arama

2019’un 1 Mayıs’ına Kenar Notları[1]

Sibel Özbudun - Temel DEMİRER
1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma gününde Taksim alanında olmak, tarihi ve ahlâki olduğu kadar, hukuki açıdan da hakkımızdır.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Sibel Özbudun Sibel Özbudun
  • 1 Star
    Loading...

“Tarih yargıç,
infazcısı ise proletaryadır.”[2]

2019’un 1 Mayıs’ına gidiyoruz; yol(umuz) hâlâ engebeli ve dolambaçlı.
Totaliter bir zorbalığın kollarında krizle sarsılıp savrulan ve kaptan köşkünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın olduğu[3] Türk(iye) ekonomisi emekçiler için bir “cehennemi” andırıyor!
‘Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) İktisat Profesörü Daron Acemoğlu’nun “Şu anda ekonominin negatife girmesi engellenemez boyutta. Umarım sistemik krizi görmeyiz. Ama bazı şirketlerin batması, işsizliğin artmasının önünü kapatamayacağız,” yorumunu yaptığı konuda; Prof. Dr. Refet Gürkaynak da “İdare ediyoruz idare ediyoruz, şimdi idare edemeyeceğimiz noktaya geldik… Memleket yaşanılmaz hâle geldi. Memlekette durgunluğun olduğu aşikâr; canımızın acıyacağı kesin,” diye ekliyor![4]
ING Bank’a göre, yurttaşların yüzde 82’si yeterli geliri olmadığı için para biriktiremeyip; yüzde 12’si de borçlarından dolayı tasarruf yapamıyorken;[5] “Cumhurbaşkanı ‘Kriz mıriz yok, hepsi manipülasyon’ diyor. O çok deneyimli ve bilgili bir liderdir. Veriler önemli değil… Verilere bakarak, Cumhurbaşkanı’nı sorgulamak size düşmez. Doğru, ekonomi yavaşlıyor, enflasyon artıyor, işsizlik ve işçi eylemleri de. Bir stagflasyon söz konusu. Yine de siz kriz mıriz demeyiniz, çünkü Cumhurbaşkanı, ‘Kriz mıriz yok, hepsi manipülasyon’ diyor. O çok bilgili bir liderdir,”[6] notunu düşen Ergin Yıldızoğlu’nun vurguları ne çok şey anlatıyor değil mi?
Müthiş bir eşitsizlik kıskacındaki coğrafyamızda vatandaşların bankalara borcu 511 milyar lira iken, 163 bin 180 gerçek ve tüzel kişinin mevduatı 1 trilyon 24 milyar 777 milyon lira oldu!
Ayrıca zamanında ödenmediği için takibe alınan krediler ise 10.3 milyar lira artarak 1 Mart 2019 itibarıyla 104 milyar liraya çıktı.[7]
Zenginler, açlığa mahkûm ettikleri yoksulların yaşamlarından çalarak servetlerine servet katarken; yurtdışı bankalardaki döviz mevduatı 2018’in Haziran-Ekim dönemindeki 4 ayda (Haziran’da 25 milyar 895 milyon dolar seviyesinde iken) 17 milyar dolar artarak 42.8 milyar dolara ulaştı.[8]
Bu tabloda ‘Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’, 2018’in Mart sonu itibarıyla bankacılık sektörünün ilk çeyrek kârının, 2017’nin aynı dönemine göre, yüzde 5.1 artarak 13 milyar 912 milyon lira olduğunu açıkladı.[9]
Deniz Bank 2018’in ilk çeyreğinde 606 milyon TL net kâr elde etti.[10]
Yapı Kredi Bankası 2018’in ilk çeyreğini 1.24 milyar TL’lik net kâr ile tamamladığını açıkladı.[11]
Anadolu Sigorta 2017’deki net kârını yüzde 110 artırarak, 184.2 milyon liraya yükseltti.[12]
Şişecam, 2018’in ilk altı ayında 1.6 milyar TL net kâr etti.[13]
Bu arada ‘Forbes’ da Türkiye’nin, en zengin ilk 100 kişisini açıkladı. Listedeki isimlerin kişisel servetleri ise dudak uçuklatıyor. Açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren 7.5 milyon asgari ücretlinin 1.5 yıl çalışınca elde ettiği gelir, 25 kişinin kişisel servetine ancak ulaşıyor.
Listeye göre Türkiye’nin en zengin ilk 25 kişisinin toplam serveti 42.9 milyar dolara ulaştı. Günlük kur ile hesaplandığında bu servetin Türk Lirası cinsinden büyüklüğü ise 227.3 milyar TL. (Üstelik bu servet hisse senedi, mevduat, tahvil, bono gibi nakit benzeri varlıklardan oluşuyor, nakit olmayan ve beyan edilmeyen varlıklar ise hesaba dahil değil.)
‘Forbes 100’ listesinde ‘Rönesans Holding’ Başkanı Erman Ilıcak, Türkiye’nin yüzde 20’si açlık sınırının altında yaşarken 3.8 milyar dolarlık serveti ile ilk sırada yer aldı.[14]
Ekonomik kriz servet sahiplerini etkilemezken; DİSK’in ‘2019 Asgari Ücret Gerçeği Raporu’na göre, Türkiye asgari ücretlilerin toplam çalışanlara oranında yüzde 43 ile Avrupa birincisi. Türkiye’yi yüzde 19 ile Slovenya takip ediyor. Buna göre Türkiye’de sadece emeği ile geçinen insanların yüzde 43’ü asgari ücret elde ediyor. 2019’da asgari ücret civarında gelir elde eden kişi sayısı ise yaklaşık 7.5 milyon. 2019 yılında ayda net 2020 TL ile geçinmek zorunda kalan 7.5 milyon kişinin yıllık net geliri 181.8 milyar TL.
Yani 25 kişinin toplam serveti 227.3 milyar TL iken; 7.5 milyon asgari ücretlinin yıllık net geliri: 181.8 milyar TL oluyor![15]
Böylelikle yoksulların ülke nüfusuna oranı 2002’de yüzde 18 iken, 2019’da yüzde 37.5’e ulaşıyor![16]
‘Bloomberg’ün enflasyon ve işsizlik oranlarını toplayarak oluşturduğu ‘Sefalet Endeksi’nde Türkiye 62 ülke arasında dördüncü sırada yer aldı. Enflasyon oranı yüzde 8 milyonu aşan Venezüella açık ara birinci olurken, onu sırayla Arjantin, Güney Afrika, Türkiye ve Yunanistan izledi.[17]
İşsizliğin ve enflasyon çift haneye demirleyip; sefaletin boyutları her geçen gün artarken; Mahfi Eğilmez’in analizine göre Türkiye, sefalet endeksinde kırılgan beşli içinde ikinci sırada yer alıyor.[18]
Ayrıca Türkiye İstatistik Kurumu’nun ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’, gelir eşitsizliğinde Meksika ve Şili’den sonra üçüncü sırada yer alan Türkiye’de geçinebilmenin, her geçen gün zorlaştığını ortaya koydu. Nüfusun yüzde 36.6’sına denk gelen 29 milyon yurttaşın evlerinde de sızdıran çatı, nemli duvar ve çürümüş pencere çerçevesi sorunu yaşandı. 2016’da taksit ödemeleri veya borçla yaşamak zorunda olanlar 54 milyon kişi iken, 2017’de bu sayı bir milyon kişi artarak 55 milyona yükseldi.[19]
Çalışanların yüzde 83’ü (12 milyon kişi), 1.404 TL ile 2 bin 808 TL arası bir maaş ile geçinirken;[20] ‘Birleşik Metal İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin verilerine göre, açlık sınırı 15 yılda 4.23 kat arttı.[21]
Tüm bunlara ek olarak: İşsizlik oranı yüzde 13.5 seviyesine yükseldi, genç nüfusta ise (15-24 yaş) 5.3 puanlık artış ile yüzde 24.5’e ulaştı. Sosyal güvenceden yoksun yurttaş sayısı 10.5 milyona yükselirken, 18 yaş ve üstü toplam 56.3 milyon nüfusun 8.2 milyonunun geliri asgari ücretin üçte birinden az. İşte bu yoksulluk tablosu gözden kaçırılmak isteniyor.[22]
Türkiye, gerek AB gerekse OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında yüksek oranlı işsizlik oranlarına sahip bir ülke. Türkiye, Kasım 2018 itibariyle ile Yunanistan ve İspanya’dan sonra en yüksek işsizlik oranına sahip durumda.[23]
Yoksulluk + işsizlik borç batağını derinleştirirken; kredi kartlarıyla borçlanan yurttaş sayısı 32 milyona, takipteki borcun tamamı ise 72.5 milyar TL’ye yükseldi.[24]
Batık krediler, Ocak 2018 itibariyle 73.6 milyar TL ile dramatik boyutlara ulaştı. Ödenemeyen ticari ve bireysel krediler nedeniyle konuttan fabrikaya, otelden düğün salonuna, kümesten bağ bahçeye kadar binlerce gayrimenkul bankaların eline geçti. 19 bankada 13 bine yakın gayrimenkul var. [25]
Böylesine vahim bir kompozisyonda 3 yılda Saray’ın günlük harcaması yüzde 50, seyahat bütçesi yüzde 40, mutfak harcaması yüzde 49, temizlik harcaması yüzde 69, ziyafet bütçesi yüzde 18 yükseldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Saray’a taşındığı 2015’den itibaren Cumhurbaşkanlığı’nın bütçesinden yapılan harcama kalemlerinin büyük oranda arttığı görüldü. Cumhurbaşkanlığı’nın 2015 ve 2017 yılı raporları karşılaştırıldığında; 3 yılda Saray’ın günlük harcamalarında önemli bir artış yaşandı.
Günlük harcama yüzde 50 arttı: Cumhurbaşkanlığı’na 2015 için 397 milyon TL bütçe ayrıldı. Bununla yetinmeyen Cumhurbaşkanlığı 2015 sonunda 471 milyon 929 bin 937 lira harcama yaptı. Böylece Saray, 2015’de bir günde ortalama yaklaşık 1.2 milyon lira para harcadı. 2017 Sayıştay raporu ise Cumhurbaşkanlığı’nın günde ortalama 1.8 milyon harcama yapıldığını ortaya koymuştu. Bu da Saray’ın 1 günlük harcamasının 3 yıl içinde yüzde 50 arttığını gösterdi.
Personel harcaması yüzde 62 arttı: 2015’de Cumhurbaşkanlığı personeli için sosyal güvenlik kurumlarına devlet primi giderleri ile birlikte 72 milyon 583 bin 364 TL harcandı. Bu rakam 2017 yılında 117 milyon 840 bin 381 TL’ye çıktı. Yani Cumhurbaşkanlığı personeli için 3 yılda yapılan ödeme yaklaşık yüzde 62 arttı. Tüketim harcaması yüzde 23 arttı…[26]

