Bob Jessop – Stratejik İlişkisel Yaklaşım:
Kendisinin ifade ettiği gibi Poulantzas’a çok şey borçlu olan devlet teorisini stratejik ilişkisel olarak ifade eder. Jessop’un Bhaskar’ın eleştirel realizminden feyz alarak ürettiği olumsal zorunluluk kavramı, Onun meta-teorisini anlamak, sunduğu devlet teorisini doğru kavramak için önemli olduğu için burada kısaca değinmeliyiz. Olumsallık (mantıksal bir kavram, teorik belirlenemezlik) ve zorunluluk (ontolojik bir kavram, gerçek dünyadaki belirleyiciliğe gönderme yapar) çelişik iki kavramdır. Bu kavram şu beş savı içerir:
“1. Fiili bir olay için gereken açıklamanın, olayın zorunlu kılınması için farklı nedensel zincirlerin nasıl etkileştiklerini göstermesi gerekir,
2. Fiili olay, farklı nedensel zincirlerin etkileşiminin üst-belirlenmiş sonucu olsa bile, bu etkileşimin neden meydana gelmek zorunda olduğunu ya da sonucunun neden zorunlu olduğunu açıklayan hiç bir teori yoktur (ya da geliştirilemez),
3. Gerçek bir olayın zorunluluğu herhangi teorik bir şemaya göre belirlenemez (olumsal) olduğundan, açıklaması da tarihsel temellere dayanmalıdır (ya da soy bilime-geneology),
4. Bu, açıklamaların, gerçek nedensel mekanizmalar ve eğilimlerde kaynaklarına gönderme yapmayan farklı olayların sadece kronolojik bir sıralaması olduğu anlamına gelmez,
5. ‘Olumsal olarak zorunlu’ ampirik bir olayın açıklamasının yeterliliği, olayın tanımladığı soyutlamanın düzeyine ve komplekslilik derecesine bağlıdır -olay daha az soyut ve daha kompleks ise daha kesindir ve nedensel mekanizmaların, başlangıç koşullarının ve benzerlerinin herhangi bir tanımlaması daha ayrıntılı olmalıdır.” (Jessop, DT, s.28)
Nedensel yasaların olay örüntüleri ile ilgili olmadığını, onların evrenselliğinin bu ontolojik ayrım ile mümkün olduğunu, sosyal incelemede eğilimler olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve tekrar eden düzenliliklerin de nedensel yasalardan farklı olduğunu hatırlatmamız gerekir. (Bhaskar)
Jessop klasik Marksizmin devlete yaklaşımında ayrı ayrı ifade edilebilecek altı yaklaşım belirliyor. Birincisi; devletin sivil toplumdan ayrılığı temelinde, sivil toplum üzerinde bir parazit olarak devlet fikrinden, sınıf hakimiyeti olarak devlet fikrine evrilen görüş. Sivil toplum devlet ayrılığı fikri korunmuştur (Marx). İkincisi; devlet, mülkiyet ilişkilerinin ve sınıf çatışmalarının bir yansımasıdır. Altyapı-üstyapıyı belirler. (Marx, özellikle Ekonomi Politiği Eleştirisine Katkı Önsöz). Üçüncüsü; devletin toplumda bir yapıştırma faktörü olarak ele alınması. Bu sınıf çatışmalarını uzlaştırmak, hafifletmek anlamındadır.1 (Engels, Poulantzas) Dördüncüsü; devletin sınıf tahakkümü aracı olduğunun kabulü. Jessop buradaki temel problemin “devleti bir araç olarak tarafsız görme eğilimi ve her sınıf ya da toplumsal güç tarafından aynı kolaylıkla ve aynı etkinlikle kullanılabileceğinin varsayılmasıdır” der. Beşincisi; Devletin bir kurumlar bileşimi olarak görülmesi. Jessop, bu yaklaşımın devleti işbölümünün sınıf sömürü evresinde gelişen, esasta tahakküm görevi gören kamusal güç olarak gördüğünü, Engels ve Lenin’de açıkça bulunduğunu ve ekonomik altyapıyı yansıtan (epifenomalizm -gölgeolguculuk-) ve