Eleştirel Realist Diyalektik ile Hegel Diyalektiği Karşılaştırması: Bhaskar ve Norrie
Bhaskar, DPF (Dialectic: A Pulse of Freedom) adlı eserine, diyalektik olarak geliştirilen eleştirel realizmin, farklı bağlamlarda Hegel ve Hegel’den ilham almış diyalektik ile bir karşılaşma alanı olduğunu ifade ederek başlar. Bu bağlamlar, insanlığı kuşatan çok yönlü krizler, toplumsal ve doğal bilimler, Marksizm ve sosyalizmdir.
Burada Diyalektik Eleştirel Realizmin bir açıklamasını yapmayı amaçlamıyorum; eleştirel realist diyalektiğin Hegel’in diyalektiğinden farkını açıklamayı amaçlıyorum. DPF, Bhaskar’ın magnum opusu değildir, onun bir magnum opusu yoktur. Onun çalışması yedi aşamalı her çalışması ayrı ayrı bu katları kuran ve birbirini destekleyecek şekilde oluşturan büyük bir çalışmadır. İlk dört kat Diyalektik eleştirel realizm kurulurken sonrasında metaGerçeklik felsefesi adım adım kurulur. Ancak DPF’ye rahatlıkla, felsefenin Platon’a hatta öncesine kadar uzanan kadim tarihinin konusu olan diyalektiğin magnum opusu diyebiliriz. Hazmedilmesi ve kavranması oldukça güç olan bu eser, burada açıklamaya çalışacağım fikirlerin temeli olsa da, esasen Bhaskar ile birlikte Diyalektik Eleştirel Realizmin öncüleri arasında sayacabileceğim Alan Norrie’nin Dialectic and Difference: Dialectical critical realism and the grounds of justice adlı eseri temel kaynağımdır. Burada bu eserdeki fikirlerin bir açıklamasını yaparken başka kaynak ve tartışmalara da değineceğim.
Hegel, Plato’yu diyalektiğin kaşifi olarak belirtir ve Bhaskar buna onay verir. Antik Yunan’ın tartışma sanatının zirvesi olan Sokratik diyaloglar diyalektiğin kaynağı olarak not edilir. Bhaskar Yunan felsefesinde iki eğilime işaret eder; Biri Elea Okulu ile ilişkili Parmenides’in de dahil olduğu, düşüncenin rolünün vurgulanmasıdır. Diğeri, erken İyonya Okulunun süreç ve değişime daha fazla önem vermesi. Aklın süreçsel hareketi, Plato ile özellikle ondaki Biçimler şeklinde diyalektiğin daha ileri bir seviyeye gelmiş olmasından söz edilebilir. Böyle bir gerçeklikten dünya fenomenlerindeki görünüşe doğru inen bir hareketi içerir. Hegel’in söylediği gibi Plato zorlu kavramların sonluluğunu göstermek için diyalektik yöntemi geliştirirken, Heraclitus ile başlayan akma kavramı da fikirde içerilmekteydi. Akış içinde fenomenler ve ideal Biçimler ilişkisine akıl yoluyla ulaşma. Bhaskar, kıyaslamalı akıl yürütmenin öncüsü olan Aristo ile diyalektik düşüncenin Antik Yunan’da inişe geçtiğini ifade eder. Tüm bu temellerin içerimlerini modern felsefede görmekteyiz. Elea ve İyonya okullarının birlikte değerlendirilmesi, Hegel’de Elea okulunun akıl olarak diyalektik fikri ve İyonya okulunun süreç olarak diyalektik fikri, kendini oluşturan, farklılaştıran ve ayrıntılandıran rasyonel süreç olarak diyalektik şeklinde birleşir, ancak Hegel’in gerçekliği spekülatif şekilde mutlak Tin olarak gördüğü idealizm prensipleriyle (Bhaskar, 2015).
Kant’a gelince, Aristo’nun bilgi için elverişsizlikler içeren diyalektik kavrayışı yanısıra, analitik diyalektik karşıtlığını da devralır. Kant’a göre diyalektik çelişkinin durumunu temsil eder, deneyim ve akıl uyuşmadığında yönünü şaşırmış aklın patalojisini yansıtır. Deneyim anlaşılabilir olmalıydı, kategoriler bu anlamda öznelliğin önemine vurgu yapıyordu, aşkın öznelliği işe koştu. Bhaskar bunu varlık için empirisist ölçüt ile bilgiye rasyonalist talep olarak ifade etti. Ancak sonuç sorunluydu; bilginin gerçek ontolojik nesnesi, Kant’ın ifadesiyle kendinde şey, bilinemez kaldı. Aşkın idealizm ve empirik realizmin bir sorunlu bir uzlaşması. Kant’a göre bu aydınlanmaydı der Bhaskar; bir bölünmeler serisi ve sistematik olarak yarılmış bir dünyaya girişti, bilgi ve düşünce, bilgi ve inanç, fenomen ve numen, aşkın ve empirik, teori ve akıl (pratik), görev ve eğilim. Bu Kant’ta yarılma olarak ifade edilen durumdur. Hegel bu yarılmaları modern toplumun doğal sonuçlarının Kant felsefesindeki izdüşümü olduğunu ve diyalektiğin eksik anlaşılmasından kaynaklandığını ifade eder. Hegel, akıl ve zihnin Antik Yunan’daki gibi gerçekliğe üstünlüğü ve modern toplumun doğasının ve çelişkilerinin nesnel dünyada öznel özgürlük sorunlarıyla bağlantılı olduğu fikrini birleştirdi. Bu Bhaskar’ın dediği gibi aklın süreci olarak diyalektiğin Hegel’deki kuruluşu idi.
Bhaskar’a göre Hegel’de diyalektiğin iki eğilimi vardır; geniş anlamda aklın mantıksal bir süreci ve dar olan ikinci anlamda, bu sürecin fiili mekaniği, yöntem, pratik. Norrie, Hegel’in rasyonel çözümünün Kant felsefesine yaklaştırılışı ile Antik Yunan felsefesinin attığı ikinci düğüm olan süreç olarak akla kapıyı açtığını söyler. Düşünce, aklın yükselen ve alçalan hareket yolları uyarınca iki yön izler, rasyonel ve evrenselden özele ve tersi; biçimler ve Tanrı gibi yüksek gerçekliklere varma ve fenomenal dünyada tezahürleri. Kabaca Hegel diyalektiğini oluşturan bu süreç ve rasyonel ögelerdir. Bhaskar bu anlamda Hegel’e ilişkin üç tema belirler; tinsel monizm (manevi tekçilik), gerçekleşmiş idealizm ve içkin erekselcilik. Hegel modernite ile uyumlu bir bütünlük arıyordu, içkin, ideal bir bütünlük. Farklılık içinde bir birliktelik olacak bir tekçilik. Gerçekleşmiş idealizm, böyle bir birliği sağlamanın yolu diyalektiğin yükseliş evresinde tam ve tutarlı bir idealizmin gelişimi yoluyla söz konusudur: “Böyle bir idealizm, sonsuz içinde sonluyu birleştirerek, düalistik veya rasyonel olmayan kalıntı bırakmadan, ve nihayetinde tarihin ilerlemeci görüşünü savunan, varlığın özdeşliğinin düşünce içinde düşüncenin ilkel Parmenidesçi kabulünü kavrar ve savunur” (Bhaskar, 1993). İçkin ereksellik, diyalektiğin iniş aşamasına karşılık gelir. Burada gerçeklik zihnin spekülatif anlaşılması şeklinde ortaya çıkar, tin burada felsefi bilinçlilik halidir. Diyalektik dar anlamıyla, spekülatif aklın marifetiyle özdeşlik, olumsuz eleştiri ve bütünlük unsurlarını içeren bir hareket olarak anlaşılır.
