Türkiye garip bir ülke. Türkiye öyle bir ülke ki bir sabah uyandığınızda KHK ile atıldığınızı öğrenirsiniz, bir başka sabah uyanıp kayyum/darbe haberi okursunuz. Bir akademisyen veya araştırmacı olarak şiddetten başka bir şey çalışamazsınız. Bir başka dilin bilgisi sadece otantiktir. Yapamazsınız, uzakta kalamazsınız. Sürekli sosyal medyada yaşarsınız ve bunu anlatamazsınız ötekilere. Türkiyeli olup da itiraz edecek gücünüz ve umudunuz kalmışsa her yangında, her darbede, her polis şiddetinde yerinizde duramazsınız. Bu yüzden bizden refah çalışan çıkmaz. Nedeni ise son derece basittir, sizi sürekli öteki hissettiren, nerede olursanız olun dünyanın en tutarsız ve hoyrat antidemokratik uygulamalarından birine maruz kalmış “mağdur” olarak mimlenmenize neden olan yönetiminizin tüm absürtlüğüyle medyada yer alışıdır.
Bu sabah bir benzerine daha uyandık. Darbeler dönemini geride bıraktık diyen bir iktidar, Olağanüstü hâl (OHAL) uygulamalarını olağanlaştırarak seçilmiş yönetimlerin yerine içişleri bakanlığından atanan yönetimleri ikinci kez getiriyor. Kayyum dönemi borçlanmalarının, israfın belgelerinin oraya dökülmesine rağmen, hiç hesap verme kaygısı duymadan hem de. Belediyelerde, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve sosyal adalete dönük hizmetleri, fiziksel ortamları yani binası, kadrosu ve sistemleri ile yok etmeleri, belediyeye ait binaların araçların yok pahasına satılması veya kolluk teşkilatına devri ise tek cümleyle geçiştirilemeyecek kadar önemli olaylardı.
Türkiye’nin bitki örtüsünün doğal alanların talanı üzerine kurulu olan TOKİ’lerin (Toplu Konut İdaresi Başkanlığı) genellikle AVM (alışveriş merkezi) üzeri cami ve etrafında çirkin yüksek katlı binalardan oluşan beton alanlarına dönüşmesi bu iktidarın eseri. Ayrıca doğanın tahribatı Türkiye’nin enerji, inşaat ve madene dayalı sermaye birikimi modeliyle iyice ilerlemiş durumda. Dahası, borcu tabana yayan kredi ve bankacılık sistemleri ile tarım ve hayvancılığın çöktüğü açık. Borçlar sadece tarım ve hayvancılık ile uğraşanları değil, hayatın her alanında insanların boğazında bir pranga. İtiraz edecekken akla gelen, insanları haksızlıklara karşı sessizleştiren ve itaat etmelerini sağlayan bir pranga.
Süreçte AKP tarzının İslami muhafazakâr ve eril örüntüleriyle birleşen neoliberal belediyecilik, mafyatik iş alanlarını kurumsal hale getirdi. Otoparklar, belediyeye ait olanlar dışındaki ulaştırma hatları, vakıfların etkinlikleri, park ve bahçeler içindeki hizmet alanlarında oluşturduğu istihdam ve kurumsal faaliyetler aslında belediye müdahale etmeden önceki Mafyatik yapının aynısı. Sadece belediye pay alıp, oradaki güç savaşını ortadan kaldırmış durumda. Dolayısıyla bir parkta veya sokakta paranız olmadan biraz nefes alıp dolaşma imkanını bile devlet eliyle imkânsız hale getiren bir mekânsal düzenleme söz konusu. Bu hizmet alanlarının yarattığı gelir kapısından, AKP’nin tarikatlar, cemaatler, partililik, tanıdıklık veya akrabalık gibi ilişkilerle yararlananlar ise AKP tipi İslami gündelik hayatı hem dayatıyor hem de adaletsizliklere hizmet alıcılarını da suç ortağı etmek üzere sistemi kuruyordu ve koruyor. AKP tipi belediyeciliğin yaptığı her taşın altında bir istismar, sömürünün yanı sıra söz konusu kirli ilişkiler ve adaletsizliklerin suç ortaklığı çıkıyor.
Bu dönemin ruhu, şiddeti mümkün ve sürekli kılan bir cezasızlık rejiminin hukuka egemen olması. Dolayısıyla hukukun sadece siyaseten, muhalif olanları yıldırma ve sesini duyurma imkanının ortadan kaldırılması işlevi olduğunu görmemek için daha ne kadar ırkçılık sosu işe yarayacak bu topraklarda. Fanon, “emeğin kara deriye damgalandığı yerde beyaz derilinin kendini kurtarması olanaklı değildir” der. Kürtlerin iradesi gasp edilerek bir kez daha vatandaşlıkları sorgulanır hale geldiği anda bu iktidarın temelindeki soy, ırk ve din bağları üzerinden kurulan suçlara ortak olmak, iktidarın şiddet üzerinden açtığı ranttan pay beklemek demektir. Ezilen ve hakkı gaspedilen bu anlamda hepimiziz veya öyle hissedip mücadele etmediğimiz sürece varlığımız ortadan kalkacak.