araçsalcı yorumlara açık olduğunu ifade eder. Altıncısı; devleti “sınıf hakimiyetinde özgül etkileri olan bir politik hakimiyet sistemi olarak inceleme yaklaşımı. Araçsalcı yaklaşım ‘kimin yönettiği’ sorusuna odaklanırken, bu yaklaşım dikkati politik temsil ve devlet müdahalesi biçimlerine çekmektedir.” (Bob Jessop, DT, s.46) Jessop bu yaklaşımın diğer sayılanlardaki bazı sorunlara çözüm olmakla beraber somut bir kurumlar tahlili ile geliştirilmesi gerektiğini söyler. Jessop çalışmasında bu görevi üstlenir. Genel bir kapitalist devlet teorisi geliştirmenin imkanlarını sorgular; kapitalizm yalıtık bir varoluşa sahip değildir, dolayısıyla devletler birbirlerinden farklı olacaktır. Eşitsiz gelişme kuramını hatırlayalım: Her devletin ayrı bir araştırma nesnesi olduğu fikrini dile getirmiştik.
Jessop’a göre politika ve ekonomi karşılıklı olarak birbirini gerektirir ve birbirlerine kuramsal düzeyde bağlıdırlar: “Poulantzas, modern devletin tekelci sermayenin itaatkar bir aracından başka bir şey olmadığı görüşüne muhalif olarak, tüm araçsallık biçimlerinin reddedilmesinde ve devletin kompleks bir toplumsal ilişki olduğu fikrinde ısrar etmektedir.” (Bob Jessop, DT, s.47) ‘Kompleks toplumsal ilişki’ ifadesinin iki anlamı olduğunu söyler Jessop; devlet sınıfların dışında ve bir egemen sınıf aracı değil, sınıflar da devletten bağımsız ekonomik oluşumlar olarak görülmemeli. Diğeri ise sınıf mücadelesi devlet dışı ‘sivil toplum’ ile sınırlı değildir, devlet denilen aracın (enstruman) içinde ve yeniden üretilmektedir.
Jessop, ekonomi dışındaki sistemlerin biçim ve işlevlerinin ekonominin biçim ve işlevine zorunlu olarak bağlı olması fikri olarak ifade ettiği ekonomik indirgemeciliğe karşıdır. Marsizme bunu atfetmekle birlikte pozisyonunu, Marksizmin buna ihtiyacı olmadığını Marksist kalarak göstermek olarak ifade eder. Ekonomik nedenselliği, ekonomik indirgemeciliğe düşmeden kurmak gerektiğini ve bunun için bu belirlenimi iyi tanımlamak gerektiğini söyler. Jessop, ekonominin belirleyici olduğu altyapı anlayışına karşıdır. Bunun sorunlarını şöyle sıralar: Birincisi, ekonomik temelin (sözde olarak ekler) hukukta ve devlette hayati önem taşıyan ekonomi-dışı varoluş koşulları söz konusudur. İkincisi, ekonomik temelin teknik ekonomik temellerinin yanında politik ve ideolojik temelleri de söz konusudur. Üçüncüsü, üstyapı olgusunun yegane neden olarak iş görmesini sağlayacak bir özerkliği söz konusu değildir. Dördüncüsü, üçüncünün sonucu olarak, eğer ekonomik temel üstyapıda iş gören bir şey değilse, üstyapıdaki olgu bir varlığı buna bağlılık olarak görülemez. (Bob Jessop, DT, s.110)
Burada Jessop’un Marksist görüşten oldukça uzaklaştığı görünüyor. Yukarıda sayılan argümanların ilki bir varoluş sebebinden ziyade, bir diyalektik ilişkidir. Belirtilen ekonomi-dışı koşullar ekonomik olan ile aynı seviyede ele alınamaz. Keza ikinci itiraz için aynı şey söylenebilir. Altyapı-üstyapı ilişkisinde Marx ele alınan üretim tarzını doğrudan belirleyen olması yanında ekonomik olanla birlikte sosyal ilişkileri (üretim ilişkileri) ele alır. Diğer argümanlar da açıklayıcılıktan uzaktır. Sean Craven’in konuyu ele alışını tercih ediyoruz. “İkinci