arama

Çalışanların Kırılganlığı Üzerine

Arif ARSLAN
Kırılgan hale gelen elbette sadece iş değil, hayatın kendisidir; kırılgan olanlar, yalıtılmaya ve bireyselleşmeye doğru gönülsüz bir akış yaşarlar. Her tür yalıtım gibi, kırılganlık kaynaklı yalıtım da yıkıcılık karşısında politik bir oluşum ve arayış imkanını kısıtlar hatta ortadan kaldırır.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Arif ARSLAN Arif ARSLAN
  • 1 Star
    Loading...

 

Günümüz toplumsal yaşamının en büyük kaybı belki de dayanışma duygusunun yaratacağı güven ve özgüvenin gelişemeyişidir. İnsanın başka insanlarla kuracağı ilişkilerle gelişebileceği, iyice unutulmuş; çeşitli uzmanlık alanlarında kişisel gelişim (!) arayışlarıyla yaşamın tüketilmesi söz konusu. Kapitalist düzen, yoldan geçenleri kandırıp evine alan Prokrustes gibi. Prokrustes evine aldığı kişileri kendi yatağına yatırıp uzun gelenlerin kol ve bacaklarını keser, kısa gelenleri de çıkrıkla çekip uzatmaya çalışır; yatağına yatırdığı herkesi sakatlarmış. İster kariyer yapmaya çalışsın, ister geçinmeye çalışsın insanlar, bu düzenin içinde sakatlanarak yaşamını sürdürüyor.

Bireyciliğin Yapısal Özelliği

Elliott ve Lemert’e göre günümüz Batı bireyciliğinin üç ana sosyo-yapısal özelliği vardır: (1) metalaştırma, (2) sağ siyasetin yeni kültürel politikaları, (3) özelleştirme.  Metalaştırma süreci ekonomik yaşamın yoğunlaşması, tekellerin ve çokuluslu şirketlerin ortaya çıkması neticesinde tüketim mantığı bağlamında bireyci değerlerin özendirilmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır.[1] Tüketim kültürünün yaşamları işgal etmesi, insanlar arası anlamlı duygusal bağlantıları da zaafa uğratmıştır. Tüketici insan “Ne alıyorsam oyum” anlayışına kapılarak büyük umutsuzluk girdabına kapılmaktadır. Buradaki umutsuzluk, Kierkagaard’ın diyalektik umutsuzluğu değildir, yok edici ve yıpratıcı bir umutsuzluk durumudur. Kierkegaard’a göre, “Umutsuzluk, kaçınılmazdır, insanın, karşıtların bir sentezi olmasının daha doğrusu diyalektik bir varlık oluşunun gereğidir. Umutsuzluk, uyumsuzluğun değil, kendine yönelen ilişkinin bir sonucudur.”[2] Çünkü, “içimizde sonsuzluk olmadan umutsuzluğa düşümeyiz.”[3]

            Özellikle de 1980 sonrası sağ-muhafazakar anlayışlarla kol kola yürüyen iktisadi neoliberalizm, toplumların dayanışma ilişkilerini temelden sarsıp yok etmiştir. Piyasanın asli belirleyici olarak toplumsal çerçeveyi çizmesi ve yıkıcılaşması, insanların bireyciliğe yönlendirmiştir. Paranın her şeyin ölçüsü olduğu bir dünyada, insanlar kendilerinin daha da değersizleştiğini, eğitim ve sağlık gibi temel gereksinimlerinin bile parayla ilişkili ulaşılabilirliğe dönüşmesi yıkıcılığı artırmıştır.

            Bireyselleşmenin sosyo-yapısal özelliklerinden biri de özelleştirmedir. Özelleştirme, piyasa mantığının kişisel dünyalara sızmasının yolunu açmıştır. Piyasa fiyat serbestisi, bencilleşmeyi, mülk sahipliği, piyasa değeri gibi iktisadi kavramlar, bireylerin özel dünyalarının da belirgin kavramları olmuştur. Yeni bilgi ve iletişim teknolojileri de bu eğilimi güçlendirmiştir. Bu şekilde düzenlenmiş bir yaşam, insanlarda içsel özgürlük hissini kaybettirmiş, fiziksel yönleri belirsiz bir mükemmellik anlayışının doğrultusunda davranmayı getirmektedir.[4] Bütün bu yapı, insanları diğerinden ayıran bir yaşama dönüşmüştür. Sosyal yalıtılmışlık günümüz açısından toplumların en büyük problemi olarak görülebilir. Anlık haz sağlayan tüketimin cazibesi artmıştır. Avrupa ve ABD’de dondurma, evcil hayvan maması, sigara ve alkollü içkiler, uyuşturucu maddeye muazzam miktarlarda para harcanmaktadır.