Hegel diyalektiğinde çok önemli kavramlar; özdeşlik, olumsuzluk, bütünlük;
Hegel Mantık’ta[1] Özdeşliğin kurulmasıyla ilgili olan Anlayış (Understanding), onu izleyerek olumsuzluk olarak eleştirel akıl (Diyalektik) ve buradan spekülatif olumlu akla (Reason), rasyonel Bütünlüğe doğru üç uğrak belirler. Bunu Anlamayı kavrama olarak çevirerek (K), Diyalektik (D) ve Akıl (A) diye ifade ederek K-D-A[2] hareketi olarak ifade edelim. Diyalektik hem bu sürecin genel ifadesi hem de orta uğrağıdır. Uğrak olarak diyalektik aklın olumsuz eleştirisidir, belirli olumsuzlamadır. Hegel bunu mantığın üç yönü olarak ifade eder; a) Soyut yön Anlama, b) Diyalektik, olumsuz aklın yönü, c) Spekülatif ya da olumlu aklın yönü. Yani iki diyalektik ifadesi söz konusu. Geniş anlamda diyalektik hem olumsuz eleştiriyi hem de olumlu (ya da olumlayıcı) aklı içerir. Dar anlamda diyalektik ikinci uğrak olurken, geniş anlamda diyalektik bu süreç olur. Bhaskar’ın deyişiyle Hegel diyalektiği Anlamadan olumsuz diyalektik eleştiriye ve oradan olumlu, spekülatif akla bir üçlü harekettir. Anlama uğrağı, “sınırlı soyut” varlıkların bir dizisini kurmayı, “kendi kendine var olmayı ve bir varoluşa sahip olmayı”, “karakterlerin sabitlenmesi ve birbirinden farklılıklarını” düşünmeyi içerir. Hegel’in ifadeleriyle, bilgi, “kendi yalıtılmışlığı içinde her klişeleşme” ile “özgül farklılıklarında varolan nesnelerin kavranması ile başlar”. Önemli olan, “ölçütün özdeşlik olduğu yerde, analitik kapasitesi içinde davranması, kendisinin her özelliğinin basit bir referansıdır” ve onun asıl gereksinimi “her düşüncenin bütün kesinliği ile kavranması ve hiçbir şeyin belirsiz ve anlaşılmadan kalmasına izin verilmemesidir” (Hegel). Bu bir şeyin kendisi olduğu ve başka bir şey olmadığı özdeşliğin alanıdır. Düşüncenin amacı, şeylerin kesin hatlarının belirlenmesidir; Anlama (Kavrayış) öznel tanımanın ve nesnel özdeşliğin alanıdır (Norrie). Bhaskar buna özne/nesne özdeşliği düşüncesi alanı der. Anlamanın bu ayırt edici alanına karşıt ikinci uğrak, Diyalektik eleştiri aşamasıdır. Burada “sonlu nitelikler veya formüller onların yerlerini alır ve karşıtların yerine geçer” (Hegel). “Bu anlamda diyalektik şeylerin tek bir tanıma bağlanamayacak, şeylerin özünde olan bir eğilimdir, ama fark ve sonunda sınırlılıktan veya kendi altını oyan özdeşlikleri ile karşıt görünüşlerini içermek üzere” (Norrie). Nesnede sonluluk ve değişim, düşünce ile aynı yere yönelir. Kavrayışlarımız çelişkileri ve sınırları ile yüzleşir. Hareket üçüncü aşamaya ulaşır, “karşıtlıkların içinde önermelerin (kavramların) birliğini kavrayan” akıl ve “onların dönüşümlerinde olumlayıcı olanı açığa çıkaran” (Hegel) akıl. Akıl, olumsuzladığı düşünceyi geniş bir bakışa zorlayarak çelişkiyi giderir. Anlamanın konumu özdeşliktir, özdeşlik olumsuzlanır, ne çelişki ne de olumsuzlamayı içeren kavram iptal edilmez ama aşılır. Aklın ileri bir süreci olarak belirlenen şey olumsuzlananın olumsuzlamasıdır. Özdeşlik nihayetinde olumsuzluk ve bütünlüğe yol açar. “Bhaskar genel olarak Hegel’i diyalektik gelenek bağlamında ele alırken, özel anlamda özdeşliğin olumsuz eleştirinin dinamosu olduğu üç parçalı sürecin mantığı olarak rasyonel bütünlük içinde sorunsalların çözülmesi (girişimi b.n.) olarak değerlendirdi” (Norrie). Tikelden evrensele ve evrenselden tikele bir yükselip alçalma.
Bir eleştiri yolu olarak kırınım;
Diyalektik Eleştirel Realizm, Hegelci diyalektiğin idealizminin sorunlarını ortaya çıkarmalıdır. Materyalist doğal nedenselliğin nasıl düşünülmesi gerektiğini, diyalektikte ne ifade ettiğini, Hegel’in kavramlarındaki sorunları ve çözümlerini açıklamalıdır. Bunun için kırınım kritik bir kavram olarak öne sürülür, Diyalektik Eleştirel Realizmde fazlaca yer tutan bir terimdir. Işık demetinin prizmada bölünmesi şeklinde ortaya çıkan fizik kuralı ile alegori yapılmaktadır; materyalist bakış, çelişkileri ve ilişkilerini kıran bir prizmaya benzetilir.
Eleştirel realizm, Hegel’in başka düşüncelere yaptığı olumsuz diyalektik eleştiriyi ona yapar. Her olumsuzun sınırı, anlamanın daha yüksek bir formuna doğru, kendinden farklı olarak açığa çıkarılan bir nokta ise, diyalektiğin materyalist kırınımı böyle daha yüksek bir biçimdir. Bhaskar’a göre bu işlem aslında Hegel’in diyalektiğinin bir bakıma diyalektik olmayan olduğunu, sınırlı ve tamamlanmamış olduğunu göstermek ister.
Hegel felsefesine idealleştirilmiş bir gerçekliğin inşası olarak gerçekleştirilmiş idealizm demiştik. Bu felsefe, kendini bir düşünce biçimi olarak sürdürme, öte yandan dünyayı düşüncede yansıtma yeteneği açısından sorun taşır. Bu felsefe basit bu çizgi üzerine kurulmuştu. Bhaskar’a göre Hegel bu iki anlamda, hem kendini düşünce süreci olarak hakiki kılmak, hem de dünyayı düşüncede gerçekleştirme konusunda başarısız olmuştur.
Hegel’in düşüncesi bir önermenin veya oluş halinin olumsuzlanması, koruyarak aşmayı (Aufhebung) içerir. Bhaskar, burada korunmayan şeyin olumsuzluk olduğunu söyler, sistemi başka bir yöne götürmesi varsayılan şey, olumsuzuk korunmaz. Yani ulaşılan bütünlük bir kapanma halidir, sona erer: Rasyonel toplumsal tarih olarak gerçekleştirilmiş bir idealizm. Bahsettiğimiz süreç içinde olumsuzluk, bütünlük içinde olumluya dönüşür. Süreç hatayı hata olmaktan çıkarır, hakikatin bir yönü olarak hata korunur, hata içinde gizlenen bir hakikat güvenceye alınır. Aufhebung hatayı koruyor denilebilir, sonuçta hata ya giderilir ya giderilmez (Norrie), ki bu giderilmediği durumda ileri bir seviye söz konusu olmaz. Hata olumsuzlanırsa, korunmamış olur. Olumsuzluk, nihayetinde olumsuzlama(lar)nın ortaya çıkardığı eksiksiz bir bütüne dönüşür. Bhaskar’ın olumsuzluğu, verili zaman-mekansal nedenselliğin değiştirici ve itici gücü olarak Olmayışı (Absence) vurgularken, Hegel’de üçlü hareketteki D’nin varlığını rasyonalize eden varlık ve oluş arasındaki hiçliktir.