İşçileri Hali

Kapitalist eşitsizlik tablosundan fazlasıyla payını alan işçilerin hâline gelince!
AKP iktidarında 22 binin üzerinde emekçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Çalışma şartları giderek ağırlaştı, ücretler düştü, işsizlik oranı arttı.
Çalışma yaşamında büyük bir mezarlık yaratan AKP Zonguldak, Soma, Ermenek, Şirvan, Şırnak ve diğerlerinin mimarı oldu.
Bu sürede, işsizlik arttı, grevler yasaklandı, ücretler düştü ve çalışma saatleri uzadı. AKP iktidarı, işçi sınıfının kayıplar yılı oldu.
AKP’nin iktidarı emek cephesi için karanlık bir çiziyor. 6.2 milyon kişi işsiz. OHAL KHK’leriyle 111 bin kamu emekçisi işinden edildi. Sendikalaşma oranı yüzde 12’ye indi. 22 binin üzerinde işçi kötü çalışma koşullarına kurban gitti. Taşeronlaşma arttı. Özelleştirmeler nedeniyle birçok kişi işini kaybetti.
İktidarın emek düşmanı politikaları kesintisiz sürerken, devlet grevleri yasaklamaya ve grev kırıcılığı yapmaya; sendikal kadrolar örgüt üyeliğinden tutuklanmaya başlandı.
AKP iktidara geldiği 2002’den bu yana aralarında Şişecam, Petlas, Erdemir’in de olduğu 14 grevi yasakladı. 14 grevin 6’sı ise OHAL döneminde engellendi.[27]
ILO verilerine göre, dünyada her 15 saniyede 1 işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. Her yıl 2 milyon fazla işçi meslek hastalığı ve iş kazaları sonucu hayatını kaybediyor. Ülkemizde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre; 2017’de 2006 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. 2018’in ilk 3 ayında ölen işçi sayısı en az 386’ya ulaştı. 2002-2017 arasında en az 22 bin işçi hayatını kaybetti.
Gerek işsiz sayısı gerekse işsizlik oranları düzenli bir tırmanış içinde. Geniş tanımlı işsizlik yüzde 18.3 olarak gerçekleşirken genç işsizliği yüzde 21’e yaklaştı. Ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı ise yüzde 24.2’ye yükseldi. Böylece her dört gençten biri istihdam ve eğitimin dışında kaldı.[28]
2001’de işçilerin resmi sendikalaşma oranı yüzde 57.2 idi. Bugün idse Türkiye’deki her 100 işçiden sadece 12 tanesi sendikaya üye. 2018 verilerine göre Türkiye’deki işçilerin yüzde 12.38’e sendikalı. Toplamda sendikalı işçi sayısı ise 1 milyon 714 bin civarında.
Türk-İş, 925 bin 39 işçiyle en fazla üyeye sahip işçi konfederasyonu durumunda. Türk-İş’i, 615 bin 301 üye ile Hak-İş, 149 bin 187 üye ile DİSK izliyor.[29]
İşçiler arasında sendikalaşma oranının çok düşük olduğu Türkiye’de sendikalı memur sayısı da düşüşe geçti. 2017’de yüzde 69.2 olan memurlarda sendikalaşma oranı 2018 yılında yüzde 67.6’ya geriledi. Üç büyük konfederasyondan Türkiye Kamu-Sen ile KESK’in üye sayısı düşerken birçok konuda hükümete destek veren Memur-Sen’in üye sayısındaki artış dikkat çekti. 2002’de 40 binlerde olan Memur-Sen’in üye sayısı, 1 milyonu geçti.[30]
Yani sendikalara ve emeğe yönelik saldırılarıyla sendikaları abluka altına alan AKP, yandaş sendikaları ihya ederken;[31] her 100 işçiden 86’sı sendikasız çalışıyor ve sarı sendikaların üye sayıları ise hızla artıyor.[32]
Bu arada örgütlenmenin en düşük olduğu işkolu inşaat sektöründe 1.8 milyon işçiden sadece 55 bini sendika üyesiyken;[33] sendikaların hâliyse tam bir faciadır!
“Nasıl” mı?
Mesela Gemi ve tersanelerde örgütlü Türk-İş’e bağlı Dok Gemi-İş Sendikası’nın 11 yıllık başkanı Necip Nalbantoğlu’nun oğlu Emre Ahmet Nalbantoğlu, iş hayatına giriş yapmasının üzerinden 1 yıl geçmeden sendikanın genel merkez yönetim kurulu üyesi seçilip; 5 Ocak 2019’daysa sendikanın genel sekreteri olması gibi!
Baba Nalbantoğlu, bir gün çalışsa bile herkesin böyle bir hakkı olduğunu savunurken; sendikacılıkta işyeri temsilciliği, şube yönetiminden genel merkez yönetimine uzanan ortalama 10 yıllık kariyer sürecini Necip Nalbantoğlu’nun oğlu Emre Ahmet Nalbantoğlu, yaklaşık 8 ayda tamamlayıverdi!
2014’de çalışma hayatına başlayan Emre Ahmet Nalbantoğlu, aynı yıl şube başkanı, 1 yıl bile dolmadan da sendika genel merkez yönetimine seçildi. Sendika Başkanı baba Nalbantoğlu, “Yasal mevzuatın içinde olduktan sonra kişilerin adaylığını ahlâki olarak sorgulamıyoruz,” dedi![34]
2019 1 Mayıs’ı eşiğinde tablo, “Yeni Ekonomi Programı”yle işçilerin kıdem tazminatına bile el atılmaya kalkışılmışken; ne yazıktır ki böyle!
Ancak her şeye rağmen -tarihte olduğu gibi-, gelenekten geleceğe yönelen 1 Mayıs bir çıkış olabilir (mi?)

