AKP, iktidara gelmeden önce eleştirdiği her kurumun, sivil görünümlü beterini yaratmadan iktidarını sürdüremiyor. Yakın gelecekte adını sıkça duyacağımız bir kurum olan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu (YİK) 15 Mayıs’ta sağ kanat deneyimli siyasetçilerden üyeler belirlenerek kurulmuş. Ancak gündeme daha çok maaşlarının yüksekliği (18, 000 TL) ile geldi ve kurulun üyelerinden biri olan Bülent Arınç, bu yüksek maaşı eleştirenlere “edepsiz” demiş olması üzerine Deniz Zeyrek’in kendisiyle yaptığı röportajda maaşıyla ilgili duruma kendisine üzülebileceğimiz (!) kadar açıklık getirdikten sonra FETÖ davasının çok istismar edildiğini ifade etmeyi de ihmal etmeden durumu şöyle açıklamış: “… Buradan gelecek olan para ne kadarsa yarısını burs, yarısını da KHK’larla mağdur olan binlerce kişi var. (…) Benim çevremde, ailemden insanlar var. Yoksa ceza alanlarla ilgili bir şey demiyorum.”
Türkiye’den kaçarken göç yollarında, hayatını kaybedenler bizlere dünyanın kocaman bir parçasıyla kader ortaklığı yaptığımız hatırlatıyor.
Ben bir KHK’lıyım. Adım son yayınlanan KHK listesinde yer aldı ve kamu hizmetinden ihraç edildim. Türkiye’de düzenli gelire ve geleceğe sahip olduğum bir işim ve planlarım vardı. Pek çok arkadaşım barış bildirisine imza attığı için, sendikalı olduğu için, geçmişte bir haksızlıkta taraf oldukları için bu KHK listelerine isimleri eklendi ve işlerinden, geleceklerinden oldular. Bağışta bulunmak isteyen Bülent Arınç ve diğer pek çok ismin altında imzası bulunan kağıtlarla haklarımızda gıyaben karar verildi. Bizleri sivil ölüme mahkûm ettiklerini bizzat açıkladılar. Maaşlarımız bir anda kesildi, pasaportlarımız ve vatandaşlık haklarımız askıya alındı. Başka işler bulmamız siyaseten engellendi. Fatih Mehmet Tıraş, genç bir arkadaşımız, bu baskıya dayanamayıp intihar etti, Haluk Gergerlioğlu’nun ifadesiyle 61 kişi daha var. Sürgünlüğü hiç saymıyorum bile. Ancak Türkiye’den kaçarken göç yollarında, hayatını kaybedenler bizlere dünyanın kocaman bir parçasıyla kader ortaklığı yaptığımız hatırlatıyor; hem de inişli çıkışlı bir gündemini bize dayatan bir Türkiye rağmen.
Bu kader ortaklığı ise refahı ırk etnisite cinsiyet ve pasaport temelli yeniden dağıtır ve bu paranın kaynağı olan, kitlesel ölümü garantileyen silah ticareti ve ekolojik yıkımı beraberinden getiren enerji yatırımları ile zenginleşirken; bazılarının payına şiddet, baskı, hukuksuzluk ve ölümler düşmesi ile yaratılıyor. İşte o dünya iki kadın kaptanı konuşuyor: Carola Rackete ve Pia Klemp.
Kötülüğü pasifçe kabullenen kişi, onun kalıcılaşması için uğraşan kişi kadar gömülmüştür kötülüğün içine.
Işın Eliçin’in Medyascope’deki yazısında ifade ettiği gibi, bu iki kaptana göçle mücadele amaçlı yasaları çiğnedikleri gerekçesiyle, birine 10 yıla diğerine 20 yıla kadar hapis cezası istemiyle İtalya’da dava açılmış durumda. Oysa yaptıkları Akdeniz’de açık denizde karşılaştıkları sığınmacıları ölüme terk etmek yerine yasaları çiğnemeyi ve hapse girmeyi göze alarak teknelerine alıp karaya çıkarmak. Pia’nın sözleriyle “Akdeniz’in sığınmacılar için muazzam bir toplu mezara dönüşmesi Avrupa’nın siyasi bir projesi[nin]” önünde dikilmek. Yani iki kaptan da sivil itaatsizlik eylemi işleyerek, “yasaya aykırı, kamuya açık, şiddetsiz ve vicdani olarak bir hükümet kararını engelleyerek sivil itaatsizlik eylemi işlemiş oldular.”
İktidarlar insanların ölmesine neden olsa bile sessiz kalmalarını bekliyor insanlardan, yani insan olma sorumluluğunu kenara bırakarak itaat etmelerini. Henry David Thoreau’nun cümleleri kulağımızda uzun süre yankılanmalı: İyiliği kötülükten ayıran asli ölçüt, kişilerin içlerinde taşıdığı vicdandır. Kötülüğü pasifçe kabullenen kişi, onun kalıcılaşması için uğraşan kişi kadar gömülmüştür kötülüğün içine. Kötülüğe karşı durmayı denemeksizin onu kabullenen kişi gerçekte kötülükle işbirliği içindedir.