“İçeride” ve “dışarı”da Kürtlere karşı yürütülen savaş yeniden tırmandı. Bu savaş asimilasyon, yok sayma ve zorla kendine benzetme haliyle zaten hiç bitmedi. Şimdi yeniden, bütün bu düzeyleri aşacak şekilde, “Kürtlere diz çöktürmek” ve imha amaçlı tırmandırılıyor.
Kürtler ne istiyorlar da devlet bu denli saldırıyor? “Ayrılma hakkı” mı? “Bağımsız devlet” mi? “Dört parçada Kürt Birliği” mi? Bunların hiçbiri değil. Geçmişte bu talepleri vardı. Bütün halklar gibi Kürtler de kendi topraklarında bağımsızlık istiyorlardı. Bu talep her ulus gibi Kürtlerin de en doğal hakkıydı ve özgür iradeleri ile bu karara uygun düşecek şekilde davranmaları çok doğaldı. Ancak, “Kürt Hareketi” ve onun temellendirdiği çizgiyi eksen alan Kürt halkı artık “ayrı bir devlet” istemiyor. Ne istediklerini ise felsefi-teorik arka planını izah da ederek dillendirdiler. Bir: TC sınırları içinde ama varlıkları ve iradelerinin tanındığı ve bunun da “anayasal güvence” ile garanti altına alındığı, bir yeni düzen/devlet/rejim; yani “kolektif haklar”ının teslim edilmesi. İki: Dünyanın birçok bölgesinde (ABD, İspanya, Almanya vs.) uygulandığı üzere, kendilerini-bölgelerini yönetmelerini sağlayacak yerinden yönetim yani “demokratik özerklik”. Üç: Ana dilde eğitim. Dört: “Kürt Hareketi”nin siyasallaşmasının önündeki engellerin kaldırılması ve “dağdakiler” dâhil bütün kadroları için özgürce siyaset yapma imkânı, yani “af”.
Geriye kalan ayrıntılar önemli değil. Talepleri bunlar. Ne var bu taleplerde? Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi itibariyle yok sayılan bir halkın, varlığının kabul edilmesi ve bunun hukuksal güvenceye kavuşturulmak istenmesinin neresi yanlış? Bir insanın, bir halkın var oluşuna dair en temel hakkı olan, “yaşam hakkı talebi” niye bizi bölsün? Veya “yerinden yönetim”e, “yerel”in kendisi hakkında karar vermesi niye kabul edilemez olsun? Üstelik dünyanın birçok bölgesinde çoktan kabul görmüş bir hakka niye Kürtler de sahip olmasın? Kaldı ki yerelin -ortak yaşamın kimi gereklerini göz ardı etmeksizin- kendini yönetme arzusu sadece Kürtlerin talebi değil ki? Türkiye’nin başka bölgeleri de -ABD’de olduğu türden- niye kendi valisini, yöneticilerini seçmesin? Yerel halk meclislerinin örgütlenmesi niye teşvik edilmesin?
Ana dilini konuşarak bir yaşam örgütleme veya anadilde eğitim hakkı çok da insani bir talep değil mi? İnsanların anadiliyle kolektif bir hayatı kurmasını ve eğitim istemesini, bu çağda, nereye kadar engelleyebilirsiniz ki?
Kürtler bir de “toplumsal barış”, mevcut hukuk sınırları içinden konuşursak “af” ve “dağda” değil, “ovada siyaset yapmak’’ istiyor. Bu talepler yerine getirilmeyecek düzeyde istemler mi? Bu talepler mi “ülkeyi bölecek”?
Kürt Hareketi “bölünme” ve “ayrı bir devlet” istemiyor. Bunu istemeleri en doğal hakları olduğu halde istemiyorlar. “Ulusların kendi kaderini tayin ve ayrılma hakkı’’ talebini daha ileriden kurdukları sosyalizan bir bilinçle reddediyorlar. “Özgür bir vatan” talebini aşan, birlikte yaşayacakları ve daha büyük bir “insanlık davası”nın bilinci içinde, ama kendileri olarak yaşayacakları yeni bir düzen istiyorlar.