Hegel’in felsefi idealizmi, sorunları daima teoride çözer, eleştirdiği pratik ve dünyevi nesneler daima yerli yerinde kalır. Dünyadaki gerçek çelişkiler, Hegel felsefesindeki çözülmemiş çelişkiler olarak kalır. Sonuç, rasyonel çözüm yerine gerçeklikteki çelişkili halin kalmasıdır. Böylece Kant benzeri yarık yeniden ortaya çıkar ya da korunmuş olur. Çünkü Hegel gerçek dünyaya ait sorunları düşüncede çözmektedir. Kant’ın düalizmleri tekrarlanır. Felsefe ve gerçeklik arasında bir boşluk vardır ve felsefesi (düşüncede) çelişkiye indirgenir, çelişkili bir dünyada kendini doğrulayamaz, sonuçta evrensel çöker. Bu sorunu Hegel, düşünceye sadık kalarak aşmaya çalışır ama önemli olan dünyaya sadık kalmaktır. “Hegelci diyalektiğin gizemi tam da kavramın gerçeklik sayılmasında yatmaktadır” (Vandenberghe). Bu eleştiri, yani kavramların gerçeklik sanılması, eleştirel realizmde epistemik yanılgı denilen şeydir, pek çok düşünür -zaman zaman yerli yersiz- başka düşünürleri bu şekilde eleştirir, ancak Hegel için karşılığını bulan bir eleştiridir. Bir yandan da, Hegel böyle bir arayış içinde midir? diye sormak gerekir. Zira Hegel gerçekliği zihninde kapatarak tarihi sonlandıran bir Tanrı konumundadır adeta. Ama düşünceye sadık kalmak adına dünyaya sadık kalmayan (bir Tanrı).
Eleştirel realistler için diyalektiğin dünyaya sadık kalması temel önemdedir. Gerçekleştirilmiş idealizm, idealleştirilmiş gerçekliği gerektirir ve bu da bir sadakat gerektirir. Bhaskar, Hegel diyalektiğinin fiili olan rasyoneldir formülünden dolayı yarı fiili (demi-actual) kategorisini gerektirdiğini iddia eder. Şeylerin rasyonel olarak benimsenmesi veya çalışmaya değecek nesnelerin Hegel felsefesi içinde olup olmayacağı bir sorunsaldır, “çünkü ya yeterince ilgi duyulmaz ya da Hegel’in vermek istediği rasyonelleştirici anlatıya uymaz” (Norrie).
Hegel bir bütünün gerekliliği ve tamamlanması konusunda ısrarcıdır, tamamlanınca kapatılacaktır. Kapatılmamış bir bütünlük Hegel’e göre felakettir, zira burada biri diğerine dönüşür, sonra bir diğerine ve bu sonsuza kadar sürer. Buna karşılık iyi bütünlük bu tekrara kapatılarak senaryoyu sonlandırır. Açık bir bütünlük ilerlemeyle sürmek zorunda değildir, Bhaskar, zorunlu olmasa da sonsuz bir gerileme de olabileceğini savunur. Oysa Hegel diyalektiği ilerlemecidir. Böylece modernite ile gelişim tamamlanmıştır. Hegelci bütünlüğün kapatılmasına göre sonuç tarihin bitişi tezidir. Olası gelecek, devam eden şimdi olacaktır bu durumda. Eleştirel realizmin Hegel diyalektiğine eleştirel koyut noktalarında biri burasıdır. Bu konumu ontolojik aktüalizm olarak niteler. Yapısal derinlik ve açık bütünlüğün olanaklılığını dışlayan, gerçek Olmayış anlayışından yoksundur. Gerçeklik bazen sonsuz bir yineleme olarak görünse de, dünya gerçek sürprizlere ve yeniye açıktır. “ Her durumda, herhangi bir geçerli bütünlük kuramı, hem olasılıkları, tekrarı hem de gerçek değişimi yerli yerine oturtabilmelidir. Bhaskar’ın açık bütünlüğü bunu yapabilir, fakat Hegel’inki yapamaz.” “Bütünlük açık veya kapalı olabilir ve ikincisi bir sınır ve istisnadır, bir kural değildir. Eksiksiz bir diyalektik kuram her iki olasılığa da izin verir” (Norrie). Sosyal biçimler insan, belirli toplum gibi sonlu varlıklara bağlıdır, gerçek değişimler de bunları içerir. Oysa Hegel’de olumsuzlama bu gerçeklere değil, düşüncede diyalektik eleştiri anlarına odaklanır. Diyalektik, belirivermiş bir dünyada farklı türden olası sonuçları açıklayabilmelidir. Gerçeklik, olumsuzlamaya bir dizi uzay-zamansal karşılık verir. Oysa Hegel’de cavap olumsuzluğu ifade eden çelişkiyi zihinde çözüm ile sonlandırmaktır. Bunlar çözümler olmayabilir, sorun sonuçta rasyonel olmayan şekilde çözülebilir, çelişki tekrarlanabilir, çatışma yüksek düzeye ilerlemeden çözüm ortaya çıkabilir, hepsi mümkündür. Gerçek dünyanın olumsuzlama süreçleri nadiren belirli bir türe uyar. Hegel’de tümü K-D-A sürecine uymalıdır. Bhaskar, çelişkileri Hegel’deki gibi bir modele bağlı çözümler olarak görmez. Bu eleştirel realizmin önerdiği kırınımlı diyalektiği ifade eder; açık ve çok biçimli, yapılaşmış ve bir maddi zemini olan (bir diyalektik). Bunlar Hegel diyalektiğinin kapsayıcı ve temsil edici olmadığına yönelik eleştirel realist eleştiridir. Hegel’in dünyaya olmasa da düşünceye sadık diyalektiği (ki bu mecburi bir sonuçtur) teleolojiktir. Sorunun sınırı kavram ve nesnede örtülüdür, güdü ise öngörülebilirlik ve içeriden itme yoluyla çözüme ulaşmadır. Bu çizgisel ve mantıksal form ile fenomenleri temsil arasında bir gerilim olacağını söylemiştik. Ama bu diyalektik aklın hakikatinde iş yapar. Gerçekliği idealize eder, sosyal çelişkileri görünürde çözer ama onlar oldukları gibi kalırlar.
Tinin Fenomenolojisi’nde konular öznel bilinç ve nesnel tinin sentezi ile ele alınır, burada iş başındaki diyalektik dünyevi olanla ilgili değildir. Hukuk Felsefesi’nde ise gerçek tarihi referanslara işaret eder, özgürlük, mülkiyet, adalet, sivil toplum ve devletin modern liberal biçimlerinin gelişimi hakkında diyalektik rasyonel düşünme girişimi olarak ortaya çıkar. Bhaskar, Hegel’deki bu dünyevi yanı görür ve onun dünyaya dürüst olma ihtiyacı olarak yorumlar. Ona göre hem bu toplumsal gerçekle ilgilenen ama (zihnindeki kapalı ereksellik dışında b.n.) değişimden endişe eden bir metafizikçidir Hegel. “Modernitede çeşitlilik içinde birlik ve çoğulculuğun modern deneyimini yansıtacak bir moda felsefe kurma amacıdır” (Norrie). Ama bu “nesnel yanın gelişimi” modern toplumsal çelişkiler karşısında Hegel felsefesinin kısıtlarını ortaya çıkarır, çelişkiler düşüncede çözülmeden kalır, Bhaskar’ın yarı aktüel dediği alana yol açar. Felsefi idealizm, bu düşünce girişiminde onları rasyonelleştirmekle sonuçlanır, düşünce ve gerçeklik içiçe geçer. “Liberal toplum söz konusu olduğunda Hegel’in işi zorlaşır” der Norrie. Susan Buck-Morss ufuk açıcı eseri Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih’te sömürgeler, kolonyalizm ve kölecilik konusunda Hegel’in benzeri bir durumu adeta görmezden gelerek “aştığı”nı ifade eder. “[Hegel], örneğin sefalet konusunu ele alışında, yoksulluğun liberal adalet kavrayışının altını oyduğunu ifade eder. Yani, basitçe yoksulluğu ve etkisini görmezden gelmiyor, ama sistemi onunla başa çıkabilecek donanıma da sahip değil. Yoksulluk ‘doğru ve yanlış duyusunun kaybına’ yol açar ve buna göre ‘bir sınıfın diğerine yaptığı yanlışın şeklini alır’ diye belirtir. Bu yoksulluğun adalet duygusu üzerindeki etkisinin dürüst ve gerçekçi bir değerlendirmesidir, fakat bu gözlemler, doğru ve yanlışın evrensel duyularının kurulduğu Hukuk Felsefesi’nin ilk bölümünün tüm gelişimini engellemektedir. Bu durumlar felsefesinde, modern toplumun bireysel adalet veya sınıf çelişkileri temelinde kurumlar üretip üretmediği konusunda çelişkilere yol açar. Düşüncedeki bu bölünme, toplumdaki bir çelişkiyi yansıtır. Bu ne yarı aktüel olarak kıyıda bırakılan düşüncede ne de gerçekliğin kendisinde aşılabilir. Sonuçta Hegel sefalet ve adaletin artan baskı ile karşılanması gerektiğine yönelik tepkiyi savunduğunda, onun düşüncesi çelişkiye doğru çekilir. O, toplumun içten zayıf olduğu durumda cezaların artırılmasının meşru olduğunu savunur, ‘bir kaç kuruş veya bir turp hırsızlığı için ölüm cezasını’ onaylar, ve ‘çıkarların çatıştığında ayaklanma tehlikesine karşı polisin devreye sokulmasını destekler” (Norrie).