Tarih (Bilgisi)

Tarihe bakmadıkça, bugünü kavrayıp, geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak, politik tavırlar geliştirmek, neredeyse imkânsızdır.
Çünkü başarı ya da başarısızlıkların, kazanım veya kaybedişlerin bir tarihi vardır.
Bu bağlamda insan(lık)a eleştirel bakma yeteneği kazandıran tarih bilinci önemli bir mevzi ve aynı zamanda da özgürleşme, dünyanın değiştirilmesi doğrultusunda politik bir ufuktur.
Özellikle de, toplumsal hafıza açısından müthiş zengin bir laboratuar özelliği taşıyan emeğin, ezilenlerin ve işçi hareketlerinin mücadeleleri şahsında.
Bu kapsamda 1 Mayıs, başlı başına mücadeleci bir geleneğin mirası olarak her coğrafyada farklı bir anlam ifade ederken; sadece “1 Mayıs” değil onun ötesidir…
Mesela Türkiye’de 1 Mayıs 1977’de katledilen 34 canın sorulmamış hesabını düşünmeden İstanbul’da 1 Mayıs’ın “1 Mayıs” olamaması gibi…
Sınıfsal mücadele tarihinde müthiş bir öneme sahip olan 1 Mayıs resmi bir müsamere değildir, olamaz da…
ABD’de işçilerin günlük çalışma süresinin 8 saate indirilmesi için 1884’te başlattığı mücadeleye dayanan 1 Mayıs, 1886’dan itibaren kitlesel grevlerle yaygınlaşarak küresel nitelik kazandı. Çünkü 1 Mayıs, 8 saatlik işgünü mücadelesinden doğdu. Çalışma süresinin sınırlanması ve 8 saatlik işgünü mücadelesi, XIX. yüzyılda işçi sınıfının ve sendikal hareketin en önemli talebiydi. Uzun ve ağır çalışma süreleri karşısında 8 saatlik işgünü, işçi sınıfı mücadelesinin uzun erimli bir mücadele hedefi hâline geldi. 8 saatlik işgünü mücadelesi 1880’lerde ivme kazanmaya başlamıştı. Ancak bu uğurdaki grevler ve gösteriler güvenlik güçleri tarafından zor kullanılarak bastırılıyordu.
ABD’de sendikalar 8 saatlik işgünü talebiyle 1 Mayıs 1886 tarihinde ülke çapında grevler ve gösteriler düzenleme kararı aldı. 1 Mayıs 1886 günü ABD’de 10’dan fazla kentte 350 bin dolayında işçinin katıldığı gösteriler yapıldı. Chicago’daki 1 Mayıs gösterilerine 80 bin kişi katılmıştı. Ülke tarihinin o güne değin en büyük işçi gösterisi Chicago 1 Mayıs 1886 gösterisi olmuştu. 1 Mayıs geleneği bu gösterilerden doğmuştur.
Ancak 1 Mayıs ile ilgili pek çok kaynak, 3-4 Mayıs 1886’da Chicago Samanpazarı’nda yaşanan olayları 1 Mayıs geleneğinin doğuşu olarak kabul etmektedir. Bu hatalı bir değerlendirmedir. Samanpazarı olaylarının doğrudan 1 Mayıs ile bağlantısı yoktur. 3 Mayıs 1886 günü Chicago’da kurulu International Mc Cormick Harvester fabrikasında, anarşist sendikacıların öncülük ettiği grevi işveren grev kırıcıları kullanarak kırmak istedi. Grevcilerin üzerine açılan polis ateşi sonucunda 4 işçi öldü. 4 Mayıs 1886 günü yapılan protesto gösterisi polis tarafından dağıtılmak istenirken kimin tarafından atıldığı belirlenemeyen bir bomba, bir polis şefinin ölmesine ve çok sayıda polisin yaralanmasına yol açtı. Polisin göstericiler üzerine açtığı ateş neticesinde ise yaklaşık 10 kişi öldü, 50 kişi ise yaralandı. Bu olayların sonucunda tutuklanan sendikacılar düzmece delillerle idama mahkûm edildi, bunlardan dördü idam edildi.
Milletlerarası İşçi Kardeşliği Teşkilâtı’nın 1889 Paris Kongresi’nde (II. Enternasyonalin 1. kongresi), işçilerin dayanışmaları amacıyla yılda bir gün, işçilerin ortak bayramı ilan edildi. Amerikalı sendikacıların önerisi üzerine o gün “1 Mayıs” olarak belirlendi. İkinci Enternasyonal’in çağrısı üzerine düzenlennen 1 Mayıs 1890 gösterileri görkemli oldu. 1 Mayıs’ın kökeni 8 saatlik işgünü talebi olup, Chicago Samanpazarı katliamı işçi hareketinin ayrı bir sayfasıdır.
Coğrafyamızda ilk 1 Mayıs, 1909’da Üsküp’te kutlanırken, 1910’da diğer Rumeli şehirlerinde de kutlanmaya başlandı. İstanbul’da ise ilk 1 Mayıs’ın 1912’de kutlandığı belirtiliyor. 1921 yılında işgal kuvvetlerinin yasaklama girişimlerine rağmen 1 Mayıs gösterileri yapıldı ve Tramvay, Vapur ve Haliç tersanesi işçileri iş bırakarak 1 Mayıs’ı kutladılar. 1922 yılında 1 Mayıs, İstanbul ve Ankara’da kutlandı. 1923’de toplanan İzmir İktisat Kongresi 1 Mayıs’ın Türkiye İşçileri Bayramı olmasını benimsedi, ayrıca tarım dışı işlerde çalışma süresinin 8 saat olması kabul edildi. Bu yılın 1 Mayıs’ı ise İstanbul, Ankara, İzmir ve Adapazarı’nda kutlandı.
1925’de Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanılarak Amele Teali Cemiyeti’nin yürüyüş ve miting düzenlemesine izin verilmedi. Bunun üzerine 1 Mayıs salon toplantısıyla kutlandı. 1 Mayıs kutlamalarına katılanlar, 1 Mayıs’ın anlam ve önemi üzerine broşür yayımlayanlar tutuklandı, İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak hapse mahkûm edildiler. 1927 yılında Amele Teali Cemiyeti’ne “kamu taşıtlarının işlemesine engel olmamak” koşuluyla izin verildi. Ancak kutlama izinli olmasına karşın kutlama sonrasında tutuklamalar ve işten atmalar yaşandı.
İzmir İktisat Kongresi’nde 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanmasına yönelik bir karar alınmasına karşın bu karar uygulanmadı. 1 Mayıs, 1935’de çıkarılan Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun ile Bahar Bayramı olarak kabul edildi.
1926’dan 1975’e kadar süren fiili yasak döneminde kitlesel ve yasal 1 Mayıs kutlaması yaşanmadı. 1 Mayıs öncesinde solcuların ve sendikacıların gözaltına alınmaları sıradan bir uygulama hâline geldi. 27 Mayıs sonrasında her 1 Mayıs öncesi gelenek hâlini alan baskı ve tutuklamalara son verildiyse de 1 Mayıs’ın yasal olarak kutlanması mümkün olmadı. Türk-İş 1 Mayıs’ı işçi bayramı olarak kabul etmedi, “komünist bayramı” olarak gördü. DİSK kuruluşunun ardından 1 Mayıs’ı kutlamak için çeşitli girişimlerde bulundu, ancak 1975’e kadar 1 Mayıs kitlesel kutlanamadı. Yarım yüzyıl sonra ilk açık ve yasal 1 Mayıs kutlaması 1975’de İstanbul Tepebaşı’nda bir salonda TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) tarafından yapıldı. Türkiye’de 1 Mayıs’ın kitlesel kullanışında DİSK ve Kemal Türkler’in rolü kritiktir.
Türkiye’de 1 Mayıs’ın ilk kez büyük ve görkemli bir mitingle kutlanması 1976’da DİSK öncülüğünde oldu.[35] DİSK tarafından düzenlenen 1977 1 Mayıs’ı ise daha kalabalık, daha görkemli bir gösteri idi. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşması sırasında açılan ateş sonucunda alan kana bulandı. Önce Sular İdaresi’nin üzerinden önce birkaç el ateş edildi, ardından alana kurşun yağmaya başladı. Beyaz bir araç alana girmiş hızla ilerlerken, içerisindeki sivil kıyafetli kişiler kitleye ateş açıyordu. İnsanlar, Kazancı Yokuşu’nda bekleyen kamyonet ile polis panzerinin arasında sıkışmıştı. Birçok insan ezilme ve boğulma tehlikesi geçirdi. Açılan ateş sonucu birçok kişi baş ve gövdelerinden yaralandı. 36 kişi (DİSK’e göre 41 kişi) Taksim Meydanı’nda yaşamını yitirdi.
Bu katliam 1978 1 Mayıs kutlamasını engelleyemedi. 1 Mayıs 1978’de Taksim’de çok daha kitlesel 1 Mayıs kutlaması yapıldı. Bu kez DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk’tü.
1979’da ise Taksim’de kutlamalara izin verilmedi. İstanbul’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. DİSK’te büyük gerilimlerin yaşandığı bu dönemde Kemal Türkler liderliğindeki Maden-İş ile Bank-Sen, Baysen, Aster-İş ve Yeni Haber-İş sendikaları 1 Mayıs’ı İzmir’de kutlama kararı aldı. İstanbul’da DİSK yöneticileri ile sokağa çıkma yasağına rağmen 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenler tutuklandı. 1 Mayıs 1980’de de Taksim’de kutlamaya izin verilmedi. DİSK, 1 Mayıs kutlamasını Mersin’de yapma kararı aldı. Bu karara bütün üye sendikalar katıldı. Böylece 1976, 1977 ve 1978’de Taksim’de kutlanan 1 Mayıs, 1979 ve 1980’de Taksim dışında kutlandı. 12 Eylül darbesi ile birlikte 1 Mayıs tamamen engellendi ve 12 Eylül yönetimi 1 Mayıs’ı genel tatil günü olmaktan çıkardı.


