılır. Yalnızca Cehennem’in kapısında “Umudu dışarıda bırak.” yazar.
Nesnel-zihinsel olgulara baktığımızda bilebildiğimiz bütün tarihin en “insan” çağında yaşıyor insan. Tarih, insanın kendini gerçekleştirme savaşı. İnsanın kendisiyle ilişkisinin her geçen gün biraz daha geliştiğini görüyoruz. İnsanın toplumsal yaşantısı genişliyor, gelişiyor, zenginleşiyor, derinleşiyor; hakları ve öz özgürlük bilinci gelişiyor. Tarih insana doğru akıyor; insan biraz daha “insan” oluyor. Bunu doğayla, bilimle, tarihle, felsefeyle anlıyor ve açıklayabiliyoruz. Ama Tanrı ile, metafizikle açıklayamıyoruz. Tarih kör bir gidiş içinde değil. İnsan kendini umursuyor.
Türkiye’nin filozof-şairi Melih Cevdet Anday, “Umudu Araştırmak” yazısında şöyle demiş: “Umut ancak Tanrı inancından doğar. Uygarlığımızın baş tacı olan eşitlik, kardeşlik, özgürlük ülkülerini doğa ile de, tarih ile de açıklayamayız. Doğa kör bir gidiş içindedir; tarih ise insan amaçlı bir devinim içinde olmamıştır hiçbir zaman.” Melih Cevdet, bu düşünceleri Türkiye’de devrimin kapıyı çaldığı zamanlarda ifşa ederek, devrimcilerin umuduna çelme takmaya mı çalışıyordu acaba? Öncelikle, umudun hiç de Melih Cevdet’in söylediği gibi “tanrı inancından doğduğu”na katılmıyoruz. Melih Cevdet’in doğayı ve tarihi de anlamadığı, olgucu-aydınlanmacı burjuva anlayışıyla da anlayamayacağını söylemek gerekiyor. “Tarihin insan amaçlı devinim göstermediği” görüşü, tarihi insanın dışında bir varlık olarak gören idealist mantığın bir yanlışıdır. Tarih insanı yapmaz, insan tarihi yapar. İnsansız bir tarihten söz edemeyeceğimize göre, tarihin amacı insandan başkası olamaz. Tarih insan amaçlı bir devinimdir ve insanın eylemlerinden ibarettir. Kıtaların ve yanardağların oluşumu ancak insanı ilgilendiriyorsa tarih olur. Tanrı kendinde bir şey olarak insan bilincinden bağımsız bir varlık olamaz. Tanrı inancı insansal bir olgudur, her insanda tanrı inancı olmaz. Ama her insan umutlu olabileceğinden umudun kaynağı Melih Cevdet’in söylediği gibi tanrı inancı olamaz. İnsan eşitliği, kardeşliği, özgürlüğü soyut kavramlar olarak bir yerlerden edinmiş değil, toplumsal varlığını yaşatarak, yaşam deneyimleri sonucunda üretmiştir. Eğer uygarlığımızın baş tacı ise bu kavramlar, bu kavramları insandan ve tarihten başka bir şeyle açıklayabilmemiz de mümkün değildir.
Umudun Biyolojisi
“DNA’mızın % 8 gibi önemli bir kısmı milyonlarca yıldır insan türünü hedef almış virüslerin kalıntıları ile doludur. Bu virüsler hücreye girdikten sonra DNA’larını hücrenin DNA’sına aktarmış fakat aradan geçen milyonlarca yıl boyunca geçirdikleri kalıtsal değişiklikler nedeni ile virüs olma özelliklerini kaybetmişlerdir.”
( Bilim ve Teknik, Haziran 2009, S.499, sf.63)
İnsanın birkaç milyon yıllık evrime dayalı bedensel varlığı nice badireleri aşarak kendini bu günkü konumuna uyarlamıştır. Ancak insanlaşmış olarak insan yalnız beden değildir. Beden olarak vardır ama bedeninin dışına taşmıştır. Bedensel becerileri vardır ve çok türlü eylemle olarak bunları ortaya çıkarabilir. Beden dışına çıkardığı düşüncesi ve bilgi becerisiyle bedenini güçlendirebilir. İlaçlar, bakım gereçleri, beslenme rejimleri, vitamin destekleri vb. Bilgi becerisini kullanarak kendi bedenselliğini ve türsel geleceğini koruma altına almaktadır.
Hastalıklara karşı alınan önlemler ve tedaviler, nakiller ve yenilemeler, yapay ikame organlar yanında dölleme ve genetik ıslah, kopyalama insanın bedensel geleceği için güven vericidir ve umut sunmaktadır. Milyonlarca yıldır kendini tehdit eden varlıkların saldırısına maruz kalmış, çoğu zaman bunları kalıntıya çevirebilmiş olan insan, doğa karşısında kendini sürekli güçlendirmeyi bilmiştir. İnsan karşısında tehlike gücü olan birçok doğa unsuru hizaya getirilmiş, hatta bu tehdit unsurları insana karşı değil, insan için kullanılmaya ram edilmiştir. Günümüzde birçok zehirli madde insan biyolojisi için tedavi amacıyla kullanılmaktadır. İnsan kendisi için her zaman bir umuttur.