Kırınımlı diyalektik ise olumsuzluk ve hataların, aklın marifetinden bağımsız olarak dünyada var olduğunu, bu hatalar var olduğu müddetçe diyalektik içinde düşünülmesi gerektiğini söyler. Buna ilk vurgumuz dersek, ikincisi, kavramsal özdeşlik söz konusu olsa da, özdeş olmayana ve gerçek değişime dayanmalıdır. Üçüncüsü, dünyevi fenomenlere açık olunmalı, rasyoneli irrasyonel ile karıştırdığında ayırmak için yarı aktüel, meşrulaştırıcı yöntemlere başvurmamalıyız, felsefenin işi bu tür spekülasyonlar değildir ya da bizim savunduğumuz felsefe bu değildir. Dördüncüsü, gelecek, bir planın konusu değildir, kapalı bütünlük kavrayışına karşı olmalıyız. Beşincisi, olumsuzlama ve etkileri çoğuldur. Belirli değişimleri üretir ve yeni belirsizlikleri etkiler. Altıncısı, kavrayışımızda gerçek dünya çelişkilerinin çözüm, çözümsüzlük ve imkanlarına açık olmalıyız. Yedincisi, dünya çizgisel rasyonel bir ilerlemeyi değil, dağınık, karmaşık, değişen, tamamlanmamışı niteleyen bir diyalektiğe gerek var. Hegel diyalektiği bize bunları sunmaz.
Bu kırınımı Hegel idealizmine karşı materyalizm için de kulanabiliriz. Bu bizi çelişki konusunda düşünmeye sevk eder;
Çelişki, Hegel’in olumsuzluk fikrinin merkezidir, K-D-A sürecinin ortasındadır. Aynı zamanda çelişki ve olumsuzluk Bhaskar diyalektiğinin de merkezidir. Diyalektik Eleştirel Realizmin ifadesi olan MELD şemasındaki İkinci Uç (2E) (second edge)’i oluşturur. Hegel ve Bhaskar diyalektiğinin ortak yanı olarak olumsuzluk ve çelişkiyi ifade etsek de, ikisinde oldukça farklı içerimleri olduğunu vugulamak ve açıklamak durumundayız. Yeri gelmişken, bu ortak noktalar, ikisi de felsefelerini kadim diyalektik geleneği içinde konumlandırmak istemesi ile ilgilidir. Bhaskar bu geleneğin fikir ve çelişki, tartışma, mücadele ve ayrışma, diyalog ve değişim içerdiğini ama aynı zamanda, kanıta dayalı çıkarım, aydınlanma, gizemlerin ve yanılsamaların eleştirisini de içerdiğini savunur. MELD şeması bahsini açmış olduk; “Hegelci özdeşlik, olumsuzluk ve bütünlük üçlüsü ile karşılaştırınca, eleştirel realist diyalektiğin terimleri özdeş olmayan, olumsuzluk, bütünlük ve dönüştürücü praksis veya failliktir. Ne var ki, benim olumsuzluk ve bütünlük açıklamam, Hegel’inkinden kökten farklıdır” (Bhaskar, 1993). Bhaskar diyalektiğinde bu kavramlar sırasıyla ilk uğrak (1M – özdeş olmayan, başkalık), İkinci Uç (2E – olumsuzluk), üçüncü aşama (3L – bütünlük) ve dördüncü boyut (4D – praksis) şeklindedir. Bhaskar bu terimlerle Hegel’i referans aldığını hatırlatalım. Hegel’de mantığın özdeşliğin olumsuz diyalektik eleştiri ve sonrasında olumluya geçiş olduğunu söylemiştik; Anlama (özdeşlik), olumsuz diyalektik eleştiri (olumsuzluk), pozitif spekülatif akıl (bütünlük). Hegel’de özdeşlik (ve Anlayış (U) kavramda önerilen bir nesne iken, Bhaskar, özdeş olmayan, ontolojik farklılığı içeren, gerçek dünya ile başlar (bunların diyalektik felsefenin nesnesi olduğu düşünülmesi, felsefenin zemini olarak ifade edilmektedir bunlar, felsefe kavramlarla yapılır, nesnesizdir). Diyalektik kırınım Bhaskar’ın diyalektiğin idealist geleneğinden kopuşu içerir. Bu anlamda Marx’a zorunlu bir geçiş gerektirmektedir. Ancak ondan önce, burada amacımız Diyalektik Eleştirel Realizmi açıklamak (bir yandan da oldukça zorlu bir görev olurdu) olmasa da kısaca MELD şeması üzerinde durmalıyız.
Çok kısa bir izahat: MELD şeması;
Bhaskar’ın Diyalektik Eleştirel Realizmi kurana kadarki ilk dört aşamanın bütünlüğünü ifade eder. Bundan sonra MetaReality felsefesine geçer ve şema MELDARZ haline ilerler.
İlk aşama, 1M – İlk Uğrak – Özdeş Olmayıştır. Varlıkta içerilen, kendini oluşturan belirleyici olmayış, olumsuzluğun itici gücü. Önemli boyutu Realist Theory of Science kitabında açıklanan, eleştirel realizmin ilk aşamasını ifade eder. Orada ontolojinin epistemoloji ile aynı olmadığı, bilginin geçişli ve geçişsiz boyutları olduğu, bunların birbirlerine indirgenemeyeceği, ontolojinin gerçeklik, fiili ve deneyimsel alanlara ayrıldığı detaylarıyla ifade edilir. Bu kavramlar eşliğinde gerçekliğin olay kalıplarına indirgenemez olduğunu, onların da deneyimlerimizden farklı olduğunu öğrenmiştik. Burada ontolojinin her şeyi içerdiği tematikleştirilir. Birbirlerine indirgenemez ifadesi ile karıştırılmaması uyarısıyla, ontoloji bilgiyi ve epistemolojiyi de içerir. Ama yanılsamalar ve hatalar da buna dahildir ve nedensel etkileri vardır. Bunlar içinde yer aldığı ontolojiyi şekillendirir. Olasılıklar alanı sürekli genişler. Başka bir dünyanın olası olduğuna inanç, dünyayı da değiştirecek bir olasılık sunar. Varlık ve düşüncenin düşüncede bir araya getirilmesi olan Hegelci özne nesne özdeşliğine karşı görkemli bir felsefi kuruluş. Ancak burada oldukça yüzeysel olarak değiniyoruz, zira bu yazının amacı belirttiğimiz gibi Diyalektik Eleştirel Realizmi sunmak değil.
İkinci aşama, 2E – İkinci Uç – Olmayıştır (Absence). Felsefi açıdan oldukça önemli bir yeniliktir. Değişim fikrine ilişkin bahisler, geçmişte kalanı ve yeni bir şeyi ifade eder. Her değişim durumu bir olumsuzluğu ve olmayışı içerir; yok olan veya yeni olmayandan ortaya çıkan şeyler. Olmayış dünyanın kendisindedir. Değişebiliriz, hem ontolojik hem de epistemik değişim olmaksızın, dillerimiz, inançlarımız, bilgimiz olmazdı. Her keşif, önceden eksik kalmış, atlanmış (ihmal edilmiş veya henüz başarılmamış) olandır, yer çekimi, görelilik vs. Olmayış bu anlamda hiçlik değildir; bir şeyin olmayışı, nedensel etkileri olacak, gerçeklik anlayışımızda dikkate almamız gereken şeylerdir.