“Yasaklı 1 Mayıs’ların yaşandığı, orantısız şiddetin kullanıldığı 1 Mayıs’ların çoğunlukta olduğu yıllarla, ülkemizde yaşanan askeri, sivil darbe süreçleri, hak-hukuk demokrasinin katlediliş tarihleri arasındaki ilişki inanılmaz boyutlarda.


12 Eylül sonrasının ilk yasal 1 Mayıs girişimi 1988’de gerçekleştirildi. Türk-İş üyesi Kristal-İş, Petrol-İş, Tümtis, Deri-İş sendikaları ile bağımsız Banks ve Otomobil-İş sendikaları, kurdukları tertip komitesi ile İstanbul Valiliği’ne başvurarak 1 Mayıs’ı kutlamak istedi. Ancak Valilik, 1 Mayıs’ın kutlanmasına izin vermedi. Buna rağmen 1 Mayıs günü Taksim’e çıkmak isteyen sendikacılar polisin saldırısıyla karşılaştı. 81 işçi, temsilci ve sendikacı gözaltına alındı ve bunlardan bir kısmı tutuklandı.
1989’da bir kez daha Türk-İş üyesi Kristal-İş, Petrol-İş, Tümtis, Deri-İş, Basın-İş ile bağımsız Otomobil-İş, Banks ve Laspetkim-İş sendikaları 1 Mayıs’ı kutlama girişiminde bulundu. Mecidiyeköy ve Çağlayan’da gösteri yapmak isteyen işçiler ve sendikacılar gözaltına alındı ve uzun süre gözaltında tutuldu. 1 Mayıs günü Taksim Meydanı’na yürümek isteyen bir gruba polisin hedef gözeterek açtığı ateş sonucu Mehmet Akif Dalcı adında 17 yaşında genç bir işçi öldürüldü.
1990 sonrasında 1 Mayıs giderek daha yaygın biçimde kutlanmaya başlandı. Geçmişte 1 Mayıs’a “komünist bayramı” diyen Türk-İş ile 1 Mayıs’ı “müşrik, komünist ve Yahudi bayramı” olarak karalayan Hak-İş tutum değiştirerek 1 Mayıs’ı işçi bayramı ve emek dayanışma günü olarak kabul etti. Böylece Türk-İş ve Hak-İş, 1 Mayıs konusunda DİSK’in tutumuna yakınlaştı ve 1 Mayıs’ı birlikte kutlamaya başladı. 1 Mayıs, 1990’lar ve 2000’lerde Taksim yasakları yüzünden İstanbul’da genellikle Çağlayan ve Kadıköy alanlarında kutlandı. Daha sonra DİSK’in tutumuyla 1 Mayıs’ın tekrar Taksim’de kutlanması talebi ve ısrarı ön plana çıktı. 2004’ten 2010’a kadar süren uzun ve zorlu bir mücadele sonucunda Taksim tekrar 1 Mayıs alanı olarak tescillendi. 2009’da DİSK öncülüğünde “makul kalabalık” ile çıkılan Taksim’de 2010, 2011 ve 2012’de görkemli 1 Mayıs kutlamaları yapıldı. Ancak 2013’te hükümet sudan bahanelerle Taksim’i 1 Mayıs kutlamalarına kapattı. Böylece işçiler Taksim’de toplam altı kez 1 Mayıs kutlayabildi.


Taksim yasakları konusunda her dönem aynı tutumun alındığı söylenemez. 1 Mayıs kutlamalarının başını çeken ve Taksim’i 1 Mayıs Meydanı kabul eden DİSK, Taksim yasakları karşısında bazı yıllar İstanbul’un ve ülkenin diğer yerlerinde kutlama kararı alırken, bazı yıllar Taksim’de ısrar etti.[36]
Yani DİSK’in kana bulandığı, yıllarca yasaklandığı Taksim’de 1 Mayıs’a ilişkin tutumu konjonktürel oldu.
Şükran Soner’in, “Yasaklı 1 Mayıs’ların yaşandığı, orantısız şiddetin kullanıldığı 1 Mayıs’ların çoğunlukta olduğu yıllarla, ülkemizde yaşanan askeri, sivil darbe süreçleri, hak-hukuk demokrasinin katlediliş tarihleri arasındaki ilişki inanılmaz boyutlarda. Yıllar içinde yaşanmış 1 Mayıslar’ın tümünde içinden tanıklıklarımla, tek başına 1 Mayıs’ların kutlanma etkinliklerinin gündemi, şiddet içerikleri ile, dönemin ekonomik-sosyal-siyasal koşulları, hak, hukuk, demokrasi katliamlarının boyutlarına ayna tutuklarını söyleyebilirim,”[37] biçiminde ifade ettiği 1 Mayıs’lar coğrafyamızda sınıf mücadelesinin net görünümüdür; resmi müsamereler değil!

1 Mayıs(’ımız)

Mayıs uyanıştır, doğuştur. Her doğuş da bir canlanmadır. Tıpkı toprak ananın bereketli doğurganlığı ile doğanın uyanıp yeşile bürünmesi gibi…
Mayıs’ın 1’iyse işçilerin belleği, sınıfın hafızasıdır…
1 Mayıs sömürüye itiraz; zulme karşı direniştir…
Çünkü 1 Mayıs katliamdır…
Havanın dönmesi gereken mücadele günüdür; mücadeleyle tanımlanır!
Ve bu hâl coğrafyamızda da, yerkürede de böyledir.
2018’de de yerkürenin dört bir yanından milyonlarca emekçi işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs’ta alanlara çıktı. Eylemlerde güvenceli çalışma, insanca çalışma koşulları ve özgürlük taleplerini yükselttiler.
Ancak bu kutlamalarda politik açıdan eksik olan bir şeyler vardı; coğrafyamızda da olduğu üzere…
Kimilerine haklı olarak, “Kendisini ezilenlerin, yoksulların, garibanların temsilcisi diye sunabilen bir iktidarın yönetiminde yaşanan on altıncı 1 Mayıs oldu bu. Bu on altı yıl boyunca TEKEL direnişi benzeri bir işçi sınıfı eylemine tanıklık etmedi bu ülke,”[38] dedirten “izinli 1 Mayıs”lar için:
“İstanbul Maltepe’de yapılan 1 Mayıs mitingindeyiz. Olabildiğince kalabalık ve coşkulu. İşçiler, emekçiler…”[39]
“İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin başlıca il ve ilçelerinden başlayarak emekçi semtlerine kadar varan bir yaygınlıkla kutlanan 1 Mayıs, önceki yıllara göre kıyaslanamaz bir kitlesellikle kutlandı…”[40] biçimindeki “resmi” yorumların “Olabildiğince kalabalık ve coşkulu” veya “önceki yıllara göre kıyaslanamaz bir kitlesellikte” saptamaları örtük itiraflardan başka bir şey değildi; Kürt illerinde de elbette…[41]
“Geçen yıllarla karşılaştırıldığında katılımın ikiye katlandığını söyleyebiliriz,”[42] notu düşülmeden edilemeyen Maltepe’deki 2018 1 Mayıs’ı; yine kimilerine göre, bir “seçim sınavı”na indirgenivermişti!
Mesela “İstanbul Maltepe’de 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde bir araya gelen yüz binler 24 Haziran öncesi AKP’ye karşı sesini yükseltti”;[43] veya “2018 1 Mayısı, 24 Haziran seçimleri öncesinde önemli bir sınav”[44] deniyordu!
“Ne demeli”? Hele hele 24 Haziran sonrasında!
DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, “1 Mayıs emektir. 1 Mayıs meydandır, 1 Mayıs Taksim’dir. Bir kez daha tarih bize ‘Ya sosyalizm ya barbarlık’ diye sesleniyor,”[45] diye konuşsa da; her şey seçime endekslenince; Taksim’in çok uzağındaki Taksim ajitasyonunun hiçbir değeri olmuyordu!


