Serinin ilk ve ikinci yazılarında kapitalizmin ataerkil toplumsal yapı üzerine kurulduğunu ve ataerkil sistemin ise kapitalist toplumun oluşumunu belirli düzeylerde belirlediğini ve dönüştürdüğünü ifade ederek önce nafaka hakkını daha sonra da kıdem tazminatını aktarmıştım. Zira İstanbul’un aynı zarfta verilen dört oydan birinin iptal edilerek yenilenecek yerel seçimleri ve etrafındaki tartışmalar ile gündem yaratılmasaydı; Türkiye’nin gündemine oturması gereken iki düzenleme olacaktı bunlar. Bu haliyle de bir madalyonun iki yüzünü temsil ederken aslında egemenlerin tahakküm alanları açısından sermaye ve erkeklere yaratılacak gül bahçesinin araçlarını da temsil ediyor.
…saldırılar mücadelelerin yürüten insanların tek ortaklığı olan söz konusu değerlerin aşınması veya içinin yeniden doldurulmasıyla da ilgili.
En küçük bir adliye kapısında hesap sormadan ve hukukun uygulanmasını, adaletin, liyakatin veya etik değerlerin yerine getirilmesini beklemeye kadar her cümlenizde otoriter devletin tüm kolluk ve yürütme gücünü karşınızda bulmanızı, liberal yaklaşımlarda işçi ile sermaye arasında güvenlik adaleti dengeli şekilde sağlaması gereken taraf iddiasının komediye dönüşmesini görmek mümkün. Zira, daha önceki yazıda belirttiğim gibi, Türkiye’deki gibi otoriter iktidarların, insanların haklarının olmasından, devlet ve sermaye karşısında (vicdan, adalet, saygı, estetik, onur ve haysiyet gibi değerleri temel alarak) hak savunusuna girmesinden duyduğu rahatsızlığı, her mecrada nefret kusarak ve şiddetle yok etmeye çalışmalarından anlıyoruz. Dahası, saldırılar mücadelelerin yürüten insanların tek ortaklığı olan söz konusu değerlerin aşınması veya içinin yeniden doldurulmasıyla da ilgili. Vicdan, bir bakmışsınız muhafazakar bir çerçeveden etnik ayrımcı bir dil ile birlikte kullanılıyor; saygının koşulları oluşuyor; adalet ise kimin zarar gördüğüne göre değerlendiriliyor.
Bu dönemde anlamak, anlatmak, aktarmak ve değerlendirmek her zamankinden zor; yazmak, söylemek, okumak, çizmek, düşünmek her zamankinden tehlikeli ama direngen. Bu açıdan önceki yazıda bıraktığım yerden, yani, her düzeyde iktidarın otoriterleşme şiddetinin artmasının işçilik, etnisite, toplumsal cinsiyet, inanç gibi alanlarda kesişimsellikler yarattığı iddiasından yola çıkıyorum. Ne yazık ki burada sadece değinmekler halinde yazabileceğim, zira konu rafları değil kütüphaneleri dolduracak genişlikte. Kadınların temel olarak yeniden üretimde yerlerinin tanımlanması, yani evin düzeni, çocuk bakımı, hane halkının bakımı ve gündelik hayatın her gün yeniden üretilmesi olarak kısaca ifade edeceğimiz büyük bir iş yığınını kadının “doğal” görevi haline gelmesine yol açar. Kadınların yapmadıklarında görünen işleridir bu işler. Kadınların doğar doğmaz bu işleri becerebilecek bir kapasite ile donatıldığı, ancak erkeklerin dışarıdaki gelir getirici ve yapıldığında görünür olan işlerde yetenek kazandığı dolayısıyla da insanlığın asla değişmeyen bir işbölümüne kendiliğinden sahip olduğu vurgusu aslında gizli bir hapishanedir, kadınları bu kısır döngüye alan. Bu görüş, sadece ev işinde/içinde değil, kadınların kamusal alanda, çalıştıkları yerlerde de kadınların peşini bırakmaz.