Üçüncü aşama, 3L – Üçüncü Düzey – Bütünlüktür. Bizi düşünümsellik, beliriverme, takımyıldızlaşma, bütüncül nedensellik, içsel ilişkisellik gibi kavramlara taşıyan geniş bir kavramdır. Çeşitlilik içinde yeniden birleştirmeyi ifade eder. Hem şeylerin atomistik incelenmesini hem de kapsamlı incelenmesini içerir. İçsel ilişki fikrini içerir ki bu aşamanın ve Bhaskar diyalektiğinin esaslarındandır. Sosyal dünyada bütünlükler çoğunlukla kısmidir, içsel ilişkiler kadar dışsal ilişkiler de vardır. Parça ve parça, parça ve bütün, bütün ve parça arasında sürekli etkileşim vardır, bu bütüncül bütünlük anlayışına götürür. Batı felsefesi sıklıkla soyut evrensellikten söz eder; bir şey hakkında söylenebilecek anlamlı sözler o şeyin tüm örnekleri için söylenebilmelidir. Öte yandan iki farklı birey indirgenemez şekilde farklıdır, biriciktir. Bu somut evrensellik ve somut tekliliği birbirine bağlar. Somut tekil, türsel varlıkta oluşur. Bu coğrafi tarihsel kimliği mümkün kılan şeydir. Buradan ileri aşamada eleştirel realizmin ahlak anlayışına varılır. Nihayet, takımyızlaşma kavramına varılır; bilgimiz varlığın parçasıdır. Özgül bir geçişsiz nesne gibi adalet kavrayışı da ontoloji tarafından içerilir. Hegel’de geleceğin takımyıldızlığı özdeşliğe varan, olumluluğun yeniden doğrulanmasıdır. Bu Hegel’de bütünlüğün kapalılığı nedeniyledir, ileri aşama ufku yoktur. Aşağıda buna tekrar değineceğiz.
Dördüncü aşama, 4D – Dördüncü Boyut – Dönüştürücü Praksistir. Faillik indirgenemezdir. Toplumsal dünya eşzamanlı olarak dört farklı düzeyde vuku bulur: Doğada maddi işleyişler düzeyi, insanlar arasında sosyal etkileşimler düzeyi, toplumsal yapı düzeyi, şekillendirilmiş kişiliklerin tabakalaşması düzeyi. Bu düzeylerin birini veya bir kısmını eksik bırakan, analiz, insani etkinlik eksik kalacaktır. Gerçek ve sosyal değişimin gerçekleşmesi tüm bu cephelerde eylemi gerektirir.
Şimdi Marx’a geçebiliriz;
Marx’ın materyalizmi Hegel’in devlet ve sivil toplum üzerine yazılarına eleştirileriyle başlar ve zamanla gelişir. Eleştirisi Hegel felsefesindeki özne/nesne özdeşliği düşüncesine yöneliktir, yani varlık ve düşüncenin düşüncede bir araya getirilmesi görüşüne. Bhaskar, Marx’ın Hegel’de gerçekleştirilmiş idealizm ve analitik yeniden kurma bulduğunu söyler. Eksik olan ise, fiili olarak var olan biçimleri üreten maddi olarak yapılaşmış dünya fikridir ve ona içkin olan çelişkidir. Hegel ideal yanlış temsil yolunu seçer, idealin kaçınılmaz ve sonsuz bir temsilinin ideolojik bir imajını üretir: “sosyal (epistemik dahil) gerçekliğin ideolojik olarak doygun aracılığı, yani Das Bestehende (mevcut olan) ve var olan gücü (efendi-köle), söylemsel ve meşru ilişkiler” ki “pozitivist deneyim ve spekülatif felsefenin olanaklılığının gerçek koşuludur” (Bhaskar, 1993). Bhaskar, Marx’ın bilimsel realizmin tatminkar bir açıklamasını hiç yapmadığını ama çalışmasında özgül, maddi bir örneğini sunduğunu söyler. Evreselleştirici bir diyalektikle modern toplum formlarının ideal temsillerini değil, sosyal süreçler içinde maddi üretimleri fikrini geliştirmiştir.
Marx’ın materyalizmi kavramsal değil, nedensel gerekliliği vurgular, insan failliğini vurgulayan bir nedenselliği savunur, teleolojik anlayışı sınırlar; ilişkiseldir. Bhaskar, Marx’ın bu anlamda somut coğrafi tarihsel sosyal bilimlerin yaratıcısı olduğunu söyler; kavrayışı ontolojik derinlik, yapısal değişim, karşılıklı iletişim içinde açık bir bütünlük ve dönüştürücü faillik anlayışlarını içeren materyalist bir kavrayıştır. Buna karşın Hegel, doğanın ve genel olarak varlığın nesnelliği kavrayışında yetersiz kalır. Nedensel gereklilikte gerçekten bağımsız, teleolojik olarak bağımlıdır. Bhaskar, Marx’ta materyalizmin üç biçimini görür; epistemolojik materyalizm, ontolojik materyalizm, pratik materyalizm. Epistemolojik materyalizm, bilimsel düşüncenin olgu ötesi ve varoluşsal geçişsizliği içkin anlayışındaki epistemolojidir. Bhaskar burada, Gerçekçi Bilim Teorisi eserinde geliştirdiği bilginin geçişsiz nesnesi tespitine gönderme yapıyor. Hegel’in nihai özne/nesne özdeşliği ve yüzeyden, aktüel biçimlerinden ibaret bir dünya kabülüne karşın Marx’ın çalışması, ‘seçeneklilik ve fark, yapı ve olgu ötesilik, olmayış ve değişim, düşünümsellik (reflexivity) ve açık bütünlük, dönüştürücü faillik ve metakritik’ (DPF) gibi kavramlara dayanır. Bhaskar (ve öncü diğer eleştirel realistlere) göre Marx’ın somut ve teorik çalışmaları, gerek diyalektik öncesi gerek diyalektik aşamaları ile eleştirel realizmin bir uygulamasıdır, Ona proto eleştirel realist derler. Marx, genel olarak zihnin maddiden ve sosyalın biyolojikten belirivermesini tanıması anlamında, ontolojik materyalisttir. Ayrıca yapılaşmış bir dünyaya ait, derinlikli ontoloji, empirik olarak doğrulanabilir bilgi anlayışı da Marx’ı bu pozisyonda tutar. Fikir ve pratiklere zemin hazırlayan sosyal süreçler anlayışı da Marx’ın bu anlamda önemli niteliklerindendir. Bhaskar Marx’ın materyalizminin en ayırt edici özelliği olarak pratik materyalizmi görür. İnsan failliğinin kurucu rolünün ifadesidir, toplumu dönüştüren ve toplumun yeniden ürettiği bir faillik.
