Giriş
Her insanın üzerine bir şeyler söyleyebileceği bir kavram ‘devlet’. Kimi kendini parçası olarak, kimi hamisi olarak görür. Onsuz bir tahayyülü yoktur çoğu insanın. Kimine göre bürokrasi algısı, kimine göre şirketinin mecburi ortağı, kimine göre varlık sebebidir. Kimine göre şefkat ile temsil edilir, kimine göre cebir ile. Mark Neocleous, (Mark Neocleous, Devleti Tahayyül Etmek; Nota Bene Yayınları, Çev: Akın Sarı) bu algı karmaşasını ifade eder. Devletin ortaya çıkışı, bir zorunluluk olup olmadığı bir sorunsaldır.
Devletsizliğin mümkün olduğunu Morgan’ın antropolojik çalışmalarından faydalanarak onu yorumlayan Engels’in eserinden1 biliyoruz. Devlet sınıfların ortaya çıkması ile oluştu. Lenin bu eseri referans göstererek “devlet, sınıf karşıtlıklarının uzlaşmazlığının bir ürünü ve tezahürüdür” (Engels, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni) demektedir.
“Hiç kuşkumuz olmasın ki bireylerin karşılıklı olarak birbirlerini etkileyen ve salt kendi iradelerine balı olmayan maddi yaşamları ve üretim biçimleri, devletin gerçek temelidir.” “Devlet, doğrudan ve esas olarak bizzat gens toplumunun içinde gelişen sınıf karşıtlıklarından doğar.” “Devlet topluma dıştan dayatılmış bir güç değildir. Hegel’in ileri sürdüğü gibi, ‘bir ahlaki fikir vakıası’ ya da ‘aklın eseri ve hakikati’ de değildir. Devlet, düpedüz, toplumun kendi gelişmesinin belirli bir aşamasının ürünüdür.” (Engels, AÖMDK)
Marksizmin klasik görüşü olduğu kabul edilen devlet teorisini sunan ikinci eser Lenin’in Devlet ve Devrim eseridir. Lenin’e göre toplum, çıkarları birbiriyle uzlaşmaz karşıtlıklar barındıran sınıflardan oluşur ve devlet egemen sınıfın egemenlik organıdır. Marksizmde devlet sınıf belirlenimlidir. Ancak Lenin’in eseri bunun ötesinde egemen sınıfın baskı aracı, onun doğrudan vekili olarak savunulan devlet kuramı Marksizmin resmi görüşü olarak kabul edildi. O da Engels’in ifade ettiği gibi bu organın toplumun üzerinde olup topluma gitgide yabancılaştığını savunur. Lenin, Engels’i referans göstererek, özel kamu gücünün bu baskının aracı olarak kurulduğunu, ayrıca vergi toplamak için de memurlar istihdam ettiğini belirtir. Yasalar ile bu memurları ayrıcalıklı kıldığı ve otorite bahşeder. Bu tüm sınıflı toplumlar için böyle olmuştur. (Lenin)
Marksizm içinde kalıp farklı bir devlet kuramı özellikle Gramsci ile farklı bir boyut kazanmıştır. Poulantzas ise kuramı dikkat çekici boyutlara taşımıştır.2 Lenin’in devlet ve proletarya diktatörlüğü hakkındaki fikirleri ortaya çıktığı dönemde (özellikle Rosa Lüksemburg tarafından) eleştirildikten sonra, Stalin döneminde içi boşaltılmış bir yüceltme taktiği nedeniyle uzun süre eleştirilmemiştir ya da yaygınlaşmamıştır. Daha sonra yapılan yorumların bir kısmı Stalin döneminde bizim fikrimizce Lenin’in Sovyetler fikrindeki demokratik imkanın heba edilmesi dolayısıyla ortaya çıkan haksız eleştiriler dışında, devlet teorisinin, bir bakıma indirgemeci, doğrudan sınıf egemenliği aygıtı olarak görülmesine yönelik son derece haklı eleştirilerdir.
Lenin’in proletarya diktatörlüğü algısı, bir devlet partisi ve devletçiliğin oluşmasına yol açmıştır (Poulantzas). “Lenin’in bazı analizlerinin araçsalcı devlet anlayışına, (yani neredeyse hiçbir içsel çelişki olmadan, ayrımların olmadığı yekpare bir blok olarak ve ikili iktidar, merkezileşmiş Sovyetlerin vb. karşı devleti kurmadan küresel ve cepheden saldırılabilen bir devlet anlayışı) kurban gittiğine pek şüphe yok” “Aslında Lenin’in anlayışı, çelişkileri ne olursa olsun (ki bunlar görece büyük olabilir), devletin bir sınıfın bir diğeri üzerindeki egemenlik aracı olarak varlığını sürdürdüğü yekpare bir devlet anlayışı kadar araçsalcı değildi.” (Poulantzas, Poulantzas Kitabı, s.456)
İda Mett, Kronştad adlı çalışmasında Lenin’e ait farklı tarihlerde söylenmiş iki sözü epigraf olarak kullanır: “Bir aşçıya bile devleti yönetmesini öğreteceğiz.” (Lenin – Devlet ve Devrim, 1918). “Her işçi devleti yönetebilir mi? Pratik adamlar bilir ki bu bir masaldır” (Lenin, 1921).
