arama

Mülteciler

Nevra AKDEMİR
Mültecilerin fiilen devletsiz ve dolayısıyla vatandaşlık haklarından muaf edilmiş bir toplumsal katman olması, yerleşmek üzere girdikleri devlet karşısında daha da savunmasız kılıyor. Tam bir Araf'ta kalma hali.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Nevra Akdemir Nevra Akdemir
  • 1 Star
    Loading...

 

Dünyanın otoriter rejimler, savaş veya iklim değişikliği gibi “olağanüstü” kabul edildiği halde oldukça sık ve yaygın görülen durumlar nedeniyle, pek çok insan yerinden edilmesi, dünya sisteminin olağan halidir. Bir ülkenin ulusal sınırları içinde yer değiştirmek de ülkelerin sınırlarını geçerek göç etmek de aynı sistemin farkı parçaları. Göç etmek, yeni bir hayata başlama arzusu ile ilgili kabul edilir çoğu zaman. Halihazırdaki hayatı sürdürmek ve yeni hayatın potansiyelleri arasında bir seçim. Bir ülkenin sınırından geçtiğinizde, yeni bir yasal çerçeve, yeni bir gündelik hayat, yeni bir kültür, yeni bir dil, yeni bir topoğrafya ve iklim ve hatta yeni bir toplumsal kodlar sistemine gidiyorsunuz. Turist veya geçici görev ile gitmek ile yerleşmek üzere gitmek arasında dağlar kadar fark var.

Geçici olarak gidildiğinde, vasıflarınızı, deneyimlerinizi, sosyal sermayenizi taşımanız beklenirken; yerleşmek üzere gidildiğinde, sınırın diğer tarafına siyasal ve sosyal varlığınız gibi deneyimlerinizi de taşımanız imkansızlaşıyor. Sadece standartlara uygun olarak belgelenmiş niteliklerinizi ve diplomalarınızı taşıyabilirsiniz ki bu da devletlerin oyun alanında belirleniyor.

Ege Denizi’nin altı ve üstü, dünyanın altı ve üstünü belirleyecek.

Göçün çeşitleri içinde en zor olan, hazırlıksız, birdenbire, davetsiz olarak gerçekleşen hali, mültecilik. Dünyada genel olarak tüm ülkelerde neo-liberalizmin yarattığı risk ve güvencesizlik koşulları ortadayken sınırlar, mülteciler gibi hazırlıksız ve birikimsiz olarak bir başka ülkeye giden, geri dönme şansı olmayan kişiler için ayrıca zorlu. Mültecilik koşullarını oluşturan durum, ekonomik ve sosyal anlamda kayıp yaşamak ve “kaçmak” ve sığınma ile başlıyor, en baştan. Bu başlangıç ve sonrasında oluşan hukuki statünün meydana getirdiği zorluklar, mültecilerin yeni yaşamlarının ana hatlarını belirleyen süzgeçe dönüşüyor, dezavantajları biriktiriyor.

Mültecilerin fiilen devletsiz ve dolayısıyla vatandaşlık haklarından muaf edilmiş bir toplumsal katman olması, yerleşmek üzere girdikleri devlet karşısında daha da savunmasız kılıyor. Tam bir Araf’ta kalma hali. Dün canlı yayında Türkiye televizyonlarından verilen sınırda birikmiş mülteciler, öyle açık bir göstergesi ki çıplak hayatın. Sınırda sıkışmak, iki devletin siyasi pazarlıkları arasında sıkılmak demek. İki devlet arasında sınırı oluşturan tehlikeli doğa parçalarında eksilmek demek. Sınırı aşarken “güvenlik” paradigmalarının kurşunlarına hedef olmak demek. Bitmek bilmeyen kâbusun ortasında, yaşam umudunu kaybedip, intihar etmek demek. Yaşamını sürdüremediği için kaçıp, sığınmak zorunda kalanlara, sığınacak bir yerin olmadığı söylemek ve bu dünyaya sığamadıklarını hissettirmek demek.

Onlar mülteci, ne bildiği önemsenmeden, bir çocuk gibi her şeyi yeniden öğrenecek olanlar.

Sınırdan geçebilenler için ise etikete dönüşen mültecilik, beklentiler ve görevler bütünü ile taraflardan birinin sesini duymadığımız pazarlıklarla dolu. Bir yazar, iltica sisteminin temelde ev sahibi ülkelerin politik elitlerinin mültecilere yönelik politik üç argümantatif beklenti üzerinden şekillendiğini iddia ediyor: kişinin savaşmak üzere ülkesine geri dönmesi; yapamıyorsa ülkesinde risk ortadan kalkınca geri dönerek, kaldığı süre boyunca öğrendiği medeniyeti, özgürlüğü taşıması; ülkeye girebilmek için beklemesi. Kurgusal bir sıranın varlığı, bekleyen ve beklediğinde hayatı duran mültecilerin önündeki bürokrasi duvarının temel argümanı. Bu bekleme sürecinde çalışma ve yer değiştirme hakları yok mültecilerin ve bu yüzden sıkça bütçedeki mali yük ifadeleri ile suçlanıyorlar. Mülteciler, adı, geçmişi, mesleği, politik kimliği ve sosyal varlığı önemsizleşen silinenler. Onlar mülteci sadece, minnet etmesi gereken ve beklediklerinde ödüllendirilecek olanlar. Onlar mülteci, ne bildiği önemsenmeden, bir çocuk gibi her şeyi yeniden öğrenecek olanlar. Yaşı önemsenmeden ve gündelik hayat deneyimi, bir güvenlik görevlisinin bile öğretmen rolüne bürünebileceği dilsizler onlar.

Peki, siyaset felsefesini yeniden inşa etmek için mültecinin figürü ve kendisinden başlatmak mümkün mü? Bir mülteci gibi, ulusal, dinsel, soydan gelen veya toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden gelen, doğuştan edinilmiş tüm kimliklerinizden soyunup hesaplaşıp siyaset yapamadığımız sürece, Ege Denizi’nin altı ve üstü, dünyanın altı ve üstünü belirleyecek.

*Görsel: “Medusa’nın Salı”, Theodore Gericault tarafından (1818-1819) yıllarında yapılan, ressamın en bilinen ve belki de en tutkulu eseridir. Resmin hikayesi gerçek bir olaya dayanmaktadır.