Marx için belki de en fazla istismar edilen düşünürdür diyebiliriz. Karşıtları tarafından çarpıtılarak, yandaşları tarafından istenilen şekle sokularak. Taraftarlarının istedikleri Marx’ı seçtikleri, onun söylediklerini kendi anlamlarına gelecek şekilde yorumlayarak ve bazı söylediklerini seçip diğerlerini görmezden gelerek yaparlar bunu. Marx yorumlarının bunca anlama gelmesinin sebeplerinden biri bunca istismar edilmesidir. Zira dünya çapında, eseri ortaya çıktığından beri, ezilenlerin hareketlerinde bir şekilde ortaya çıkmıştır ve çıkmaya devam edecektir, bu denli güçlüdür. Eleştirel realistler Marx’a çoğunlukla oldukça sempati ile yaklaşırlar, ancak bunun bir istismar ilişkisi olduğunu söyleyemeyiz. Eleştirel realizm içinde bu yaklaşıma ilişkin çeşitli tartışmalar (Sayer-Benton, Norrie-Craven gibi) söz konusu olsa da bu eğilim değişmez. Bhaskar, Marx’ın çalışmalarının üç düzeyde kavranması gerektiğini önermişti (Bhaskar, 1993): İlki politik ekonominin eleştirisi açısından; ikincisi, daha geniş anlamda coğrafi tarihsel materyalizmin dönüştürücü uygulaması ve araştırma programı olarak ve üçüncüsü ise bilimsel realizminin felsefi kuramlaştırılması olarak. Ayrıca Bhaskar, Marx’ın ilkini çok etraflı bir şekilde başarırken, ikincisinin eksik kaldığını, üçüncünün ise ‘hiç bir vakit tatmin edici bir kuramsallaştırmasını yapamadığını’ ifade eder. Üçüncüsü konusunda Marx’ın mektuplarından, bir Hegel’in kuramı ile ilişkisini, neyin rasyonel neyin mistikleştirilmiş olduğunu da açıklayacak, toparlayıcı çalışma yapmaya niyetlendiğini (ama vakit bulamadığını) biliyoruz. Daha sonra bunu tartışmalı şekilde Engels yapmıştır. Bu eksiklikler ve sonuçları ile ilgili eleştirel realist yazında eleştirel değerlendirmeler yapılmıştır (Bhaskar, Vandenberghe, A.Sayer, T.Benton, Craven, Norrie). “Şeyleşmenin sebeplerine dair realist bir teori olarak Marksizm, diyalektiği yeniden devreye sokma, yani eylemin üzerine tüm ağırlığıyla çöken ve aktörleri yapının salt faillerine dönüştüren, böylelikle de yabancılaşmış toplumu sömürünün olmadığı adil ve özgür bir topluma bilinçli bir biçimde dönüştürmenin önünde engel olan yapısal kısıtları ifşa ederek yabancılaşmayı aşma amacı taşır” (Vandenberghe). Ya da Sayer ile birlikte, “Kapitalizmi bir içsel ilişkiler sistemi olarak sunarken Marx, ögeler arasındaki dışsal, sınırlayıcı bağlantıları analiz etmeyi unutur” (Sayer, akt. Vandenberghe). “Sonuç, özel mülkiyetin ilgasını işbölümünün ve piyasanın ilgasıyla birbirine karıştıran bir ikinci düzey dolayımlar amalgamıdır. Sovyet deneyimi, özel mülkiyet ilga edilmiş olsa dahi piyasa ve işbölümünün varlığını devam ettirebileceğini kanıtladı; hakeza faşist bir ekonomi de, işbölümü ve özel mülkiyet muhafaza edilerken piyasayı ilga etmenin mümkün olduğunu gösterdi” (Vandenberghe). “Marx, türsel yabancılaşmayı ekonomik yabancılaşmaya ve ekonomik yabancılaşmayı da özel mülkiyete indirgemek suretiyle ahlaki-pratik ve politik soruları analizin dışında bırakır. Sonuç, Marksizmde demokratik politika teorisinin yokluğudur; feci pratik sonuçlara yol açan bir yokluk” (Vandenberghe). Ancak tüm bunlar, Marx için eleştirel realistlerin ““Eğer Bhaskar’ın Hegel’e içkin eleştirisi, diyalektiğin eleştirel realist bir sahiplenilişi için kapıyı çaldıysa, kapıyı açan Marx’tır” (Norrie) fikrini değiştirmez. Yukarıda, Bhaskar’ın eserini Hegel ile bir karşılaşma alanı olarak ifade ettiğini söylemiştim. Bu diyalektiği (belki de Marx’ın bahsettiği anlamda ayakları üstüne oturtan çalışma) Hegel’in diyalektiğini korumadan olumsuzlamayı içerir. Ancak çekirdekteki diyalektik fikri korunmuştur, Marx’ta olduğu gibi. Bhaskar, -Marksizmde eksik kalan- diyalektik çalışmasını, asla ona üstünlük sağlama gayretine girmeden yapmıştır. Çalışması nihayetinde onu bu anlamda aşmak amacını taşısa ve kuramsal sonucu gereği yeni ve oldukça tatminkar bir çalışma çıksa da, bu kesinlikle koruyucu ve savunucu bir aşmadır (Craven, Norrie). Yukarıda bahsettiğimiz istismarlara Marx’ın çalışmasında imkan veren şey ise, Bhaskar’ın bahsettiği ikinci ve üçüncü seviyedeki eksik bırakmalardır. Ancak şunu vurgulamak gerekir ki, gerek Marx, gerek başka bir düşünür, herhangi bir politik muhalif güce eklemlendiği takdirde, bir ideolojiye dönüşmesi ve dolayısıyla bu bakımdan güç ilişkileri içinde anlam değiştirme ihtimali hep vardır. Bununla birlikte, yukarıda bahsettiğimiz sosyal gerçekliğin dört boyutunu analize dahil edebilmiş, sağlam bir meta teori ile desteklenen dönüştürücü praksisin bunu aşma şansı olduğunu düşünüyorum. Diyalektik Eleştirel Relizmin bu imkanı sunduğunu savunuyorum.
Ortak ve ayrışım noktası, çelişki
Hegel, Kant için, ‘onda çelişkinin lekesi dünyanın özünü sarsamaz ve böylece çelişki kendine dünyada değil, düşünce ve akılda yer bulur’ eleştirisini yapar. Ayrıca çelişki sadece aklın muhafazası değil der ve çelişkiyi tüm nesnelerin, kavramların, fikirlerin niteliği olarak görür ve buna felsefe için hayati önem atfeder. Bu Hegel’in Kant’a karşı kısmi ve sınırlı haklılığını oluşturur.
Marx, Hegel’in çelişkinin tanımlanması ve çözülmesine ilişkin yaklaşımı tuttuğu halde der Bhaskar, Hegel’den farklı olarak beş başka şekilde daha kullanır çelişkiyi. “Birincisi, Marx, basit mantıksal çelişki fikriyle ilişkili olan söylemdeki mantıksal tutarsızlıklardan söz eder. Bunlar, Marx’ın tanımladığı diğer çelişkilerle ilgili olabileceği gibi olmayabilir de. İkincisi, Bhaskar’ın diyalektik olmayan karşıtlıklar olarak adlandırdıklarıdır; örnek olarak arz ve talep arasındaki çelişki verilebilir. Bunlar birbirine karşı göreli bağımsız ‘dışsal’ güçler olarak anlaşılır. Bu, Kant’ın Realrepugnanz olarak adlandırdığı, basit, dışsal çelişkiler alanıdır. Buraya kadar, özellikle Marksist bir tanımlama yoktur, fakat üçüncü tür çelişki ile bu değişir, bu belirli toplumsal ilişkiler için yapısal diyalektik içsel çelişkidir. Böyle bir çelişki, ücretli emek ve sermaye veya kapitalizmde metaların kullanım ve değişim değeri arasındaki çelişkilerdir. Bu tür çelişkilerin etkisi, dördüncü tür çelişkinin olanaklılığının koşulunu sağlar, coğrafi tarihsel özgül diyalektik çelişkiler. Bunlar yapısal çelişki sonucunda belirir ve belirli koşullar altında belirli toplumlarda krizlere, değişime veya dönüşüme yol açar. Sonuncusu, daha derin bir seviyede, yapısal karşıtlıkları, insani varlığın çekirdeğinde varoluşsal çelişkiler ile ilişkilendiren çelişkiler vardır. Bhaskar bu tür çelişkiyi, temel insan ilişkileri için çeşitli içerimleri olabilen, bir üretken ayrım olarak adlandırır” (Norrie). Marx insanların maddi koşullarının analizi ile bu “yapısal, konjonktürel ve varoluşsal” (Norrie) çelişkilere işaret eder.
