arama

Peşimizden Gelen “Sağcılık”

Nevra AKDEMİR
Avrupa’nın herhangi bir yerinde sokakta karşılaştığınız veya alışveriş ettiğiniz biri, Türkiye’de politik atmosferin milliyetçi hezeyanlarına ve hızlıca dönüşen pozisyonlarına göre, size dünyanın tüm yüklerini atarcasına küfrederse şaşırmayın; memleket arkanızdan gelmiştir işte.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Nevra Akdemir Nevra Akdemir
  • 1 Star
    Loading...

Hakikatin ne olduğunu görmenin mümkün olmadığı, bir sürü gösterinin toz dumanı arasında yeni rejim denilen ucubenin çirkin silueti görünüyor ve arka fon müziği olmaksızın katlanmanın imkansız olacağı militarist-şovenist çığlıklar daha da yükselerek vicdana ulaşabilecek her sesi bertaraf ediyordu. Bir edebiyatçı olsaydım, bilgisayarımın ekranından ve telefonumdan takip ettiğim coğrafyayı, bulunmak zorunda kaldığım “huzurlu” noktadan böyle tanımlardım. İyi ki edebiyatçı değilim, zira bu cümleyle başlayan bir edebi eseri muhtemelen okumam. Ancak yıllarca akademik söz üretiminde emek etmiş bir sosyal bilimci olarak, “bulunmak zorunda olduğumuz huzurlu nokta” üzerine birkaç kelamım var.

“Türkün gücünü göstermek” için Türkçeyi unutmuş olsa da kaba kuvvetle ve bazen çok daha şiddetli biçimlerde milliyetçi refleks gösterebilir.

Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada olan biten, buradan çıkıp dünyanın her yerine dağılmış pek çok insanı sadece duygusal olarak değil aynı zamanda fiziken de takip ediyor. Örneğin iltica hakları ve mültecilerin statüleri, sadece mültecilerin yaşadıklarına bağlı olarak değil, iki ülkenin puslu oyun sahasındaki pozisyonlarına göre ediniliyor. Sadece yasal süreçlerin de dışına çıkıyor bu oyun. Politik duruşunuzdan ve çok da etkili olmayan sözlerinizden ötürü sürgün edildiğiniz halde, peşinizi bırakmayan memleket sadece bir duygu hali değil gerçek. Avrupa’nın herhangi bir yerinde sokakta karşılaştığınız veya alışveriş ettiğiniz biri, Türkiye’de politik atmosferin milliyetçi hezeyanlarına ve hızlıca dönüşen pozisyonlarına göre, size dünyanın tüm yüklerini atarcasına küfrederse şaşırmayın; memleket arkanızdan gelmiştir işte. Zira aşırı siyasallaşmış göçmen bu birey, Erdoğan ile empati kurarak, Erdoğan’ın işaret ettiği vatan hainlerini karşısında gördüğünde “görevini” yapacaktır sadece. Bu aşırı siyasallaşmış birey, “Türkün gücünü göstermek” için Türkçeyi unutmuş olsa da kaba kuvvetle ve bazen çok daha şiddetli (örneğin eylemin içine araçla dalmak gibi) biçimlerde milliyetçi refleks gösterebilir. Üstelik bu durum, diyaspora içi bir mesele olarak insan hakları parantezine alınabilir içinde bulunulan kamuoyu tarafından, azımsanarak. Bu kişiler, var olmak ve kabul görmek için her göçmen grup kadar mücadele vermiş hatta çevrelerinde bulundukları ülkenin sol-muhalif gruplarıyla işbirliği yapmış olabilir. Belki de varlıkları için “rasyonel seçimler” yaparak bulundukları ülkenin sol-yeşil ve antikapitalist partilerine oy vermiş olabilirler.

Camilerde ve benzeri derneklerde asimile olma korkusundan başka TV kanalı açılmaz, haberler sadece Türkçe alınır ve kendi rızasıyla dezenformasyona teslim olunur.

Şaşırtıcı şekilde kiraların yükselmesine karşı veya okullarda “domuz yemenin” dayatılmasına karşı beraber mücadele etmişlerdir bulundukları ülkenin solcularıyla veya insan hakları savunucularıyla. Okula kız çocuklarının başörtülü gitmesinin ifade ve inanç özgürlüğü olduğunu bile savunmuş olabilirler. Ancak, siz Türkçe konuşan biri olarak şort giydiğinizde, siz inanmama özgürlüğünüzden bahsettiğinizde, bu özgürlüklerin “medeni dünyanın ortasında” bile sizler için geçerli olmadığını görüverirsiniz. Bir anda tüm gözler size doğru devrilecektir ve tehdit edileceksinizdir. Dahası kapalı ilişkiler içinde kalacaktır hane içi şiddet; kız çocuklarına sorulmayacaktır, nasıl giyinmek veya inanmak istedikleri. Çok küçük yaşta evlendirilecektir çocuklar ki başka bir hayat tarzı tanımasınlar. Aynı zamanda her yeni gelen akrabası ve hemşerisinin yolu, onların dükkanlarından geçecektir, yasal çalışma izni alana kadar geceli gündüzlü çalışacaklardır kayıt dışı sömürü mekanizmalarında. Bir minnet borcu yaratmakta çok ustalaşmış, biat karşılığı koruyucu göçmen ağlara kabul eden bir topluluk olarak karşımıza çıkar memleketimizin peşimizi bırakmayan sağcılığı, sağcılara özgü bile değildir hatta. Camilerde ve benzeri derneklerde asimile olma korkusundan başka TV kanalı açılmaz, haberler sadece Türkçe alınır ve kendi rızasıyla dezenformasyona teslim olunur. Aşırı siyasallaşmanın konturları, bu çok boyutlu bilgilenmeme ile garantilenmiş olur. Bir gün göçmenlere yönelik bir faşist saldırı olduğunda yan yana yürümek zorunda kalacağınız sağcıdır onlar. Asla var olmak için dayanıştıklarından bir şey öğrenmeyen; benim gibilerin “Sultanahmet meydanında sallandırılması gerektiğini” savunan, benim seçtiğim siyasal partiye ve temsilcilerime terörist gözüyle bakanlardır. Ancak, bu yine de ortak kategorizasyonlara dahil edilmemenizin önünde bir fikir olarak bulunmaz. Zira yaşamak zorunda kaldığınız ülkenin Avrupalı bakışı, sizi bir coğrafyayla kodlamıştır. Ötesi onlar için, onları ilgilendirmeyen ayrıntıdır, bu fikir hukuk dışılığın istisnaları için bir gerekçe bile olabilir.

Nereye gidersek gidelim, memleketimizin sağcılığı ile beraber dünyada yükselen sağcılığa karşı mücadele etmemizin yollarını daha da ayrıntılı düşünmemiz gerekiyor belli ki, nefes alabilmek için