Bir şiirinde “Tez oldu/Ama toz olmadı günlerim”* der Müştak Erenus. Şairi 2002 yılı 5 Kasım’ında 87 yaşında kaybettik. Ölüm, hayata karşı bir meydan okuma olduğundan olsa gerek “Her ölüm erken ölümdür”(C.Süreyya) demeden geçilmez! Çünkü ölüm kendisiyle birlikte bir insanın ideallerini, umutlarını, daha daha yapmak istediklerini de bizden çekip koparır. Müştak Erenus gittiğinde bizlere yüzlerce şiir bıraktı ve biz asıl olarak yazdıklarından duyduğumuz coşku kadar yazmadıkları için de kederlendik. Umduğumuz kadar umut ediyoruz ki, onun bıraktığı boşluğun dolması da tez olsun.
Kocaman bir yürek taşıdım getirdim/Bütün umacılardan korkusuz Müştak Erenus’un son yolculuğuna uğurlanmadan önce cenazesi Küçükarmutlu’daki cemevine konulmuştu. Bu durağın şairin bir vasiyeti olduğu söylendi. Teslimiyetin, ikiyüzlülük ve çürümenin kol gezdiği bir dünyada direnişin önemli alanlarından biri olan Küçükarmutlu ve bu semtin emekçilerinin arasından uğurlanmak onun özel bir tercihi olsa gerekti. Küçükarmutlu halkı yakından tanış olduğu şairi, toprağına yoluculuk için sarıp sarmalayarak devrimci anısına olan yakınlıklarıyla saygılarını sundular. Önce biri/Sonra öteki/Arınmış gözleriyle göğe baktılar/Andolsun geç değil
Şiir de Mücadele Gibi Uzun Solukludur
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1940 yılında bitiren Müştak Erenus’un ilk şiirleri de ayı yıl itibarıyla Yurt ve Yeni Türk dergilerinde görülmeye başladı. 1948’de ise Vedat Günyol yönetiminde çıkan Yücel dergisinde yine şiirleriyle yer aldı. Yıllarca da hep Yücel dergisinde şiirlerinin yer alması nedeniyle “Yücel Şairi” diye nitelendirildi. “Bir gök var üstümüzde/Yıldızlar bir ipte dizi/Bizi Gözetleyen varsa yukarıdan/Neyimiz var ki gizli/İşte insanlar sokaklarda/Kimimiz aç, kimimiz dertli/Gülenlerimiz varsa meydanlarda/Deli” (Yücel, Şubat 1950, Sayı 2) Çoğunlukla Yücel olmakla birlikte devam eden yıllarda Yeditepe, Kaynak, Şadırvan, Ufuklar dergilerinde de o süreçte şiirleri yayımlanır.
1950’li yıllar cumhuriyetin kazanımlarının baskı altına alındığı DP’nin gericilik yıllarıdır. “Küçük Amerika” yaratma gibi cüce bir hayal etrafında, okuyup, yazanlar; yani bu ülkeyi ileri taşımak isteyen eğitimciler, sanatçılar üzerinde ileri düzeyde bir baskı da hakimdi. O nedenle söz ve sanat alanı da kendini kamufle etme yöntemini kullanıyordu. Şiirde, insanın içe dönük halleri ve örtük imgelere yer verilmesi genel olarak çoğalmıştı. Ancak ‘60’lı yılların güçlü toplumcu muhalefet çıkışı şiirde de kendini gösterdi. Müştak Erenus’un insana, insan sevgisine dair şiirleri de bu dönem itibarıyla kendine yeni bir yüz daha edindi; iyi ve güzel olanı umut etmek, emeğin hakkına erişmek onun şiirlerinde kendine önemli yer edindi. “Gergefte kırmızı gül gibiyiz/Umutlu ve keyifli/Onurluyuz bu kavgamızla/Öyle bir güçleniyoruz ki/Kime ne zaman nerede demeden/İşte buradayız”