Kapitalizmde emek süreçleri bu fikri varsayar ve bunu üzerine değer üretimi hesaplamalarını kurar. Pek çok örneği var bu durumun. Kalkınma planları denilen üst ölçekli planlamalarda nüfus stratejilerinden, firmalarda mülkiyet dağılımı ve hangi işleri kimin yaptığına kadar hepsi bu fikri sorgulamadan, üstüne tesis eder toplumsal pratikleri ve müdahaleleri. Ötesi, Dalla Costa’nın iddia ettiği gibi kadınların evde, işgücünün yeniden üretimini sağlayarak sermaye için temel hizmetleri sağlamakla kalmadığını, aynı zamanda bu çalışma yoluyla artı değer yarattığını söylemek de mümkün. Zira evde yapılan her iş, dışarıdan satın almayı gereksiz kılarak ücretlerin düşürülmesi halinde emekçilerin hayatlarını sürdürmelerini mümkün kılmıyor mu? Hane halkının bakımı ve evin çevrilmesi için yapılan tüm işler karşılığı parasal olarak ödenmeden yapılan her şey, kadınların zamanlarını daha fazla çalmıyor mu?
Kıdem tazminatı da işçilerin kolaylıkla ve maliyetsizce işten çıkarılmasını mümkün kılarak sermayenin işçilerin haklarını daha fazla gasp edecek uygulamalara imkan sunmayı hedefliyor.
Uygularından, gelir elde edecekleri işlerden, kendileri geliştirecekleri zamanlardan… hatta işyerinde dahi masanın temiz tutulması, kahve yapması, ortamı yatıştırması gibi bakım emeğinin dışarıdaki uzantısı olan işlerin talep edilmesine ne demeli… iş tanımımızda bunlar var mı? Her eve çocuk talimatını alarak hayatını, zamanını aile temelli organize etmesi gereken kadınlar, emek-gücünün soyut olarak homojen (aynı) kabul edildiği bir teorinin en zayıf noktası değil mi? Hartmann’ın feminizm ile Marksizmin mutsuz evliliğinde, ataerkiyi, “maddi bir temeli olan ve erkeklerin kadınlar üzerinde hakimiyet kurmasını sağlayan, erkekler arasındaki hiyerarşik ilişkiler ve dayanışmayı içeren, toplumsal ilişkiler dizisi” olarak tanımlar ve şöyle devam eder: “Ataerkinin maddi temeli, erkeklerin kadınların emek-gücü üzerindeki kontrolüdür. Bu kontrol, kadınları ekonomik olarak üretici kaynaklara ulaşmaktan alıkoymak ve kadınların cinselliğini sınırlamakla sürdürülür.
Günümüzde yaşadığımız biçimiyle patriarkanın önemli unsurları; heteroseksüel evlilik (ve bunun sonucunda ortaya çıkan homofobi), kadınların çocuk bakması ve ev işi yapması, kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığı (bu da iş pazarındaki düzenlemelerle artırılır), devlet, erkekler arasındaki toplumsal ilişkiler temeli üzerine kurulu çeşitli kurumlar kulüpler, spor, sendikalar, meslekler, üniversiteler, kiliseler, şirketler ve ordular. Patriarkal kapitalizmi anlamak istiyorsak, tüm bu unsurların incelenmesi gerekir.” Nafaka hakkının kaldırılmasına dair düzenleme, kadınların erkeklere bağımlılığını artıran ve evliliklerin şiddet ve öldürücü sorunlar da olsa sürmesini, dolayısıyla kadınların emek-gücünün erkekler tarafından ve dolaylı olarak sermaye ve devlet tarafından daha fazla sömürülmesine olanak sağlamayı hedefliyor. Kıdem tazminatı da işçilerin kolaylıkla ve maliyetsizce işten çıkarılmasını mümkün kılarak sermayenin işçilerin haklarını daha fazla gasp edecek uygulamalara imkan sunmayı hedefliyor. Ekonominin daralma veya kriz dönemlerinde işçi çıkarma dönemlerinde daralmaya öncelikle kadınların işten çıkarılması ise her iki hakkın gaspının kadınların kamusal alandaki varlıklarının yok olması riskini ortaya koyduğu açık.