Kürtler, “ayrılmak istemediklerini’ defalarca dillendirdikleri halde niye hala onları “en az kazanıma razı etmek” çabası içinde köşeye sıkıştırmaya çalışıyorsunuz? Eğer imhaya ve “köşeye sıkıştırma” siyasetine devam ederseniz Kürtler, istemedikleri halde “ayrı bir devlet” kurmak için “çekip gidebilirler!” Bu nedenle “Ergenekon”, AKP, CHP, MHP, “Aydınlık” gibi siyasi yapılar dâhil “İslamcı”sı, “ulusalcı”sı, “vatanı böldürmeyeceğiz” saldırganlığı içinde aslında kendileri “vatanı bölecek” adımlar atıyorlar. Yani, gerçek anlamda “bölücü” gibi davranan “Kürt Hareketi/ yurtseverleri” değil, “Türk ulusalcıları ve İslamcıları”dır. Kürtleri yok sayan kibirleri ve onları Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki statükoya hapsetmeye yönelik yaklaşımlarıyla “bölünme”ye hizmet ediyorlar. “Kediyi köşeye sıkıştırmayın,” en sonunda sizi tırmalar! Kaldı ki “kedi” de artık sizin bildiğiniz güçsüz ve ürkek “kedi” hiç değil.
Eğer bu zatı muhteremler, ülkeyi Kürtlerin de hiç istemediği gibi gerçekten “bölmek” istemiyorlarsa, Kürtlere onurlu ve insanca yaşayabilecekleri koşulları yaratmak zorundadır. Bırakmalıdırlar; Kürtler, “merkezi devlet”in sınırları içindeki “Kürt coğrafyası”nda kendilerini yönetsinler. Bu koşulların oluşması sağlanır veya Kürtlerin bunun imkânlarını hazırlamasına engel olunmazsa, Kürtlere “ayrılın” denilse de onlar “başka bir yere” gitmez. “Bölünmemek” veya tersten söylersek, “zoraki” değil “gönüllü birliktelik”, ancak hak edilmiş olanın sahiplerine teslim edilmesiyle sağlanır. Eğer bu olmazsa bin yıllık “etle tırnak” misali sağlanan “gönüllü birlik” bozulur; binlerce kilometre ötelerden bu topraklara yabancı bir güç olarak gelen ABD, Kürtlerle Türkler’in arasına girer. Yoksa Kürtler için mesele gayet açıktır; “denize düşen yılana sarılır!”
Bu konuya ilişkin devrimcilerin ve sosyalistlerin tavrı ise hiçbir gerekçenin arkasına sığınmadan, bugün Kürt Hareketi’nde somutlanan Kürt halkının özgür iradesini desteklemek ve bu yöndeki kavgaya, kendi kavgası gören bir yerden, güç vermektir. Nasıl ki ezilen sınıf, ezilen mezhep ve ezilen cinsin yanında olmak zorundaysak aynı şekilde ezilen bir halk olarak da Kürtler’in yanında olmak zorundayız. Bu durum, hem siyasi ve ideolojik hem de insani duruşumuzun gereğidir.
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” sloganını kim, niye atar?
Evet, bu savaşta insanlar ölüyor. Keşke ölmeseler… Kendini Hakkâri’de “yaban eller”de hisseden bir asker, gerçekten de “uğurlama törenleri”nde “asker gidecek, geri gelecek!” sloganında söylendiği şekliyle keşke “memleketi”ne sağ salim geri gelse…
“Bölünme” ihtimali var diye atılan “vatan bölünmez!” sloganının ise karşılığı yok: Bir: Kürtler zaten “vatanı bölmek” istemiyorlar. İki: “Ortak vatan” denilen toprağın parçası olan “Kürt coğrafyası” binlerce yıldır Kürtlerin zaten. Kürtler orada yaşıyor ve oraları “vatan” bellemişler. Vatanları, devletlerin değil halkların belirlediği ön kabulüyle hareket ediyorsak Kürtlerin Türkiye’yi bölmediğini, yaşadıkları toprakların zaten onların vatanı olduğunu kabul etmemiz gerekir. Onların olan bir yer için niye “vatan bölünmez” sloganı atılır ki? Eğer illaki bir bölünmeden bahsedilecekse binlerce yıldır aynı coğrafyada yaşayan Kürtler’in topraklarının Birinci Dünya Savaşı ardından İran, Irak, Türkiye ve Suriye arasında bölündüğünü hatırlamak gerekir. Üç: Türkiye’nin Batısı’ndaki insanlara sorulduğunda hemen hepsi Hakkâri veya Şırnak’ta doğmayı veya orada hemşire, mühendis, öğretmen vs. olarak çalışmayı istemediğini söyleyecektir. “Batılılar”, “Doğu”ya gitmekten kaçınıyor ama gitmedikleri yerler adına karar vermeyi normal kabul ediyorlar. Bölgede yaşayan ve orayı vatan bellemiş Kürtlerinse kendileri hakkında karar vermeleri engelleniyor. Bu çelişkiyle daha ne kadar yaşanabilir?