Bu eleştiriler çoğaltılabilir, eleştirilere tasnifler yapabiliriz. Ancak, Lenin’in Devlet ve Devrim’deki konumu oldukça açıktır. Bizim fikrimiz, buradaki devlet teorisinin sosyal bilimsel açıklayıcılık yönünün yetersiz olduğu yönündedir. Ancak, Lenin’e bir devlet teorisyeni gibi bakmanın haksızlık olduğunu söyleyebiliriz. O, büyük bir devrimciydi ve tüm benliği ile Çarlık devletini yıkarak, o mekanizmayı alt üst etmeye kendini adamış bir stratejist idi. Devlet teorisinin de, bu büyük amaca hizmet eden pragmatik bir ifade olması anlaşılır olsa gerek. Ancak, Rosa Lüksemburg’un eleştirileri ve yukarıda kısaca alıntıladığımız Poulantzas’ın demokratik bir toplumun teorik inşasını zorlaştıracak ifadelerini eleştirmesi makuldür, fakat bu yazının konusu değildir.
Marx’ta ise devlet kuramı olarak değerlendirilebilecek ifadeler daha ziyade Fransa üzerine yazdıkları eserlerde yoğunlaşmıştır. Devleti zaman zaman egemen sınıfın doğrudan baskı aracı olarak gördüğü ifadeleri bulunmakla beraber, kapitalist devletin özgünlüğüne ilişkin farklı sözleri de vardır:
“Devletin tam anlamıyla bağımsız göründüğü dönem, yalnızca II. Bonapart dönemi oldu. Devlet makinesi burjuva toplumunun karşısında gücünü pekiştirdi…” (18 Brumaire)
“Sömürü devletinin iki faaliyet alanı vardır: Bir yandan, bütün toplumların doğasından kaynaklanan ortak işleri yerine getirir; öte yandan, yönetimle halk kitleleri arasındaki karşıtlıktan kaynaklanan özgül işlevleri üstlenir.” (K. Marx-F.Engels Werke..)
“Felsefi anlayışa göre, devlet, ‘bir tasarımın gerçekleşmesi’ veya Tanrının felsefeye aktarılmış yeryüzündeki gölgesidir, ebedi doğruluğun ve adaletin gerçekleştiği ya da gerçekleşmesinin gerektiği bir alandır ve bu anlayıştan kalkılarak, devlet ve devletle ilgili her şeye bir ‘hurafeci saygınlık’ kazandırılır. Bütün topluma ortak işlerin ve çıkarların şimdiye dek olduğu gibi, ancak devlet ve onun makamları tarafından kotarılabileceğine inanmaya daha küçük yaştan alışıldığı ölçüde, bu anlayış daha da kolay kökleşir. Bu arada ırsi monarşiye sırt çevirip, demokratik cumhuriyet üzerine yemin etmekle, pek cüretli bir adımın atıldığı sanılır. Oysa, aslında, tıpkı monarşide olduğu gibi, demokratik cumhuriyette de devlet, bir sınıfın bir başka sınıf tarafından baskı altına alınması için öngörülmüş bir aygıttan başkaca bir şey değildir…” (Fransa’da İç Savaş)
Görülebileceği gibi, Marx’ta devlete ait çelişkili ifadeler üretilebilir. Devlet teorisi olarak benimsediğimiz yaklaşıma ait ifadeler özellikle Bonapartizm’i incelemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Marksizmin kurucularını bu anlamda yargılamak konusunda tereddütlü olduğumu ifade etmeliyim. Bunun pek çok sebebi var. Öncelikle devlet kavramının kökeni konusunda Engels’in (Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni) ürettiği fikirler çok önemlidir ve devletin sömürü, sınıf ilişkileri ile bağını ifade eder. Özellikle Marx’ın kişisel yazma ve üretme çilesi (Kugelman’a Mektuplar) bir yana, doğrudan örneğin araştırma nesnesi olarak devlet konusunda günümüz yazarları ile, hiçbirimiz ile eşit koşullara sahip değildi. Ancak eksiklikleriyle bize muazzam bir araştırma nesnesi bırakmıştır. Devlet konusunu derleyip toparlamak ve bilimsel bir kuramını üretmek sonraki düşünürlere düşmüştür. Marksist veya değil, bu konuda çalışmış bazı düşünürlerin fikirlerini inceleyeceğiz ve bir devlet kuramı önermeye çalışacağız.
1 F. Engels, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni
2 Marksizm içinde ve Marksiszmi referans alıp eleştirerek yapılan çok fazla çalışma vardır. Bu çalışmaların tasnifi bile önemli bir gövde oluştururdu. Bu metinde amacımız bu değildir. Marksizm içinde devlet teorilerinin özeti ve anlaşılır bir tasnifi için Bob Jessop’un Devlet Teorisi eseri incelenebilir.