Enternasyonal’in ‘ortodox’ Marksistlerine göre, Marx’ın üretim tarzının toplumun gerçek temelini oluşturduğu iddiası, doğrudan bir teknolojik determinizm olarak görünür: Üretken güçler ekonomik ilişkileri belirler, onlar da bu sayede sosyal ilişkileri belirler. Buna karşın, hümanist ‘New Left’, Marx’ın savını basitçe ‘metafor’ veya ‘heuristic’ (sezgisel) ve açıklayıcı olmaktan ziyade yanıltıcı olarak yorumladı. Bu bakış açısına göre Marksizm, yapısal bir sosyoloji olarak değil, (Gramsci’nin ünlü ifadesindeki gibi) ‘pratiğin felsefesi’ olarak ele alınmalıydı.” (Creaven, Marxism and Realism: A materialistic Application of Realism in Social Science) Yapısalcı Marksistler, bu karşıt pozisyonlara cevaben -bilindiği gibi- Marksizmi korkunç ‘volanturist idealizm’ ve ‘ekonomik determinizm’ ikizlerinden yalıtılmış bir konumda değerlendirmeye giriştiler (Creaven). Bunu altyapı üstyapı metaforunu koruyarak ve meşhur son yargıda belirleme veya ekonominin sınırlı etkisi ifadeleriyle savundular.
Creaven da, Marksizmin bu meteforunun korunmasını savunurken bu halde onun ekonomik indirgemecilikle suçlanmasını doğru bulmuyor; ekonomik ve toplum arasındaki yapısal ilişkisinin ifadesi olarak okumak eğilimindedir. Buradaki dili (Marx’ın ifadesini) bir belirlemeden (determination) ziyade, ‘koşullama’ (conditioning), ‘köken olma’ (rootedness), ‘takabüliyet’ (correspondence) olarak okumak gereklidir der. Creaven, altyapı-üstyapı ayrımını bir metafor, ideal tip, veya ‘heuristic aygıt’ veya ekonomik indirgeme vesilesi olarak veya ‘son yargıda belirleyici’ olarak görmek istemez. Bunları kurtulunması gereken çıkmazlar olarak değerlendirir. Siyasal ideolojik üstyapı karşısında ekonomik sosyo-ekonomik temelin savunusunu şu argümanlarla yapar: “Birincisi, ekonomik olmayan toplumsal yapılar (ve bunları düzenleyen uygulamalar) için ‘varoluş koşulları’ üretmede üretim tarzının ‘temel’ rolü ve bu yapıların ve pratiklerin üzerinde belirleyici bir dizi maddi kısıtlama ve mümkün kılma konusunda ampirik olarak belirlenebilir yollarla ‘sınırlandırılmış’ oldukları için. İkincisi, ayrıcalıklı konumun merkezi belirleyicisi olarak üretim tarzının açıklayıcı önemi ve dolayısıyla siyasal bilinç ve etkileşenlerin davranışı. Ve son olarak, Siyasi ve hukuksal ilişkilerin içeriğini şekillendirmede üretim tarzının açıklayıcı önemi ve özellikle kararlı yeniden üretim için ‘işlevsel’ olan ya da ‘gerçek hayatın çelişkilerini’ ifade eden kültürel ve ideolojik biçimler.” (Creaven, age s.236)
Jessop, ekonominin belirleyiciliğinin yanıltıcılığını izah etmeye çalışıyor. Öncelikle, toplumun ekonimik yeniden üretiminin, toplumun askeri, ideolojik, hukuksal yeniden üretiminden kategorik önceliği olmadığını savunur. Burada doğrudan sorulabilecek ‘ama bunlar ekonomi olmadan nasıl olur?’ sorusunun sorulabileceğini fakat bunun tersinin de sorulabileceğini ifade eder. İkincisi, benzer mantıkla, ekonomik alanın yeniden üretilebilmesi için diğer sistemlerin desteğine ihtiyaç duyduğunu hatırlatır. Öte yandan bu savunun sistemlerin özerkliğini inkar anlamına geldiğinin de farkındadır. Burada sistemlerin özerkliğinin bir tam bağımsızlık anlamına gelmediğini hatırlatmalıyız.