“Mutlaka bir gün bu ülkede eşitlik, özgürlük, demokrasi, barış ve kardeşlik mücadelesi verenler iktidar olacak. İşçi sınıfının verdiği mücadeleyi hiçbir zaman hafife almamak lazım,”


“İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde, Maltepe Sahil Etkinlik Alanı’ndaki kutlamalarda herhangi bir olumsuzluk yaşanmaması için 4 kademeden oluşan güvenlik tedbiri uyguladı. Emniyet kaynaklarından alınan bilgiye göre, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dolayısıyla 8 bini Maltepe, 6 bin 500’ü Beyoğlu, Şişli ve Beşiktaş’ta olmak üzere kent genelinde, 26 bin 174 polis görev yaptı. Kentte, 4 polis helikopteri çalışmalara havadan destek verirken, çeşitli noktalara 85 TOMA ve 67 zırhlı araç konuşlandırıldı,”[46] haberindeki üzere devlet yığınağını Maltepe’deki “kitlesel” 1 Mayıs’a değil; Taksim’de ısrarlı “marjinaller”in Beyoğlu, Şişli ve Beşiktaş’ına yapıyorken; neyin ne olduğunu da anlatıyordu!
Maltepe’deki 1 Mayıs mitinginde ITUC (Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu) İnsan Hakları ve Sendikal Haklar Dairesi Müdürü Jeroen Beirnaert ile ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) Genel Sekreter Yardımcısı Patrick Itschert’in katılması;[47] “ETUC, 39 ülkeden 89 sendika ve 10 federasyon ile 50 milyon işçiyi, ITUC da bünyesinde bağlı 161 ülkeden 325 sendika yoluyla dünya çapında 176 milyon işçiyi temsil ediyor,”[48] vurgusuyla “önemli” gibi sunulmaya kalkışılsa da; sembolik olmanın ötesinde bir değer arz etmiyordu.[49]
Tıpkı milletvekili aday adayı olmak için DİSK Genel Başkanlığı görevinden istifa eden Kani Beko’nun, işçi hakları için alanlarda verdiği mücadeleyi Meclis’e taşımak istediği vurgusuyla, “İşçilerin 1 Mayıs alanlarına akacağını” söylemesi gibi![50]
Siz bakmayın bir zamanlar, yani DİSK Başkanı iken; “İşçilerin güvensiz davranışından dem vuran yetkililerin ve onların sistemlerinin sorumlu olduğunu her yerde vurgulayacağız.”[51]
“15-16 Haziran karanlığı yenmenin işaret fişeğidir.”[52]
“DİSK’te Kemal Türkler ve arkadaşlarının ilkeleri devam ediyor. Bu bir uzun yürüyüş. Ben 1 Mayıs ve 50. kuruluş yıldönümü konuşmalarımı ‘Kahrolsun faşist diktatörlük, yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm’ diye noktaladım. Mutlaka bir gün bu ülkede eşitlik, özgürlük, demokrasi, barış ve kardeşlik mücadelesi verenler iktidar olacak. İşçi sınıfının verdiği mücadeleyi hiçbir zaman hafife almamak lazım,”[53] diyen Kani Beko’ya; o, CHP vekili olunca İZBAN grevinin karşısına dikilenlerdendir![54]
Hepimize Cemal Süreya’nın, “büyük laflar ediyoruz birbirimize,/ sonra bırakıp gidiyoruz öylece…/ hiçbir şey söylenmemiş gibi,/ hiçbir şey yaşanmamış,/ hiç sevmemiş gibi…” dizelerini anımsatan; 2018 1 Mayıs’ının Maltepe’de kutlanmasını ısrarla isteyenlerden birisi de, 1 Mayıs’a İzmir’de katılan CHP’li aday adayı Kani Beko’ydu ve “Eski Genel Başkan Kani Beko, DİSK kortejinin önünde yürüdü. Gündoğdu Alanı, 24 Haziran seçimlerine yönelik mesajlar verdi,”[55] bir habere göre…

Taksim Ve Devlet

Ankara Tabip Odası, TMMOB, DİSK, Genel İş Sendikası, Eğitim Sen ve Türk İş’in 1 Mayıs’ta Kızılay’dan Tandoğan Meydanı’na gerçekleştirmek istediği yürüyüşe izin vermeyen Ankara Valiliği, “Bildirilen sloganlar ile ‘İşçiler, Emekçiler, Kadınlar… Tüm Halkımız’ başlıklı metinde ve ‘Basın Metni’ başlıklı bildiride mevzuata aykırılık görülmüştür,”derken; düzenleme kurulunda yer alan katılımcı kuruluşların, yürüyüşe izin verildiği takdirde kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunacaklarını da savunduğu[56] coğrafyamızda; “Ankara Valisi Ercan Topaca, 1 Mayıs’ın sendikalar ve meslek örgütlerinin amacının dışında olduğu söyleyebilmekte”dir![57]
1 Mayıs Dünya Emek ve Dayanışma Günü’nde etkinlik yapmayı yasaklayan Antep Valiliği sitesindeki yapılan açıklamada, “Genel asayiş ve kamu düzenin korunması amacıyla 2935 sayılı Olağanüstü hâl Kanununun 11/m ve 14/c maddeleri ile 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/c maddesi gereğince 01 Mayıs 2018 – 01 Haziran 2018 tarihleri arasında açık alanlarda yapılacak ‘Açık Yer Toplantısı, Basın Açıklaması, Stant Kurma, İmza Kampanyası, Bildiri Dağıtma, Pankart Asma, Çadır Kurma, Oturma Eylemi vb.’ etkinlikler, Şahinbey ve Şehitkâmil ve Oğuzeli İlçelerimizde, Valiliğimizce YASAKLANMIŞTIR,”[58] denilirken; tüm bunlardan çıkan “sonuç”:
“1 Mayıs kutlamalarına yönelik, yargı kararlarını bile uygulamayı reddeden mülki idare amirlerinin yasakları, Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamayı reddeden birinci derece mahkemelerinin davranışıyla bütünlük içinde. Bunların hepsinin arkasında aynı merkezden alınan teşvik, onay ve emir var. 1 Mayıs’ın, devletin tespit ettiği nizamın dar sınırları içinde, etliye sütlüye dokunmadan, mostralık gösterilerle kutlanmasına izin var,”[59] biçiminde özetlenebilir!
Yargı kararlarını hiçe sayarak çeşitli bahanelerle İstanbul Taksim Meydanı’nı yıllardır 1 Mayıs kutlamalarına kapatan hükümetin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Biz 1 Mayıs’ın şenlik içinde geçmesini istiyoruz. Tüm sendikalarımızın, çalışanlarımızın aynı anlayış içinde olmasını istiyoruz. Milletimizin 1 Mayıs’ı en iyi şekilde geçirmesi hususunda bütün güvenlik önlemlerimizi aldığımızı belirtmek isterim… 1 Mayıs’ı herkes istediği şekilde kutlayacak; ancak PKK, terör örgütleri işin içinde olurlarsa biz işin rengini değiştiririz. Kamu düzenini sağlamak bizim görevimiz,”[60] derken; devlet kıskacındaki 1 Mayıs’ın ne anlama geldiğinin de ipuçlarını vermektedir!
Bun(nlar)a “Hayır” demek imkân dahilindedir ve bu imkâna dair Serkan Öngel’in, “Peki hava döner mi, işçiden yana eser mi yel Can babanın dediği gibi? İstanbul’da 2007’den 2010’a örülen o mücadeleye sırtını dönmek de mümkün, o yılların ayak izlerini takip etmek de,”[61] saptamasıysa; hemen her şeyin özetidir.
“1 Mayıs 2018’in “şenlikli, güllük gülistanlık, bayram havasında..” kutlanması Tek adam rejiminin dikte ettirdiği algılarda birkaç gündür başı çekmekte”yken;[62] bu elbette böyle değildi; Taksim’in, işçi sınıfına yasaklı kılınması çabasının devlet tarafından ipinin ucu kaçırıldığı üzere…
Bu böyleyken; “Bu yıl ‘Taksim tartışması’ gündemi ‘tıkayacak’ kadar yaygın değil; ama, ‘1 Mayıs Taksim’den başka yerde kutlanmaz’ diyen siyasi çevreler de yok değil. Kuşkusuz bu tutum, bu çevrelerin ‘sınıf dışı ideolojik platformları’yla bağlantılı ve onlara söylenecek çok şey yok”![63]
“Taksim ilke değildir”![64]
“Birleşik Metal-İş üyesi işçiler, sendikanın Taksim kararına tepki gösterip, ‘İşçiye rağmen altı boş taksim ısrarının anlamı ne!’ dediler”[65] türünden söylemler; hakkaniyet ve vicdan ölçütlerini yerle yeksan etmekte “beis” görmüyorlardı.


İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin ve ulusal mahkemelerin çok sayıda kararı Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs kutlamanın bizler açısından bir hak ve görev olduğunu tescil etmiş, ancak mahkeme kararlarını yok sayan idare tarafından bu hakkımız defalarca gasp edilerek suç işlenmiştir.


“Sınıf dışı” ilan edilenler (Onları “sınıf dışı” ilan etme hakkını nereden alıyorlarsa) 1 Mayıs’ta 86 kişinin gözaltına alındığını; Taksim Meydanı’na çıkan yolların araç trafiğine kapatıldığını, çevik kuvvet ekiplerinin de bölgeye gittiğini; Beşiktaş’tan Taksim’e yürümek isteyen gruba polisin saldırdığını; Beşiktaş’ta 60, Beyoğlu’da 18, Şişli’de 2 kişinin gözaltına alındığını; etrafı bariyerlerle çevrilen Taksim Meydanı’na gazeteciler de dahil kimse alınmadığını bilmiyor olamazlar…
“İyi de neden” mi?
Devletin 1 Mayıs ve Taksim yasakları sürerken
Birleşik Metal-İş, Nakliyat-İş, İnşaat İşçileri Sendikası (İnşaat-İş), DGD-Sen, Umut-Sen, Mücadele Birliği Platformu, Alınteri, Halk Cephesi, Devrimci İşçi Hareketi, Devrimci Gençlik Dernekleri, Partizan, Halkın Birliği, Proleter Devrimci Duruş, Gençlik Komiteleri, HKP, Devrimci Demokratik Sendikal Birlik-DDSB, Devrimci Yolda Özgürlük, vd. kurumlar ortak açıklamalarıyla 1 Mayıs’ta Taksim’de olacaklarını duyurup, “Bizler Taksim’in 1 Mayıs’a kapatılmasını kabul etmeyen ve fiilen Taksim iradesiyle davranacak kurumlar olarak, 1 Mayıs’ta Taksim de olacağımızı ilan ediyoruz.
Bütün işçileri, emekçileri, kadınları, gençleri Savaşa Faşizme Kapitalist Sömürüye OHAL’e Karşı 1 Mayıs’ta Taksim’de olmaya davet ediyoruz.
1 Mayıs’ta 1 Mayıs Alanında Taksim’de Olacağız! 1 Mayıs Alanı Taksim’dir! Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Mücadelemiz!”[66] dediler de ondan…
Bu geleneği yaşatarak, geleceğin yolunu açmaktı; unutulmasın, unutturulmasın!
“Pekâlâ 2019’da ne olacak” mı?
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “Başta İstanbul Taksim 1 Mayıs alanı olmak üzere ülkenin dört bir yanında 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Gününde umudumuz ve hasretimiz olan memleketin resmini çizeceğiz,”[67] diyor; bu iyi bir şey…


Sonra da 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için İstanbul Valiliğine 15 Nisan 2019 pazartesi günü için randevu talep ettiklerini ama herhangi bir dönüşün yapılmadığını belirten Çerkezoğlu, “1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma gününde Taksim alanında olmak, tarihi ve ahlâki olduğu kadar, hukuki açıdan da hakkımızdır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin ve ulusal mahkemelerin çok sayıda kararı Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs kutlamanın bizler açısından bir hak ve görev olduğunu tescil etmiş, ancak mahkeme kararlarını yok sayan idare tarafından bu hakkımız defalarca gasp edilerek suç işlenmiştir. Yani her nasıl ki, Ramazan ayında Taksim’de iftar çadırları ve etkinlikler yapabiliyorsak, bu özel günler ve bayramlar için ‘Valilikçe miting alanı olarak belirlenmiş alanlar’ gösterilmiyor ise, 1 Mayıs da bu kapsamdadır. Resmi tatil ve bayram günü ilan edilen 1 Mayıs’ın bu istisna kapsamında olmadığını iddia etmek ise açıkça işçileri yok saymak anlamına gelecektir,”[68] ekliyor ki, burası soru(n)ludur.
Çünkü bir hak talebi ya da bir durumu protesto hukuki olabilir. Ancak iktidar karşısında, hukuki bir hak veya talep, sorunu her zaman çözüme kavuşturmayabilir.
Engelleme, bastırma bir iktidar için hiç de zor değildir. Bir yasal müeyyideye de ihtiyacı yoktur. Yasaları uygulamaz; olur biter! Kaç yıldır olageldiği üzere…
Bir an düşünün: Devlet haklara değer mi veriyor ki, bir hukuk olsun? “Hukuk” diye derdi olmayana hukuku hatırlatmak nafiledir…
Temel yanlış: 1 Mayıs Taksim iddiasının hukuki değil, politik bir soru(n) olduğunun görülmemesindedir.
Politik soru(n)lar, politik açıdan ele alınıp, tartışılırsa muteberdir; ötesinin kıymet-i harbiyesi yoktur; olmaz da…
Sınıfsalı nihayetinde, rasyonel ya da hukuki argümanlar değil; gerçek güçler ve onların mücadeleleri biçimlendirir.
Rasyonel argümanlarla bir şey(ler)in değişeceğini düşünmek hayalken; 1 Mayıs Taksim iddiasını bir güç mücadelesi olarak ele alıp; “Liberaller işçilere ‘Sizler toplumun sempatisini kazandığınızda güçlü olursunuz,” derken Marksistler işçilere farklı bir şey söylerler, onlara: ‘Güçlü olduğunuzda toplumun sempatisini kazanırsınız,’ derler,”[69] gerçeğini anımsamakta, anımsatmakta 2019’da da büyük yarar var.
Bir de “Yiğit sürücüleri tarihsel akışın/ İşçiler, evren kovanının arıları/ Bir kara somunun çevresinde döndükçe/ Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler/ O somunla doğrulur uykusundan akıl/ Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz/ O güneşle bağımsızlığa erer kişi,” dizelerini Oktay Rifat’ın…
Sonra da bir zamanlar “Tek yol, tek çözüm ÖDP’dir” diyen bir Başkan Yardımcısı iken, ardından CHP Genel Başkan Yardımcı’lığına transfer olan Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya’nın, “Kılıçdaroğlu Doktrininin Türkiye’de başarıya ulaşacağına inananlardan biriydim… Nasıl ki Mustafa Kemal Atatürk, hakkında alınan idam kararına rağmen yolundan dönmedi; onun açtığı aydınlık yoldan yürüyen Anadolu’nun Kemali de yolundan dönmedi. Kararlarının arkasında durdu, iğneyle kuyu kazar gibi çalıştı… Kılıçdaroğlu Doktrini, 31 Mart’tan sonra çok okunacak, çok tartışılacaktır. Yerel seçimlerde olduğu gibi, genel seçimlerde de bizi iktidara taşıyarak, gelecek nesillere rehber olacaktır,”[70] diyen reelpolitiker kıvraklığına inat; Komutan Yardımcısı Marcos’un şu saptamasını haykırarak:
“Yukarıda ne olduğu bizi hiç ilgilendirmiyor. Dert ettiğimiz, aşağıdan yükselecek olandır. Bu başkaldırıyı hayata geçirdiğimiz zaman, bütün politikacılar sınıfını defedeceğiz, kendilerini parlamenter solcu diye adlandıranlar dahil…”