Eleştirel realizm materyalist ve diyalektik çelişki için çok önemli bir ayrım önerir. İlişkilerin içsel ve dışsal olarak ayrılması şeklinde ortaya çıkan “içsel” ve “dışsal” çelişki ayrımı. Dışsal çelişkiler Kantçı Realrepugnanz alanıdır, uzay-zamansal gerçeklik ve bunun sonucu özdeş olmayış ve fark dünyasında yaşamanın doğal sonucudur. Varlıkların, içsel ilişkilerin oluşturduğu farklı yapıların birbirleriyle ilişkide olması, çelişmesi ve çatışması söz konusudur. Hegel’e göre tüm çelişkilerin içsel olduğunu hatırlayalım. Bu özel olarak diyalektiğin alanı değildir. Bir bağlanma ve bir sınırlamayı ifade eder. Ancak bu nedenle, analizde hesaba katılması çok önemlidir. İçsel çelişkiler ise diyalektiğin alanındadır. Onlar beliriveren varlıkların, bütünlüklerin ve genel olarak içsel olarak ilişkili zeminde toplulukların varlığının ürünüdür. İçsel çelişki de bir bağlanma ve sınırlanmayı ifade eder ama bu içeriden gelir. Yapı içi çelişkidir. Diyalektik çelişkiler içsel çelişki biçimidir, fakat onların içsel niteliği, parçaları oldukları daha geniş diyalektik bağlantılar takımının incelenmesiyle iyice anlaşılır. Bu tür bağlantılar, ‘bütünlüğün varlığı ve görünüşü arasındadır, öyle ki ilkesel olarak birbirinden ayrı olsa da, eşzamanlı olarak veya konjonktürel olarak içsel ilişkili olması anlamında, ayrılmazdırlar’(Bhaskar, 1993). Burada vurgulamamız gereken nokta, diyalektik çelişkinin içsel çelişki olduğu ama eleştirel realist diyalektiğin içsel ve dışsal olanı ayırmak durumunda olduğudur. Bu hayati önemdedir. Marx emek ve sermaye arasındaki yapısal diyalektik çelişkiden bahsederken, Bhaskar bunu karşılıklı olarak zorunlu (‘diyalektik olarak bağlı’) ve eğilim olarak karşılılı dışlayıcı (‘diyalektik olarak çelişkili’), maddi olarak yapılaşmış (‘süreç içi ürün’), tarihsel olarak beliriveren (‘ürün içinde süreç’), sosyal (‘ontolojik’) ilişki olarak sunar. Konumuz Hegel olduğu için, bu konunun eleştirel realist diyalektikle bir başka ayrım noktası olduğunu not edelim.
Diyalektiğin kırınımını ilerletelim;
Hegel’den farklı olarak diyalektiğin kırınımı, mantıksal olanı işletmeden diyalektik çelişkileri tanımlamanın mümkün olduğunu görmemizi sağlar. “Bhaskar’ın burada gösterdiği şey, inanışta (mantıksal) çelişki veya eylemde ifade bulan inanç ve bunların üreticisi altlarında yatan zemin arasındaki ilişkidir. Bu bakımdan, Bhaskar, Marx ve Hegel arasında çok önemli bir ayrım çizer. İkincisi, rasyonalist diyalektik yöntemin açığa vurduğu ve çözdüğü karşıtların özdeşliğini oluşturan çelişkiler fikri ile işler. İlki ise, materyalist diyalektik yöntemin anlamak için araştırıp aradığı karşıtların birliği temelindeki fikir ie çalışır. Marx için de, felsefi bir materyalist olduğu kadar pratik materyalist olarak, çelişkilerin çözümü mümkündür, fakat sadece düşüncede bir değişimi değil; dünyaya pratik bir bağlanma yoluya işlerin gidişini de (çözmek mümkündür)” (Norrie). Kırınım ifadesinin daha iyi oturmasını sağlayacak kavrayış, çelişki türlerinin çeşitliliği, farklı düzeylerdeki ilişkisinin kavranışı ve ortaya çıkardığı düzeylerin bütünü oluşturmasıdır.
Bu sosyal bilimsel eleştiri için de önemlidir. Hegel’deki negatif içkin diyalektik K-D-A hareketini hatırlayalım. İlk Anlayış (Kavrayışın) olumsuzlanması aşamasında ortaya çıkan D’yi D1 olarak ifade edersek, sonradan onun içinde tanımlanan çelişki ve olumsuzlamaya açık olma halini D2 olarak ifade edebiliriz. Kısaca D, D1 ve D2 olarak iki şekilde ortaya çıkabilir ve süreç olarak diyalektiği ileri yani Akıl uğrağına götürmek için bir geçiş noktası olur. Bhaskar ise Marx’ı da yanına alarak, D3 olarak ifade edilebilecek bir üçüncü uğrak önerir. Bu D1 ve D2 arasındaki uyumsuzluğun sonucudur. Bu çelişkinin çözümünü engelleyen koşullar söz konusudur. Hegel için rasyonel D (D1 ve D2) olumsuzlaması yeterlidir. D3, ideoloji eleştirisini içerir. Maddi zemin ideolojinin konumunu üretir ve açıklayıcı eleştiri D3 ile ortaya çıkar. Bu sayede diyalektik işler, idealizmden uzaklaşır ve diyalektiğin işlediği toplumsal bütünlüğe kapı açılır.
Hegel ve Hegel felsefesinin katı savunucuları, Hegel’in yaptığının aynı zamanda bilim olduğunu iddia eder. Yukarıdaki açıklamalar da, böyle bir iddianın Hegel’de temelini doğrular. Hegel felsefesi, felsefeyi bilimleştirme hatası taşır. Buradaki D3 müdahalesi, bilime felsefi bir rehber olabilme ama asla bilim (onun yaptığı) gibi, nesneleri ele almaya yeltenmeyecek, felsefi kavramları kullanan ama kendini bilimden ayıracak ve aslında bilim için yolu temizleyecek bir felsefi diyalektik fikrini sağlamlaştırır. Diyalektiğin reddedildiği veya bağlamından koparılıp, basitçe örneğin ikilikleri, örneğin basit tartışmayı ifade eden sıradan bir terim olarak kullanan, eksik bilim felsefelerinde ise yer yer gördüğümüz şey, bilimin felsefeleştirilmesidir. Bhaskar’ın müdahalesi ikisinin de önüne geçer.
Diyalektik ve analitik düşüncenin takımyıldızlaştırılması;
Diyalektik eleştiriye maddi zemin olarak önerilen D3, analitik ve diyalektik arasında oluşan ilişkiyi açıklamak üzere, düşünme ve varlık arasındaki ilişki takımyıldız fikri ile verilir. Takımyıldız benzetmesi Walter Benjamin’e dayanmaktadır. Benjamin tarih bilgisinin bir x yıldızının bilgisi gibi değil, takımyıldız bilgisi gibi edinilebileceğine işaret etmişti. Bhaskar DPF’de kavramı sıkça sıfat olarak veya fiil halini kullanıyor ve başka bir kavrayışa taşıyor. Örneğin takımyıldızsal içerme derken bir kapsama halini ifade ediyor; ontoloji epistemolojiyi; fail yapıyı (veya tersi) gibi. Benzer şekillerde takımyıldızsal özdeşlik, takımyıldızsal bağlantı, takımyıldızsal birlik vs (gibi kullanımları söz konusudur). Dünyada düşünme, Bhaskar’da bu benzetme içinde, Norrie’nin coğrafi tarihsel bağlamı örnek verdiği dışsal içinde içsel (düşünme)nin takımyıldızsal özdeşliği şeklinde görünüyor. Düşünce ve bağlam arasındaki bir kapsayıcılık ilişkisini ifade ediyor takımyıldızsal ifadesi, analitik ve diyalektik ilişkisini keza. “Eğer analitik olarak mantıksal çelişki içeren herhangi bir düşünce veya eylemi dikkate alırsak, sonuç düşünce veya eylemde tutarsızlık, anlamsızlık veya belirsizlik olacaktır. Oyuncu ya çelişkili şeyler yapar ya da çelişki tarafından engellenir ve nasıl davranacağını bilmez. Bununla beraber, çelişki düşünce ve eylemin basit bir olmayışına yol açamaz, çünkü birinin düşüncesini askıya alması veya eylememesi bile, boşlama ile konum almak cevabı olacaktır. Düşünce ve eylem kaçınılmazdır ve her ikisi de, basit mantıksal tutarlılıktan fazlası tarafından belirlenir. Aksini düşünmek, Hegelci varlığın mantıksallaştırılması tuzağına düşmektir, daha genel olarak eleştirel realist terimlerle bir çeşit epistemik yanılgı suçu işlemektir. İnsanların düşündüğü şeyler ve zaman mekansal, maddi bir dünyada eyliyor olmalarının nedenleri, sadece kendi başlarına düşünüyor olmaları değil, dünyada düşüncenin ürünüdür, Yani düşüncede veya eylemde belirlilik, coğrafi tarihsel bağlamda düşüncenin bağlamsallaştırılmış ‘fırlatılması’nın ürünüdür” (Norrie). “…diyalektik düşünce sadece içkin eleştiri ve rasyonel çözüme kavuşma değildir. Daha ziyade, içsel eleştiride (D2) başlayan düşünce biçimidir ve sonra, analitik iddiaların doğasını kavradığımız takımyıldızlaştırılmış anlama, bağlamsallaştırılmış altta yatan zemine (D3) dayanır” (Norrie).