“Benki o güzel çocuk günlerimin Müştağı/Vazgeçemen makinist Hüseyinin oğlundan/El salladığım güzelim Mustafa Kemalin treni” Makinist emekçi bir babanın oğlu olan şair ‘60’lı ve ’70’li yılların kavga ortamında devrimci inancıyla sadece bir taraf değil aynı zamanda mücadele içinde yer alan bir avukattır da. En yakın mücadele arkadaşı ise soprano, gitarist, tiyatro yazarı Bilgesu Erenus’tur. Birbirlerine olan sevgi ve saygılarının temelini gelecek güzel günlere olan ortak inançları oluşturur. “Bi tanem/Nefessiz bir yürek taşıyoruz günlerde hasılı/Öksüz gönlüm/Gökyüzünde/İpsiz asılı”
Emekçilerin, aydınların üstüne çöreklenen o karanlık günlerden birinin başlangıcı 12 Eylül 1980 tarihinde geri gelmiştir. “Yurdum benim/Taşım toprağım/Göğüm ağacım/Çiçekli dikine dikine yamacım/Gelir gelir de/ Kötü bir güne dayanır” Her gelen bir önceki yükün üstüne kendi ağırlığını koyar. 12 Eylül’de öyleydi. Baskı, şiddet ve hak gaspında 12 Mart cuntasını aşmıştı. Daha sistemli ve güçlü bir baskı mekanizmasına sahipti. Toplum sus-pus oldu. Aydınların önemli bir kısmı korkup sessizliği yeğlerken bir kısmı da öncesinde olduğu gibi o gün de boyun eğip yönünü çevirmedi. Müştak Erenus-Bilgesu Erenus ikilisi de bu onuru taşıyanlardandı. Öyle ya yasakların işlemediği tek şey insanın düşüncesi, yüreği ve ona rehberlik eden kalemiydi. Direnme gücü bu minvalde var oldu.
12 Eylül düzeni kurumlarından YÖK’e karşı bir grup üniversite öğrencisi 1986 yılı kasım ayında sokağa inip YÖK’ün kaldırılması için açlık grevine başladı. Öğrenciler bir basın toplantısıyla aydınları ve kamuoyunu desteğe de davet ediyorlardı. Öğrencilere parti, dernek, oda gibi kuruluşlar kapısını açmaktan çekinmişti. Öğrenciler açlık grevinin ilk gecesini dışarıda ayaz altında geçirdiler. Ertesi günün akşamı Bilgesu Erenus-Müştak Erenus çifti öğrencilere kapısını açtı. “Göğün bu yamalı ucunda/Sözcükler anlatmıyorsa eğer/Bir su daha yıkayıp karanlıkları/Asmak gerekir aydınlığa” Müştak ve Bilgesu Erenus’un evlerini öğrencilere açması kamuoyunun eylemcilere karşı yaklaşımını da olumlu düzeyde etkiledi. Öğrencilere destek ziyaretleri iyice arttı. Böyle bir adımdan sonra da Müştak Erenus ve elbette ki sevgili eşi ve yoldaşı Bilgesu Erenus, 12 Eylül’ün yarattığı tahribatı onarmak için girişilen mücadelelerin hep yakınında bir yerde yer almaya devam etti. Bu arada Müştak Erenus’un şiirleri ‘80’li yıllar ve sonrasında Sanat Emeği, Yazko Edebiyat, Broy, Toplumsal Kurtuluş ve İnsancıl dergilerinde de görülüyordu.
Müştak Erenus, 17 yıl önce sonbahar renklerinin arasından geçerek Boğaz’ın bir yamacındaki toprağıyla buluştu. “Topunuzu ihbar edeceğim/Ne hale getirdiniz şu dünyayı be!” dercesine bize bakıyor.
Yapıtları: Şiirler(1965), Ölmeye Vakit Yok(1976), Duyuru(1979), Çağırın Gidenleri(1987), Sermaye Destanı(1989), Kalk Geleceğe Oturdun; Anı(1991), Önce Umut Vardı(1995), Taşlı Yazı; Toplu Şiirler(1995), Bu Günler; Toplu Şiirler(2000).
(*)Yazı içerisindeki bütün dizeler Müştak Erenus’un şiirlerinden alınmıştır.