N O T L A R
[1] Newroz, Nisan 2019.
[2] Karl Marx.
[3] 200 milyar dolarlık aktif büyüklüğü ile Türkiye’nin en büyük şirketi konumundaki ve bünyesinde BOTAŞ, PTT, Borsa İstanbul ve THY’nin de bulunduğu Türkiye Varlık Fonu Yönetimi AŞ’nin (TVF) başına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geldi. Erdoğan, şirketin Başkan Vekilliğine ise aynı zamanda damadı olan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ı atadı. (“Varlıklı Hanedan: Bakan Çocukları da Kritik Görevlerde”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2018, s.9.)
[4] “Kriz Kaçınılmaz Canımız Yanacak”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2018, s.11.
[5] “Para da Yok Birikim de”, Cumhuriyet, 7 Mart 2018, s.11.
[6] Ergin Yıldızoğlu, “Kriz mi Dediniz?”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2018, s.9.
[7] “Vatandaşın Bankaya Borcu 511 Milyar TL”, 13 Mart 2019… http://siyasihaber4.org/vatandasin-bankaya-borcu-511-milyar-tl
[8] “Para Dışarıya Kaçıyor”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2018, s.11.
[9] “Bankacılık Kârı 13 Milyar TL Oldu”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 2018, s.14.
[10] “Deniz Bank 606 Milyon TL Kâr Etti”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2018, s.8.
[11] “Yapı Kredi’nin Net Kârı 1.24 Milyar TL”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 2018, s.14.
[12] “Anadolu Sigorta’dan 184.2 Milyon Lira Net Kâr”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2018, s.12.
[13] “Şişecam’dan 2018’in ilk 6 Ayında 1.6 Milyar TL Net Kâr”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2018, s.11.
[14] “Kriz Patronları Etkilemedi, Türkiye’nin En Zengini 3.8 Milyar Dolarla Erman Ilıcak Oldu”, 1 Mart 2019… https://gazetehayir.com/kriz-patronlari-etkilemedi-turkiyenin-en-zengini-3-8-milyar-dolarla-erman-ilicak-oldu/
[15] Ozan Gündoğdu, “Türkiye’de 100 Kişi Milyarlarla Oynuyor”, Birgün, 2 Mart 2019, s.11.
[16] “16 Yılda Yoksul Sayısı 2’ye Katlandı!’”, Birgün, 8 Şubat 2019, s.13.
[17] “AKP’nin ‘Güçlü Türkiye’sinden Manzaralar”, 19 Nisan 2019… https://dehabertr.blogspot.com/2019/04/akpnin-guclu-turkiyesinden-manzaralar.html
[18] “Sefalet Endeksi/ Misery Index” kavramını ilk olarak 1970’lerde Amerikalı iktisatçı Arthur Okun ortaya attı. Endeks yıllık enflasyon oranı ve işsizlik oranının toplamından oluşuyor. Endeks değerinin yükselmesi zaten iş bulmakta zorlanan insanların daha yüksek enflasyona maruz kalması yani sefaletin arttığı anlamına geliyor. Eğilmez’in sefalet endeksi karşılaştırmasına göre, Türkiye’de sefalet endeksi 5.5 yılda artış eğilimi içinde görünüyor. 2013’de 18.3 olan endeks Haziran 2018 itibarıyla 31.9’a ulaştı. Sefalet 5.5 yılda ikiye katlandı. Sefalet endeksi karşılaştırması yapıldığında Güney Afrika birinci, Türkiye ikinci sırada yer alıyor. Beş ülke arasında bu değerlendirme açısından en iyi durumda olan ülkeler Endonezya ve Hindistan olarak görünüyor. Türkiye’de sefalet endeksi 31.9 iken, endeks aynı dönemde Güney Afrika’da 39.4, Brezilya’da 26.7, Hindistan’da 8.3, Endonezya’da 8.2 seviyesinde gerçekleşti. (“Sefalette İkinciyiz”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2018, s.11.)
[19] Gamze Bal, “32 Milyon Yurttaş Soğuk Eve Mahkûm”, Cumhuriyet, 19 Eylül 2018, s.10.
[20] Bartu Soral, “Halkın Yoksulluğu”, Cumhuriyet, 11 Kasım 2018, s.9.
[21] “Açlık Sınırı Dörde Katlandı”, Cumhuriyet, 9 Ağustos 2018, s.10.
[22] Ergün Demir-Güray Kılıç, “İşte Sakladıkları Yoksulluk Gerçeği”, Birgün, 20 Mart 2019, s.10.
[23] Aziz Çelik, “Nereden Baksan Vahim!”, Birgün, 11 Mart 2019, s.10.
[24] “Kredi Kartı Batağına Düşenler Artıyor”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2018, s.11.
[25] Şehriban Kıraç, “Batık Krediler Dramatik Boyutlara Ulaştı: İcra Kapıya Dayandı”, Cumhuriyet, 29 Ocak 2018, s.9.
[26] Sinan Tartanoğlu, “Saray’ın İsrafı Zirvede”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2018, s.9.
[27] “AKP OHAL’i Sevdi 14 Grevi Yasakladı”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2018, s.9.
[28] Şehriban Kıraç, “Yaşamı Bıçak Sırtında Açlığın Pençesinde”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2018, s.8.
[29] “1 Mayıs Emek ve İşçi Bayramı”, https://www.ntv.com.tr/turkiye/mucadeleden-dogan-bayram-1-mayis,4ZTn3yRupEaPcj5550jTQA
[30] Mustafa Çakır, “Memur da Sendikasızlaştı”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2018, s.11.
[31] Can Uğur, “Zafer Aydın: Sendikalar Güç Kaybederken Emekçinin Yüzü Gülmez”, Birgün, 19 Kasım 2018, s.13.
[32] “Her 100 İşçiden 86’sı Sendikasız”, Birgün, 1 Şubat 2019, s.10.
[33] Mustafa Çakır, “İnşaatlarda Sendika Yok”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2018, s.10.
[34] Hacer Boyacıoğlu, “Babadan Oğula Sendikacılık”, Hürriyet, 19 Ocak 2019, s.7.
[35] 1 Mayıs şenliği denilince gözünüzün önüne hangi görsel geliyor?
Hiç kuşkusuz afiş şudur: Üzerinde “1 Mayıs” yazan dünya küresini iki eliyle tutan afiş!
Hiç kuşkusuz pankart resim şudur: Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi cephesine asılan; arkasında “1 Mayıs” yazılı, 12 metre yüksekliğinde 35 metre genişliğinde, zincirli ellerini iki yana açan, tulum giymiş bir işçi resmi!
İlk kez 1 Mayıs 1976’da görülen bu iki görsel -Taksim’de ısrar gibi- 1 Mayıs’ın sembolü hâline geldi. (1976 yılının diğer özelliği; 50 yıl sonra kutlanmasına izin verilen ilk bayram olmasıydı! Öncüsü, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu/ DİSK idi.)
DİSK’e bağlı Maden İşçileri Sendikası’nın 1 Mayıs görselleri için aradığı kişi, ressam-heykeltraş Orhan Taylan (d. 1941) oldu. Gece yarısı telefon ettiler, “sabaha istiyoruz” dediler.
Orhan Taylan afişi bir saatte çizdi. Dünyayı pergelle çizdi; elleri kara kalemle. O yüzden çizim tekniği açısından hafif uyumsuzluk olmuştu. Pek içine sinmese de eksiği-yanlışı olsa da zamana karşı yarışıyordu; afişi sabah teslim etti.
Taylan’ın pek beğenmediği bu afiş, Prag’da 1978’de düzenlenen Uluslararası Sendikalar Birliği yarışmasında birinci seçildi. (ABD ikinci, Sovyetler Birliği üçüncü oldu.) Ödülü on günlük Prag gezisiydi…
Orhan Taylan, Atatürk Kültür Merkezi’ne asılan resim pankartı ise gençlerin yardımıyla bir günde bitirdi.
Orhan Taylan Robert Koleji’ni bitirdikten sonra, 1962’de devlet bursunu kazanıp Roma Güzel Sanatlar Akademisi’ne gitmişti. Amacı, hayranı olduğu -Ressam Frida’nın kocası, Troçki’nin arkadaşı- Diego Rivera gibi görkemli duvar resimleri yapmaktı.