Creaven’in kafası bu konuda daha açık ve Marksist açıklamayı rahatlıkla savunur durumdadır. Marx’ta ekonomik yapının temel olmasının ikili bir anlamı vardır; ‘diakronik’ ve ‘senkronik’ görünüş. Birincisi, insanlık tarihinde üretim tarzının üretim dışı yapılar ve faaliyetlerden önce geliyor olmasıdır. Bu ardılın öncülü için bir temeli ifade ettiği tamamıyla savunulabilir bir argümandır. Marx ilk tarihsel eylemin maddi üretim olduğunu söylerken bunu kastetmiştir. Senkronik görünüş ise, üretim biçiminin bazı üstyapıları imkansız kılması ile ilgilidir. “Feodal bir üretim tarzı, genel oy hakkı ve parlamenter demokrasi ile uyuşmaz. John Stuart Mill felsefesi ve Adam Smith ekonomisi bu koşullarda gelişemezdi, baskın edebi form olarak roman yaygınlaşamazdı, yapı ya Rembrant ya da Jackson Pollock2‘un aortaya çıkmasına uygun olacaktır.” (Rees, akt. Creaven). Buradaki yaklaşıma kati bir tarihselcilik karşıtlığı veya koşulsuz belirlenimciler itiraz edebilir, bu itirazlara teorik bir yanıt bu yazının konusu olmamakla beraber kapitalist üretim tarzının egemen olduğu koşullarda geri dönüşlerin ve başka üretim tarzlarının varlığının mümkün olduğunu, üstyapı kurumlarının kendiliğinden sınıflara ve fraksiyonlara politik ideolojiler bahşetmediğini hatırlatalım. Konunun gecekonduda ve saraydaki kendiliğinden düşünüş şekli mekanizmi ile ifade edilemeyip yapısal mekanizmalar ve ilişkisel bir olumsallıkla birlikte kavranmasının gerektiğini unutmayalım.
Ekonominin ‘belirleyiciliği’ ile devletten özerkliği çetrefilli bir konu. Burada toplum-devlet ayrımını (Paul Thomas) hatırlamak gerekli. Ayrıca Poulantzas’ın kapitalist devletin özgüllüğü sorunu doğru algılamımızı sağlayacaktır. Jessop da öyle yapıyor ve bu konuda çok parlak bir tasnif gerçekleştiriyor. (Bob Jessop, age, s.114-138) Jessop’un özerklik anlayışındaki pozisyonu, son kertede belirleme ve üst-belirleme teorileri de dahil tüm ekonominin belirleyiciliği teorilerine mesafe koymaktır. Ayrıca devlete göreli bir özerklik atfederek kurumlarının olumsal yapısını vurgular ve herbir devletin kendine ait stratejileri çerçevesinde incelenmesi gerektiğini ifade eder. Marksistlerin devlet ve hukukun ekonomiden özerkliği konusundaki yaklaşımlarını derlemesi, bu konudaki farklılıkları görmek adına oldukça faydalı. Girdi-çıktı yaklaşımı olarak ifade ettiği, ekonomik girdilerin sermayenin ihtiyacına karşılık gelen hukuki politik çıktıları olacağı yaklaşımı. Jessop’un buna itirazı, söz konusu girdilerin, söz konusu çıktılara dönüşmesinin bir kuralı olamayacağı, olsa bir özerklikten söz edilemeyeceği yönünde. Poulantzas’ın içsel-dışsal diyalektik algısı; içsel ilişkileri yansıtan yasal ilkeler (yapı) ve dışsal ilkeyi yansıtan dünya görüşü, olumsallık ve ilişkiler. Jessop’un buna itirazı da aynı şekilde, devlet kurumlarının özgül etkisinin sermaye birikimi ve sınıf hakimiyetinin ihtiyaçları ile örtüşeceğinin garantisi olamaz. Oysa, Poulatzas’ın bahsettiği özerklik te tam olarak bunu ifade ediyor. Eklemleme algısı; devlet ve hukukun özerkliğini belirlerken, ekonomiye etkiyen çıktıları garanti etmez ve bunları devlet stratejileri ve hegemonya arayışı gibi devlete eklemler. Kendi önerisine geçmeden Marksist özerklik algıları içinde en beğendiği, belirleyiciliği sadece olumsallığa atfettiği için bu yaklaşımdır. Zira, ‘indirgemeciliğe’ en uzak yaklaşımdır.