Analitik düşünce, diyalektiğe hammaddelerini sağlar. “Hegel’in Fenomenoloji’sine önsözde J.M. Findlay’ın dediği gibi, diyalektik matematiksel çıkarımdan daha zengin ve esnek bir düşünce biçimidir. Bhaskar’ın materyalist kırınımlı diyalektiği, takımyıldız kavramıyla diyalektiğin rasyonel olarak yapamayacağı şekilde, burada diyalektik oyunun maddi alanının önemini ortaya koyuyor” (Norrie).
Pratik materyalizm;
Hegelci idealizm, modern çoğulculuğu yansıtacak farklılık içinde birlik vurgusuna rağmen tinsel bir monizm üretmesi, bir diyalektik oluştursa da bu çizgisel ve biçimde merkezcidir. Kırınım, diyalektiğin farklılaşmış ve çoğul dünyevi biçimlere bölünmesini içerir, gerçeklikte nerede ve ne olduğunu keşfetmeyi içerir. Bhaskar, Hegel’in bu monistik diyalektiğinin eleştirisinin kırınım kavramına götürdüğünü ve onun ile, ontolojik ve epistemolojik diyalektik ayrımının anlam kazandığını ifade eder (Bhaskar, 1993).
“Diyalektik, dünyada insani varlığı oluşturan bilgi, etik, pratikler ve doğal ve sosyal ilişkilerde, sosyal ve doğal varlık yoluyla yansıtılır” (Norrie). Örneğin sosyal diyalektikte kırınım Bhaskar’a göre, kurumların yapısal tortularına, konumlanmış pratikler arasındaki ilişkiler ağına, içsel/dışsal ilişkilere ve bunların değişkenliklerine, doğa ile maddi alışverişin niteliğine, sosyal dünyadaki iktidar, ahlak ilişkilerine vs. odaklanmalıdır. Tüm bunlar genelgeçer ve kabataslak gelmemeli, Bhaskar kavramlara adeta giydirilen bir sosyal bilimsel analiz sağlama peşinde değildir, o bir filozoftur ve spesifik bilimsel araştırma için yol açıcı olmaya çalışır.
“Fark, fenomen dizisinin kavranabileceği yapısal bütünün görüşünü kaybetmek pahasına övgüyle kabul edilemez” (Norrie). Norrie, diyalektiğe eleştirel realist müdahalenin postmodernizmin “büyük anlatılar” küçümsemesi ile veya katı indirgemeci yollarla gerçekliğin kavranması önündeki engelleri kaldırmaya yarayacağını savunur. Yukarıdaki “fark” ifadesinde Norrie’nin hedefi belli ki, diyalektiğe karşı postmodernizmin savunduğu ifadedir. Ayrıca özellikle Marx analizi ile gündeme gelen dönüştürücü sosyal etkinliği ifade eden diyalektik praksis bir özgürleşme fikrine açılan kapıdır; burada “olmayış” kavramının önemini tekrar hatırlatalım.
Felsefi diyalektiğin kırınımına gelince, öncelikle Plato’dan Hegel’e diyalektikçileri tasnif etmemizi sağlar, onlarda savunulacak veya eleştirilecek şeylere karşı bir bakış oluşturur. “Anlatılan, güç ilişkilerinin takımyıldızlaşmış gölgesinde felsefenin hikayesidir ve aksasa da gelişen, dünyaya bağlı, tarihsel ve varoluşsal olarak insanın ne anlama geldiğini anlatan felsefenin hikayesidir. Bu çifte hikaye, kapsayıcı ve meydan okuyucu, dünya ile ilişkilendirilermiş eleştirel ve bu ilişki ile yapılandırılmış, ondan gelen iktidar ve özgürlük arasındaki bir düşünce biçimi olarak diyalektik felsefe görüsüne yol açmaktadır” (Norrie)
Pratik konusunda, Bhaskar’ın fikri, Hegelci diyalektiğin bu kategoriyi gereksiz kıldığı yönündedir. Çünkü rasyonel olarak tamamlanmış bir dünyada, tüm eylemler dünyanın formları içinde peşinen verilidir. Bhaskar, sosyal bilimlerin büyük problemi faillik ve onun yapı karşısındaki konumu konusunda, Naturalizmin Olanaklılığı eserinde mükemmel bir açıklama sunar. Failin gerçekliği sonuşmaz bir dünyada işleyen insani varlığın maddi oluşumunda verilidir ki, o fail eyleme ve değiştirme yeteneğindedir. Seçme şansı olmasa da, eyleyen, eylemi içinde seçen fail gerçek değişimi mümkün kılar, sosyal ilişki ve yapıları yeniden üretir.
Hegel ile akli gelişimin dinamosu olarak ilerlemeci bir tarih görüşü örtüşür. Marx ve Bhaskar’da, hareket, maddi zemini olan ve insan keşfine açık doğal gereklilikten kaynaklanır, çelişki insan aracılığı ile vücut bulur, ilerleme ve gerilemeye açıktır.
Bu kategorik farklara rağmen Hegelci diyalektikte korunacak olan nedir? Hegel, Marx ve Bhaskar, genel olarak dinamik ve tarihi dünyada hareketin biçimini içeren diyalektik kavrayışında ortaktır. O bir geçmişe ve ileriye doğru başlangıç noktasıdır.
Kırınımlı diyalektik ve materyalist çelişki ifadeleri içsel bağlantı ve çelişkiyi içerir ki, Marx’ın bahsettiği mistik kabuğun içindeki rasyonel çekirdek metaforunun ne olduğu sorusuna da cevabı burada bulabiliriz. Burada Hegel diyalektiğine yönelik, -Norrie ve Bhaskar ile birlikte- eleştirel realizmin itirazlarını belirledik. Bunları gösterdiğimi düşünüyorum. Ancak yukarıda da ifade ettiğim gibi Diyalektik Eleştirel Realizmi açıklamak buradaki amacı fazlaca aşan bir görev olurdu. Bu konuda aşağıda belirttiğim kaynakları keşfetmek yeterli olacaktır. Bu yazı ve diğer diyalektik yazılarım[3] aynı zamanda bu zorlu ve karşılığını fazlaca verecek maceraya bir çağrıdır.
Kaynaklar:
Norrie Alan, 2010; Dialectic and Difference; Dialectical critical realism and the grounds of justice, Routledge.
Bhaskar Roy, 1993; Dialectic, The Pulse of Freedom, Verso
Bhaskar Roy, 2015; Gerçekliği Geri Kazanmak, çev: Beyza Sümer Aydaş, Nota Bene Yayınları.
Bhaskar Roy, 2013; Natüralizmin Olanaklılığı, çev: Vefa Saygın Öğütle, Pratika Yayınları.
Bhaskar Roy, 2018; The Order of Natural Neccessity, e book edition
Vandenberghe Frederic, 2016; Alman Sosyolojisinin Felsefi Tarihi, çev: Vefa Saygın Öğütle, Ayrıntı Yayınları.
[1]Hegel’s Logic (Mantık Bilimi)
[2]Bhaskar U-D-R hareketi olarak ifade eder.
[3] https://sanatvetoplum.org/index.php/2019/08/23/diyalektik-cetrefilli-bir-kavramin-kuramsal-seruveni-i/ https://sanatvetoplum.org/index.php/2019/08/23/diyalektik-arayislar-ve-ozgurlugun-bir-kalp-atisi-ii/
Yorum Yaz