Ekonomi, eski Yunanlılarda (oikonomika) ev idaresi anlamına gelirdi ve tüm tarihte olduğu gibi burada da hayati önem taşırdı. 19. yüzyılda Marx ve Engels, toplumsal yaşamın ve tarihin temel belirleyeni olarak ekonomiyi tahta oturttuğunda, indirgemecilikle suçlanıp “o kadar da değil” itirazını yaptılar. Yapılan eleştiriler öyle yoğun olmalı ki, Engels ömrünün ilerleyen yıllarında “o günün koşullarında mecburen çubuğu tersine fazlaca bükmüş olabiliriz” demek zorunda kalmıştır. Gel zaman git zaman neoliberal perinin sihirli değneği dokunuşuyla hayatın her alanını metalaştırdı, herkesi homo economicus kılığında yeni baştan yarattı. Her şeyin başı para oldu artık. Haneden devlete, şirkete her tür yönelim ve işlem ekonominin hizmetinde. İnsan toplumsallığının ve eylemliliğinin bütün alanları parayla ilişkili hale gelmiş durumda. İnsanların dili de yaşamına uygun olara ekonomi terim ve kavramlarla çerçevelenip betimlenmekte. Her şey rekabete dayalı, herkes prezantabl ve kredisi yüksek girişimci olmaya yönelimli. Wandy Brown’un dediği gibi “…günümüzde devlet idaresinde ve işyerinde, hukuk sahasında, eğitimde, kültürde ve gündelik faaliyetlerin muazzam bir kısmında hazır ve nazır bulunan neoliberal aklın, demokrasinin kurucu unsurlarının belirgin siyasal karakterini, anlamını ve işleyişini ekonomikleştirdiği”[1] apaçık ortada artık.
yarı okuryazar kişi uzmanlık alanına giren metni okuyabilir ama bilgi dünyasını oluşturan diğer bilgi yığınları konusunda cahildir.
Her şeyin ekonomikleştiği bir dünyada özgürleşme mümkün bir olabilir mi? Hayır. Özgürleşmenin ana yolu, bir şekilde eğitimle bağlantılar gerektirir. Günümüzde eğitim konusu, neredeyse bütün platformların tartışma gündeminde olmakla birlikte ne sorun gerçek anlamda teşhis ediliyor ne de gerçek çözüm arayışı var. Çok dar bir kesimin ciddi anlamda düşündüğü ve özgürleşmeyle ilişkisini kurduğu bir bölge eğitim alanı. Okullar da bütün öteki alanlar gibi kâr amaçlı olarak işletiliyor ve çoğunlukla meslek edindirme, “işe yerleştirme” veya kapıkulu yetiştirme yerleri. Teknik beceri, işlemsel etkinlik, işletme mantığı yerli yerinde veya kör topal geliştirilse bile bir okuryazarlık inşa edilemediği ortada. Eğitim konusunda ömrünü vakfetmiş düşünürlerden birisi olan Paulo Freire, bu konuda şöyle diyor: “Araçsalcı okuryazarlığın en alt düzeyinde, yarı okuryazar kişi sözcüğü okuyabilir ama dünyayı okuyamaz. Uzmanlaşma ile edinilen araçsalcı okuryazarlığın en yüksek düzeyinde, yarı okuryazar kişi uzmanlık alanına giren metni okuyabilir ama bilgi dünyasını oluşturan diğer bilgi yığınları konusunda cahildir.”[2] Dünyayı okumak, şu anlamda çok gereklidir: Her tür özgürleşme, mevcut dünyanın içindeki cevherin ve umudun tanınması, engellerin ise aşılmasını gerektirir. Bu anlamda özgürleşme ile entelektüelleşme ilişkilidir; oysa yarı okuryazarlık, bir entelektüelizm karşıtlığı da yaratmaktadır.
Kapitalist dinin/ideolojinin normalitesi bu süreçlerin işleyişiyle gerçeklik kazanmaktadır.
Bütün alanlarda olduğu gibi, eğitimde de özgürleşme tahayyülünü inşa yolunda fikir ve eylem üretebilmek gerekiyor. Eğitim alanında boğuşulacak en önemli sorun, teknik eğitimin öne çıkmasıdır. Teknik becerilerin kazanılmasına yönelik müfredat programlar, Taylorist-Fordist mantığın günümüz işletme kapitalizmine içerilmiş bir biçimidir. Belli uzmanlıklarla, sınırlı beceriyle bütüncül algı ve tahayyülden uzak tutulma, bütünsel sömürü kurgusunun önemli bir parçasıdır. Kapitalist dinin/ideolojinin normalitesi bu süreçlerin işleyişiyle gerçeklik kazanmaktadır. Ve bu kurgu, asla özgürleşme üretemez. Tam tersi, her tür özgürleşmenin önündeki en önemli engeldir. Çünkü kişilikleri, eylemleri, tahayyülleri ve zamanı çalmaktadır. Bu koşullarda yaşam, “kaçınılmaz” olana katlanmayı çağırmaktadır.