Jessop’un devlet teorisi olarak önerdiği ‘stratejik-teorik’ yaklaşımın, metefor düzeyinde kalsa da, temelinin Poulantzas ve Foucault’ta bulunduğunu ifade eder. Bununla birlikte Marksizm içinde -Jessop’un haklı olarak gördüğü- iki genel devlet teorisi yaklaşımındaki hataya karşılık arayarak üretilmiştir. Yukarıda da değinilen bunların ilki, ‘sermaye-teorik’ yaklaşımdır: Marx’ın Kapital tahlillerinden esinlenen bu yaklaşım, kapitalist devleti, sermayenin ihtiyaçlarına cevap veren araç olarak görür. ‘Sınıf-teorik’ yaklaşımlar, Manifesto’nun ‘şimdiye kadar varolan tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelesi tarihidir’ fikrini feyz alır. Devletin işlevi ve biçimi sınıf mücadelesinin ve değişken güç dengelerinin yansımasıdır ve devlet kapitalist olmaktan ziyade, kapitalist toplumda bir devlettir. Bu yaklaşım belli ki, sınıfın birliğini verili kabul ederler. (Bob Jessop, DT, s.111, 112) Oysa, devlet ne sermaye mantığına doğrudan bağımlıdır ne de sınıf güçlerinin basit bir aracıdır. (Poulantzas, Jessop) Devlet iktidarı aslında devlet etrafında ve içinde mücadele eden güçlerin iktidarıdır. Poulantzas’ın (yukarıda) etraflıca izah ettiği bir ilişkiler ve mücadele alanıdır. Jessop bu yaklaşımın benzerini Foucault’nun mikto-iktidarların devlet stratejisine yerleştirilmesinde bulur.
Jessop’un teorisine göre devlet, politik stratejilerin, zemini, kaynağı ve ürünü olarak ele alınabilecek toplumsal bir ilişkidir. Devlet sistemi bir strateji zeminidir, zira belirli güçlerin ekonomik veya politik stratejilerine açık bir alandır. Aynı zamanda, devlet bu stratejilerin geliştirildiği bir ortamdır da. Son olrak, devlet sisteminin yapısı, işleyişi ve etkileri (modus operandi), evvelki politik stratejilerce oluşturulmuştur. (Bob Jessop, DT) Nihayetinde, bu ne olduğu belirsiz güçler ve öznelere yüklenen aşırı anlam, küresel ölçekte hesaplayıcı bir akıl gereklidir sonucuna varıyor.