Akıllı bir canlı olarak insanın, aklını bu kadar az kullanıyor olması günümüzün önemli sorunu. Bir imkanlar deposu olan insanın bu halinin ona yakıştığını pek kabullenemeyiz. Uzayın derinliklerine araçlar gönderen, gökyüzünü aşan uydular inşa eden, su altlarına tüp geçitler geliştiren, bilgisayarı, tıbbın ufkunu göz önüne getirerek insanı, bütün tarihselliği içinde gördüğümüzde muazzam bir uygarlık kurduğunu da görmüş oluruz. Bu uygarlık aklın birikimselliğinin bir sonucudur.
Bütün aykırılıklarına, yabanlıklarına rağmen bu uygarlığın dinamizmi kitlelerdir. Kitleler yeni yaşam için yeni davranış normlarını çok uzun bir zamanda kurduklarından, bugün geçmişin huzur verici geri çekilmişliğine sığınarak kendini güvende hissediyor. Bu huzur, kutsallaştırmanın huzurudur. İnsan her dönemde tanrılar üretse de kendini özgürleştireceği gün gelecektedir. İnsanın ellerinde ışıldayacak özgürlüğün tohumları bugün yaşam tarlalarına ekilmiştir. Bu tohumları sulamak gerekiyor.
Armut aşılanmazsa, hayvanlar evcilleştirilmezse yabani kökenine döner; ama insan, kök-vahşi insana dönüşmez. Türlü psikopatlıklar içinde bulunduğu, vahşice davrandığı söylenebilir; ancak bu vahşileşmeler türsel kökene dönme ile ilgili değil, kişinin ekonomik-toplumsal yaşamı ile ilgilidir.
Geçmişin kültürel kalıntıları nasıl içimizdeyse ve günümüz yaşamında kendi gölgesini gösteriyorsa; geleceğin insansal açılımları da içimizde tohumlaşmaktadır günün birinde yeşermek üzere. Nesnel-bilgisel koşulları, üretim-tüketim yönelimlerini, duygusal-düşünsel standartların düzeyini daha görülü incelediğimizde geleceğin ışıltılı yıldızları gözümüze görünmeye başlayacaktır. İnsan, tarihinin hiçbir döneminde daha kötüye meyilli olmadığını, daima kendine daha iyiyi geliştirdiğini göstermiştir.
Umudun Kaynakları
İnsan düşüncesinin sınırsızlığı onun gerçek potansiyelidir. İnsan düşüncesi henüz Var Olmayanı, öteki Var Olanlar aracılığıyla tasarlayabilir. En azından dil, bu imkanı verebildiği için bu kadar gelişkindir. Tasarımların kalıcı ve hazsal olanı ve kendini sürdürebilenine sanat deriz. Sanat, insanın en gelişkin tasarlama alanıdır. Sanat, Var Olanlar üzerinden giderek Var Olmayanı insana duyurabilme özgücüyle insan etkinliklerinin en heveskâr ve vaatkâr olanıdır. Sanata insanın yalnızca Şimdisinin bir olanağı olarak değil, geleceğini kuran bir araç olarak da bakabilmek bir marifettir. Sanat yalnızca kendi içine dönüklüğüyle kendini amaçlamamıştır; sanat, insanı amaçlar. İnsanı amaçlamayan insan etkinlikleri zorunlu olarak hafızasızlıkta vardır. Bizzat tasarım olarak sanatın varlığı ve somut gerçekliği, insan muhayyilesinin derinliğinin ve genişliğinin Yaşananda ne kadar etkili olduğunu göstermesi umudu onaylamaktadır. Sanat, insan hayalinin sınırsızlığını göğe salar, uçurur. Düşünülmesi mümkün olanın yaşama katılması çoğu zaman mümkündür. Düşünülmesi mümkün olduğu halde yaşama katılması mümkün olmayan da insan için eğlenceli bir şakadır, eşek şakası değil. Bizzat eğlence yaratışıyla bile kendini onaylatabilir. Ama yine de her şeye karşın Olamayacak olanı, ütopik olanı sergileyerek insanı oyalamakla, yanılsatmakla suçlanabilirse de öte yandan imkanları çoğaltma atölyesi olması yönüyle sanat, vazgeçilmez ve uzakta tutulmayacak daimi bir gelecektir. Yalnız kelime oyununda bile, insan için bir sınır aşmış olur. Kendini sürdürüşüyle sürecin akışkanlığını ve gelecek duygusunu kurar, insansa gelecek duygusu olmadan kendini kuramaz.
2009