            Kapitalizmin yaşamı hızlandıran yanı da süreksizlik duygusu yaratmış durumda. Süreksizlik duygusu, duygusal ve içsel yaşamda başıboşluğa yol açmakta, insanlar, deneyimleriyle ilgili tutarlı yaşam öyküleri yaratamamaktadır.[5] Geleneksel toplumlarda, başta din olmak üzere, çeşitli anlam kategorileri önceden belirlenmiştir, bundan dolayı insanlara bireysel özerklik için çok az alan kalmaktaydı. Oysa günümüzde insanlar, sürekli olarak biyografik öykülerini güncellemek zorundadır. Ulrick Beck, bugün insanların, kimliklerinin parçalara ayrılmasını önlemek için, sürekli yaratıcı ve becerikli öz-yapım ve öz-tasarım işine girişmek zorunda olduklarını söyler.[6] Tutarlı öyküler yaratmak, insanların kişisel ve sosyal değerine ilişkin önemli bir doygunluk yaratmaktadır. İş yaşamının gerilimi ve süreksizliği yanında insanların aile için ayrılan zamanının kısalması da başta ergenler olmak üzere depresif duygulanımların artmasına neden olmaktadır. İntihar oranlarında en yüksek grubun 20-24 yaş olması bu bakımdan okunabilir. İnsanlar hiperaktif yaşam içerisinde ait olmaya özlem duymakta; bu özlem de fanatizm, cinayet, saldırganlık, intihar olarak dışavurmaktadır.

Kırılganlaşma

Isabell Lorey, Kırılganların Yönetimi adlı kitabında, günümüz siyaset ve ekonomisinin ancak kırılganlaşma kavramı ile doğru dürüst anlaşılabileceğini söyler. Ona göre kırılganlaşma, “bir yönetim aracı ve aynı zamanda toplumsal düzenlemeye ve kontrole hizmet eden kapitalist birikimin dayanağı haline gelmiş” durumdadır:

“Kırılganlaşma, güvencesiz işlerden, ücretli istihdam ile sağlanan güvence yokluğundan daha fazla anlam taşır. Bir güvencesizlik ve tehlikeye açık olma hali olan kırılganlık, tüm varoluşu, bedeni, özneleşme biçimlerini ihtiva eder. Yeni yaşama ve çalışma olasılıklarını mümkün kılsa da, bir tehdit ve baskıdır. Kırılganlaşma beklenmeyenle, tesadüfle birlikte yaşamak anlamına gelir.”[7]

            Kırılgan hale gelen elbette sadece iş değil, hayatın kendisidir; kırılgan olanlar, yalıtılmaya ve bireyselleşmeye doğru gönülsüz bir akış yaşarlar. Her tür yalıtım gibi, kırılganlık kaynaklı yalıtım da yıkıcılık karşısında politik bir oluşum ve arayış imkanını kısıtlar hatta ortadan kaldırır.


[1] Elliott, A. ve Lemert, C. (2011). Yeni Bireycilik: Küreselleşmenin Duygusal Bedelleri, Çev. Başak Kıcır, İstanbul: Sel Yayınları, s. 61

[2] Kierkegaard, S. (2004). Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, Çev. M. Mukadder Yakupoğlu, İstanbul: Doğu Batı Yayınları, s.8.

[3] Kierkegaard, S. s.9.

[4] Elliott, A. ve Lemert, C. s.12.

[5] Elliott, A. ve Lemert, C. s. 32.

[6] Elliott, A. ve Lemert, C. s. 90.

[7] Lorey, Isabell (2016). Kırılganların Yönetimi, Çev. Nurhayat Köklü, İstanbul: Otonom Yayıncılık, s.17.