Tüm parlak açılımlarına rağmen sunduğu devlet teorisi oldukça sorunlu görünüyor. Çok rahatlıkla idealizm eleştirisi yapılabilecek bu görüşü Jessop, stratejilerin amaç ve fikirlere indirgenemeyeceğini söyleyerek, bu eleştiriyi savuşturmaya çalışıyor, stratejilerin yapısal belirlenimleri vardır diyor. Ancak, yapısal boyutlarını tamamen ihmal ettiği bir alanı, amaçları ‘yapılarla’ belirlenmiş öznelere kurduruyor. Bu ilişkisellikten çok özne iradesine teslim edilmiş bir idealizmdir. Bu ‘yapısal belirlenimlerin’ Jessop’un ifadelerinde boşlukta olmasının özrünü teorinin yeniliği ile yapıyor. Dediğimiz gibi öznelerin motivasyonlarını detaylandırmak sorunu çözmeyecek gibi görünüyor. Jessop, Poulantzas’ın başarıyla (sınıfa aşırı yoğunlaşarak) izah ettiği ilişkiler alanını soyutlamıyor, sadece onu görüyor. Başka örneklerde de gördüğümüz Poulantzas’ın çalışmasını dayanak alıyor ama geldiği nokta çok farklı. Poulantzas’ı eleştirdiği noktalar da adeta teorinin boşlukları oluyor. Yukarıda kısaca izah ettiğimiz ‘stratejik teorik’ yaklaşım, yapının güçlüklerini ortadan kaldırma adına, merkezsiz, şekilsiz, ne olduğu muğlak bir güçler mücadelesi alanı haline geliyor. Jessop’un ‘devletin tanımını yapmak imkansızdır’ ifadesi anlam burada anlam kazanıyor.
Devlet kavramını üretim tarzlarındaki geçişlilik ile ve kökenini bundan kaynaklanan eşitsizlikle birlikte ele almadıkça sağlıklı bir teori üretmek mümkün olmuyor. Bunu büyük eksiklik, hata ve farklı uç yaklaşımlara rağmen Marksistler yapmıştır. Benzeri bir sorunun Bourdieu’da da olduğuna değinmiştik. Bunun dışında, bahsedilen koşullar kabul edildikten sonra, devleti bir güçler mücadelesi, ilişkiler alanı olarak görmekte bir sakınca olmuyor. Belirli bir devleti anlamanın yolu bu genel devlet anlayışı yanında, kendi tarihi, coğrafi etkileri, uluslararası ilişkileri, ideolojik etkileri ile kendi içince incelemek gerekli.
Tüm bunların yanında, Jessop şu ifadesinde son derece haklıdır; “devlet iktidarı, sadece ilişkisel olarak değerlendirilebilir. Devlet iktidarı, devlet içinde ve devlet yoluyla hareket eden güçlerin iktidarıdır.” Burada dikkat edilmesi gereken nokta, devlet ile mücadele edebilmek için bunun farkında olunması gerekir, ancak devlet sadece bu güçlerin strateji alanı olarak algılanırsa bu Leninist kırılması gereken mekanizma (gerçek devrimci mücadele) gerçeğini saklayabilir.
1Jessop Engels’in devletin kökenine ilişkin sınıf uzlaşmazlıkları ile ortaya çıktığı fikrini bu çerçevede ele alıyor. Genel olarak Engels ve Poulantzas’a atfettiği bu yaklaşımı, ‘devletin yapıştırıcı faktör olarak doşasını açıklayamamak’la ve/veya devletin bu işlevi yerine getirmekte kullandığı araçları tanımlayamamakla suçlar. “Dolayısıyla, buna göre devlet, işlevsel özellikleri ile tanımlanmakta ve yapıştırma payı bulunan her kurumu içermektedir. Ancak, devletin sınıfsal doğasını bu şekilde açıklamak imkansızdır. Hatta bu yaklaşım, devrimci sonuçlara öncülük etmekten ziyade devletin taraffsız bir arabulucu gibi davrandığını e böylece çatışan sınıfları uzlaştırabileceğini söylemektir. İkinci olarak, yapıştırma mekanizması ve sınırları tanımlanmadıkça, devrimci krizlerin ortaya çıkışını ve bir evreden diğerine geçişleri anlamak güçleşecektir. Bu bağlamda bu yaklaşımın yetersizliği o kadar aşikardır ki, diğer bakış açıları ile tanımlanması ve desteklenmesi gerekmektedir.”(s.44) Burada Jessop’a çok hak veremiyorum. Engels’te değil ama Poulantzas’ta devletin işleviyle tanımladığı eleştiri yapılamaz. Kaldı ki, devletin işlevsel boyutu vardır. Çok karmaşık, her devletin kendi içinde değerlendirilebilecek ‘yapıştırrma’ mekanizmaları ayrı araştırma konuları olabilir. Ancak, bunun başka yaklaşımlarla desteklenen açıklamalardan biri olması itibarıyla bir devlet yaklaşımı olarak belirlenmesinde sorun yoktur.
