19 Ocak 2007’de Agos gazetesinin önünde arkasından kurşunlanarak öldürüldü Hrant. Şimdi bir hafıza mekanına dönüşen gazetenin, 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânına dönüşen çıkması için çok emek verdiği gazetenin önünde, sokağın tüm ritminin içinde güvercin tedirginliği ile yürüdüğünü söylemesinin ardından, Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi herkesin olacağını bildiği bir cinayete kurban gitti. Beyaz bereli katil büyük bir kahraman gibi karşılandı yakalandığında, fotoğrafları çekildi, beyaz bere takarak bazı katil adayları meydanlarda boy gösterdi o dönemde. Herkes biraz öldü, Hrant ile ama Hrant yeniden yazdı tüm yazılarını pek çok kişi için.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce…
Son yazısında diyordu ki: “Kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce…”*
Katledilmesinin hemen ardından, büyük ve sessiz bir yürüyüşle uğurlamıştık mezarlığa Hrant’ı. Orada sessizce akan kalabalık kitle, katillere ve dayandıkları vahşet-severlere, kan akıtmaya uğraşan ırkçılara büyük bir darbe vurmuştu. Kalabalık değil yalnızca, kararlılık… Rakel Dink, sevgilisine, Çutağına yazdığı mektupta söyle sesleniyordu:
“Onun doğruluğa olan sevgisi, şeffaflığa olan sevgisi, dostuna olan sevgisi onu buraya getirdi. Korkuya meydan okuyan sevgisi onu büyüttü. Diyorlar ki ‘O büyük bir adamdı.’ Size sorarım: ’O büyük mü doğdu?’ Hayır! O da bizim gibi doğdu. O gökten değildi o da topraktandı. Bizim gibi çürüyen bir beden! Fakat yaşayan ruhu, yaptığı iş, kullandığı üslup gözlerindeki, yüreğindeki sevgi onu büyük yaptı. İnsan kendiliğinden büyük olmaz. İnsanı yaptıkları büyük yapar… Evet o büyük oldu, çünkü büyük düşündü, büyük söyledi. Bugün buraya gelerek hepiniz büyük düşündünüz. Sessizce büyük konuştunuz, siz de büyüksünüz. Bu günle kalmayın bu kadarla yetinmeyin.
13 yıldır, ülkedeki kardeşliğe ve hukuka dair derin sızımız, Hrant’ı kaybetmek.
O, bugün Türkiye’de milat yaptı sizler de mührü oldunuz. Onunla manşetler, onunla konuşmalar, yasaklar değişti. Onun için dokunulmazlar veya tabular yoktu. Kelamda dediği gibi yüreğinden taştı. Büyük bir bedel ödedi. Bedellerin ödendiği gelecekler Hrantları severek Hrantlara inanarak olur, nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak olmaz. Bu yükseliş karşındakini kendin gibi görerek kendin gibi sayarak, kendin sayarak olur.”**
Bugün Agos gazetesi hala çıkıyor, bugün öldürüldüğü yer Hrant’ın bir hafıza mekanı. 23 Nisan 1996’da Agos’ta yayımlanan “23,5 Nisan” başlıklı yazısından esinlenerek, konulmuş. Ermeni halkının maruz kaldığı eziyetlerin, vahşetin ve ölülerini gömdükleri kültürü içlerine çektikleri ve var kıldıkları, bebeklerini doğurdukları, aşık oldukları, memleketlerinden her şeye rağmen koparılmama çabalarının sembolü oluverdi. Bugün karşı karşıya olduğumuz şiddet ortamı, şatafatlı zenginliklerin sergilenmesi ile sefaletin yan yana kolayca utanılmadan var olabilmesinden beslendiği kadar geçmişteki mülk gasplarından ve toplumsal travmalardan güçleniyor. Bizler geçmişteki yıkımı normalleştirdikçe, bugünkü şiddeti de normalleştiriyoruz, çürüyoruz.
13 yıldır, ülkedeki kardeşliğe ve hukuka dair derin sızımız, Hrant’ı kaybetmek. Bir bebekten katil yaratan karanlığın sona ermediği, yaşadığımız-yaşayamadığımız memleketimizi yangın yerine çeviriyor bu sızı. Bu sızı birleştiriyor da. Çürümenin bedelini canıyla ödeyen kadınları, kötü koşullarda çalışmaya razı olduğu halde iş bile bulamayan yoksullarla, öğle yemeğinin zamlanmasıyla yemek yiyemez hale gelen öğrenciyle, ırkçılıktan her düzeyde canı yanan herkesi birleştiriyor, ‘kardeşimsin Hrant’ diyerek sessizce o yolu adımlayanlarla.
*Hrant Dink, “Ruh halimin güvercin tedirginliği”, Agos, 19 Ocak 2007
** Rakel Dink, “Sevgiliye Mektup”, Bianet, 23 Ocak 2007