Paul Freire, eğitimcinin, karşısındakini özgürleşme yolunda ilerletebilmesi için gerçek anlamda bir güçlendirme[3] (empowerment) sağlayacak fırsatların yaratılmasını önerir. Burada dikkat edilecek husus, paternalizme varacak bir “kurtarma” anlayışının sakatlığıdır.[4] Freire, Nijeryalı bir öğrencinin beyaz öğretmenine şu sözlerini aktarıyor: “Ezilenin, ezilene içinde bulunduğu durumu hatırlatıp durmasından sıkıldım artık!”[5] Tam da bu konuyla ilgili J. Ranciere’in Cahil Hoca kitabı müthiş ufuk açıcıdır. Ranciere göre hocanın sırrı, “öğretilen konu ile öğrenecek özne arasındaki mesafeyi, aynı zamanda da öğrenme ile anlama arasındaki mesafeyi bilebilmesidir. Açıklayan kişi, mesafeyi ortaya koyan ve ortadan kaldırandır, mesafeyi kendi sözü içinde ortaya serip eritendir.”[6] Anlatanın sözü, iktidar olarak hiyerarşi üretmeye açıktır; dolayısıyla bu mesafe kolayca kapanacak gibi durmaz. Açıklayan her zaman karşısında “anlama konusunda bir kapasitesizlik” varsaymaktadır: “Birine bir şey açıklamak her şeyden önce, ona kendi başına anlayamadığını göstermek demektir.”[7] Açıklama edimine karşı durur Ranciere, çünkü açıklama miti, aslında bir hiledir; hiyerarşiyi yeniden üretir.[8] Peki açıklama ortadan kaldırılacaksa cahil, nasıl eğitilip özgürleştirilebilir? Bir kere cahili özgürleştirenin özgürleşmiş olması gereklidir; özgürleşmiş kişi, insan zihninin gerçek gücünü tanımış kişidir. Hoca, insanın potansiyeline inanmalıdır, hoca ona illa kendi bildiği şeyi öğretmeye de kalkmamalıdır; kendi bilmediğini de öğretebilir: “Hoca cahilin yapabileceğine inanır ve onu kapasitesini kuvveden fiile çıkarmaya ikna ederse eğer, cahil o zaman hocanın bilmediği şeyi öğrenir.”[9]
özgürleşme bireysel sınırda bir eylem değil, kamusal-toplumsal arenada bir sorumluluktur.
Freire* ile Ranciere arasında özgürleşme yolunda eyleyen pedagojide belli yakınlıklar görmek mümkün.[10] İnsanlarda uyuklayan zekayı aktifleştirmek temel gaye. Bu da insan edimlerinin bütününde iş başında olan zekanın özgürleşme yolunda da yöntemli olarak kullanılması anlamına gelecektir. Freiere insanın özgürleşmesi için (1) sefaleti, (2) cehaleti, (3) açlığı, (4) insanca olmayan her şeyi bertaraf etmeyi (J.P.Sartre) ve bunlara maruz kalanların “güçlenmesini” şart koşar. Bu anlamda özgürleşme bireysel sınırda bir eylem değil, kamusal-toplumsal arenada bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun gerektirdiği yönelim ve eylem, teknisist eğitimin sınırını aşındırmak ve aşmaktır. Bu, bir şekilde dünyaya müdahale etmek demektir. Eğitim bu yüzden insan ilişkileri, politika, iş, ekonomi gibi hayatı bütünleyen bütün alanlarla ilişkilidir.
Eğitimcinin ödevi diyor Freiere, “insan eylemliliğini Pygmalioncu bir tarzda şekillendirmek değil, teşvik etmektir. Onun sürekli olarak ‘isyan’ ruhuna öncelik verme çabasının ardındaki güç, bilimselden ziyade etik bir inançtır; öğretmenin, taraf tutarak elindeki tek umut olan kendi ideallerini gerçekleştirme umuduyla mücadele etmek zorunda olduğu yönündeki bir inanç”[11] Demek ki etik üzerine, yani yaşamın nasıl yaşanabileceğine dair de düşünmek gerekiyor.
* Türkiye’de Ezilenlerin Pedagojisi kitabıyla tanınan Brezilyalı Paulo Freire’in yeni kitapları Yordam Kitap tarafından yayınlanmaya başladı. Sadece eğitimcilerin değil, özgürleşme tahayyülü güden herkesin izlemesi gereken bir kişi Freiere.
[1] Brown, W. (2018). Halkın Çözülüşü: Neoliberalizmin Sinsi Devrimi, Çev. Barış Engin Aksoy, İstanbul: Metis Yayınları, s.17.
[2] Freire, P. (2019). Kültür İşçileri Olarak Öğretmenler, Çev. Çağdaş Sümer, İstanbul: Yordam Kitap, s.21.
[3] Freire, P. (2019). Özgürlüğün Pedagojisi: Etik, Demokrasi ve Medeni Cesaret, Çev. Gülden Kurt Gevinç,İstanbul: Yordam Yayınları, s.32.
[4] Hiç kuşkusuz, Türkiye’de romantik sol düşüncenin “halka rağmen halk için” tarzında, halkı aydınlatma hevesiyle kurulmuş düşünceleri artık çok geride kalmış görünüyor.
[5] Özgürlüğün Pedagojisi, s.32.
[6] Rancire, J. (2013). Cahil Hoca: Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders, çev. Savaş Kılıç, İstanbul: Metis Yayınları, s.12.
[7] Cahil Hoca, s.14.
[8] Burada Ranciere, zeka mitine de önemli bir eleştiri perspektifi açmış. Çok önemli ve genişçe ele alınması gerektiği için bu yazıda zeka üzerinde durmayı erteledim.
[9] Cahil Hoca, s.22.
[10] Ranciere, uzun yıllar boyunca Brezilya’da bir gazeteye pedagoji yazıları yazıyormuş.
[11] Özgürlüğün Pedagojisi, s.48.