220.yy ilk yarısında yaşayan Amerikalı soyut ressam.
Sonuç
Şu ana kadar klasik Marksizm, Bourdieu, Thomas, Jessop ve Poulantzas merkezinde kuramsal olarak devlete bakışı inceledik. Kısa bir toparlama yapacak olursak:
Devlet’i anlamak için devlet olarak ifade edebileceğimiz şeyin nasıl ortaya çıktığını, hangi koşulların buna izin verdiğini anlamalı akıldan çıkarmamalıyız. Bu ileriki devlet tanımlamaları için önemlidir. Bunun için klasik Marksizmin çalışmalarına dönmek gerekli.
Devletin uzlaşmaz sınıfların ve ekonomik alanın mekanizmalarından bağımsız düşünülemez ve bunun yanında bu alanlardan özerkliği algılanmadan yanıltıcı devlet fikirlerine düşmek kaçınılmaz olur.
Devlete ait Weber’ci güç tekeli olma olgusunun devletin en önemli özelliğidir denilebilir.
Devlet iktidarının sürdürülebilirliği, meşruluk üretimi, nasıl mümkün olduğunu anlamak için sembolik iktidar gibi yaklaşımlar önemlidir. Bireyin hakkını savunduğu, bir ulusun ortak çıkarlarının temsilcisi olduğu gibi yanılsamalar bilimsel devlet görüşü ile giderilebilir. Ancak belirttiğimiz gibi bunlar devletin zor temelli örgütlenmesine göre talidir.
Devlet sınıf ve fraksiyonların güç mücadelesi, ilişki alanıdır. Doğrudan bir sınıfın aygıtı, aracı değildir.
Poulantzas’ın devlet görüşlerinin hem Marksizm içinde hem de devlet sorunsalında çığır açıcıdır.
Devlet’e ait tüm yukarıda bahsedilen genel yaklaşımlar ile beraber spesifik bir devlet ancak kendi içinde anlaşılabilir. Kendi tarihi şekillenmişliği, bunların oluşturduğu kurucu ve buna eklemlenmiş devlet ideolojisi, sermaye birikimini üretme ve yeniden üretme biçimi, coğrafi politik pozisyonu, ulusal şekillenişi, azınlıklar ile ilişkileri, eşitsiz gelişmiş dünya sömürge ve sonra kapitalist sistem içinde konumlanışları, egemen kültürel iklim gibi çok çeşitli özellikler inceleme konusu olan evleti anlamak için etüd edilmelidir.
Devlet yukarıda belirttiğimiz gibi çok çeşitli güçlerin bir ilişki alanıdır, toplum ile ilişkileri bu alanda mücadele eden güçlerin çeşitliliği, tarihsel temellerinin çeşitliliği ‘devlet’i anlamak için farklı kavramları tartışmayı ve kavramayı gerektirir. Buraya kadar yazımızın ilk kısmını oluşturdu. Yazının ikinci bölümünde, yine çeşitli teorisyenlerin yolunu izleyerek, sivil toplum, ulus gibi kavramların devlet ile ilişkisini inceleyeceğiz. Ayrıca devletin bir mekanizma olarak nasıl mümkün olduğunu ve sürdüğünü kavramak üzere iktidar olgusu üzerinde duracağız.