Başarılıydı; sınıfları atlayarak geçti. İtalya’da solcu oldu. Türkiye’de ilk sergisini 1968’de düzenledi. Amerikan 6. Filo’ya karşı yapılan protestoda yer aldı; sırtından bıçakla yaralandı. Yaralandığı Beşiktaş’ta Türkiye İşçi Partisi ilçe örgütüne gidip üye oldu. Devrimci Sanatçılar Birliği kuruluşunda yer aldı. Görsel Sanatçılar Derneği başkanı oldu. Keza. 1977’de Barış Derneği kurucu ve yönetim kurulu üyeliği yaptı. Aynı zamanda 1978’de Dünya Barış Konseyi üyeliğine seçildi. 12 Eylül 1980 darbesiyle aranmaya başladı. Eşi hamileydi; oğlu doğduktan sonra gidip teslim oldu.
Askeri yönetim 1 Mayıs’ın sembol afiş ve pankartını hiç unutmadı. Orhan Taylan’ın eserlerine düşman oldu. Örneğin, Antalya Belediyesi duvarına yaptığı Prometheus’u cunta lideri Evren, Stalin’e benzetip üzerini boyattı!
Bu kadarla kalmadı… Orhan Taylan işkenceli sorgulardan geçti; Sağmacılar’dan Mamak’a 3.5 yıl hapis yattı; beraat etti. (Babası Tarık Taylan bu acılı sürece dayanamadı; 1983’te vefat etti.) Darbeciler, 1 Mayıs’ın sembol afiş ve pankartının intikamını almışlardı! (Soner Yalçın, “Mithat Paşa’nın Torunu”, Posta, 1 Mayıs 2018, s.10.)
[36] Aziz Çelik, “1 Mayıs Tarihinden Sayfalar”, Birgün, 30 Nisan 2018, s.11.
[37] Şükran Soner, “1 Mayıs’lar Üzerinden İşçi Sınıfımızın Tarihi”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2018, s.11.
[38] Fatih Yaşlı, “1 Mayıs İşçinin, Emekçinin Bayramı Olsun Diye”, Birgün, 2 Mayıs 2018, s.3.
[39] Nilgün Tunçcan Ongan, “Hangi Eksende Bir Araya Geleceğimizin Yanıtı 1 Mayıs’ta Evrensel, 2 Mayıs 2018, s.16.
[40] İhsan Çaralan, “1 Mayıs Coşkusuyla Haydi ‘Tek Adam Rejimine Hayır’ Demeye!”, Evrensel, 2 Mayıs 2018… https://www.evrensel.net/yazi/81384/1-mayis-coskusuyla-haydi-tek-adam-rejimine-hayir-demeye
[41] “Kürt coğrafyasında Newrozlar nasıl halkın ulusal talep ve mücadeleye katılım düzeyini gösteriyorsa, 1 Mayıslar da işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlüğünü ve kendi sınıfsal taleplerini sahiplenme düzeyini gösteriyor. Bölgede son 15 yılda emek örgütlerinin 1 Mayısların kutlanması konusunda bir çabası ve ısrarı olduğunu söylemek gerekiyor. Ancak bu çaba ve ısrara rağmen, 1 Mayısların ‘çalışanlar’ın bayramı ve mücadele günü olduğu algısı değiştirilebilmiş değil. Dolayısıyla Kürt coğrafyasındaki 1 Mayıs kutlamaları için genel bir değerlendirme yapılırsa söylenebilecek ilk şey, birçok ilde yapılmasına rağmen bu kutlamaların katılım-kitlesellik bakımından zayıf geçtiğidir.” (İhsan Çaralan, “1 Mayıs Coşkusuyla Haydi ‘Tek Adam Rejimine Hayır’ Demeye!”, Evrensel, 2 Mayıs 2018, s.3.)
[42] İskender Bayhan, “1 Mayıs’ın Coşkusu ve Özgüveniyle 24 Haziran’a Yürüyelim”, Evrensel, 2 Mayıs 2018, s.16.
[43] Zeynep Kuray, “İlk Durak Tamam Sıra 24 Haziran’da”, Birgün, 2 Mayıs 2018, s.2.
[44] Erkan Aydoğanoğlu, “1 Mayıs Sınavı”, Evrensel, 26 Nisan 2018, s.6.
[45] Zeynep Kuray, “İlk Durak Tamam Sıra 24 Haziran’da”, Birgün, 2 Mayıs 2018, s.2.
[46] “Türkiye’de 1 Mayıs… Bayram Gibi Değil”, Yeni Mesaj, 1 Mayıs 2018… http://www.yenimesaj.com.tr/gundem/turkiye-de-1-mayis-bayram-gibi-degil-h13060555.html
[47] Emre Deveci, “Sendikal Haklarda Dünyadaki Sıralamamız Belli Oldu”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2018, s.9.
[48] “1 Mayıs’a Küresel Destek”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2018, s.8.
[49] “Yalnızca bir ve tek gerçek enternasyonalizm vardır: o da insanın kendi ülkesinde devrimci hareket ve devrimci savaşımın gelişmesi için özveri ile çalışmasına, istisnasız tüm ülkelerde, bu aynı savaşımı, bu aynı çizgiyi, ve yalnızca onu (propaganda, yakınlık, maddi bir yardım aracıyla) desteklemesine dayanır. Tüm geri kalanı, yalandan… başka bir şey değildir.” (V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.)
[50] Zeynep Kuray, “Kani Beko: İşçiler Kıyımın Öfkesiyle 1 Mayıs’a Akacak!”, Birgün, 1 Mayıs 2018, s.11.
[51] Ayşegül Başar, “Kader ya da Fıtrat Değil, Cinayet”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2016, s.9.
[52] Kani Beko, “15-16 Haziran Karanlığı Yenmenin İşaret Fişeğidir”, DİSK’in Sesi, No:180, Haziran 2016, s.2.
[53] Kemal Göktaş, “Kanal İstanbul’u ‘BES’leyecekler”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2017, s.11.
[54] “İZBAN grevi 2019 yerel seçimlerinin öncesine denk geldiği için çeşitli tartışmalara konu oldu. CHP’li İzmir Belediyesi ve aralarında DİSK eski genel başkanı Kani Beko’nun bulunduğu kimi milletvekilleri, bu grevi ‘CHP’li yerel yönetimi yıpratmak’ sebebiyle uzatıldığını ileri sürdüler. AKP bütün grevleri yasaklarken İZBAN grevini neden yasaklamıyor muş? Vay ki ne vay!… DİSK eski başkanı ve CHP’li İzmir Belediye yönetimi işin kolayına kaçarak işçileri suçlamayı tercih ettiler ve CHP’ye oy veren İzmir halkını grevcilere karşı kışkırtmaya çalıştılar.” (Metehan Ud, “İZBAN: Grev Düşmanlığı”, Yeni Yaşam, 9 Ocak 2019, s.5.)
[55] Yusuf Özkan, “İzmir’de 24 Haziran Provası”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2018, s.4.
[56] Mustafa Mert Bildircin, “1 Mayıs Emek Güçlerinin Kuruluşuna Aykırıymış!”, Birgün, 19 Nisan 2018, s.7.
[57] Birkan Bulut, “Fıkra Değil Gerçek: 1 Mayıs’ı Kutlamak Sendikaların İşi Değilmiş”, Evrensel, 19 Nisan 2018, s.7.
[58] “Antep Valiliği’nden 1 Mayıs Yasağı”, 28 Nisan 2018… http://alevinet.com/2018/04/28/G.Antep-valiliginden-1-mayis-yasagi/
[59] Ahmet İnsel, “Seçim Öncesi 1 Mayıs”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2018, s.9.
[60] “İçişleri Bakanı Taksim’i Yasakladıklarını Unuttu!”, Birgün, 30 Nisan 2018, s.11.
[61] Serkan Öngel, “Pehlivanlar ve Sınıf Mücadelesi”, Birgün, 1 Mayıs 2018, s.11.
[62] Şükran Soner, “1 Mayıs 2018 Bize Nasıl Bir Ayna Tutuyor?”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2018, s.4.
[63] İ. Sabri Durmaz, “Daha Yaygın ve Görkemli Bir 1 Mayıs’a Doğru”, Evrensel, 28 Nisan 2018, s.6.
[64] “İstanbul’da 1 Mayıs Kutlaması Alan Tartışmasına İndirgenmemelidir!”, Yeni İşçi Dünyası, Özel Sayı, Nisan 2018, s.3.
[65] “Gebze’de Metal İşçilerinden 1 Mayıs Mektubu”, Evrensel, 26 Nisan 2018, s.7.
[66] “1 Mayıs’ta Taksim’deyiz!”… 27 Nisan 2018… http://www.yenidemokrasi.net/1-mayista-taksimdeyiz.html
[67] “Disk Başkanlar Kurulu: İş, Adalet, Özgürlük Ve Demokrasi İçin 1 Mayıs’a”, 10 Nisan 2019… http://disk.org.tr/2019/04/disk-kesk-tmmob-ttbden-ortak-1-mayis-2019-aciklamasi/
[68] “Çerkezoğlu: 1 Mayıs’ta Taksim İşçinin Hakkı”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2019, s.10.
[69] V. İ. Lenin, Seçme Eserler Cilt:2-Bolşevik Parti İçin Mücadele (1900-1904), Çev: İsmail Yarkın, İnter Yay., 1993, s.21.
[70] Yıldırım Kaya, “Kılıçdaroğlu Doktrini”, Yeni Soluk, 20 Nisan 2019… https://yenisoluk.com/kilicdaroglu-doktrini