“Herkes bilgi ve yeteneğini herkesin yararına sunacaktı; bu amaçla da, herkesin üretim gücünün, herkesin en fazla yararına olacak biçimde birleştirileceği, bütünleştirileceği örgütler oluşturacaklar, bu arada bireysel girişimciliğe de tam bir genişlik, özgürlük sağlanacaktı.”
“Anarşizm” sözcüğünü ilk kez, çocukluğumda radyodan haberleri okuyan spikerden duymuştum. Haberler okunurken, daha önce hiç duymadığım bu sözcük, belki de spikerin söyleyiş tarzından pek de sevimli gelmemişti bana. Sonraki aylar ve yıllar içinde anarşizm ile birlikte faşizm, emperyalizm, sosyalizm, kapitalist, komünist vb kavramları çokça duydum ve emin olmamakla beraber, faşizmin kötü, anarşizmin biraz kötü ama sosyalizmin iyi olduğuna dair bir düşünceye, yakınlık duymaya başladım. Derken, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Mahmut Makal gibi yazarların romanlarını, Nazım Hikmet, Ahmet Arif ve Hasan Hüseyin gibi şairlerin şiirlerini ve ardından “Sosyalizmin Alfabesi, Felsefenin Temel İlkeleri “ gibi kitapları okumaya başladıkça kavramlar; kafamda belirginleşmeye, çevremle olan sınırlı etkileşimle de olsa olgunlaşmaya başladı. Yıllar içinde Marx, Engels, Lenin’den de kitaplar, makaleler okumaya; siyasal dergileri takip etmeye, farklı siyasi görüşlerden insanlarla tanışmaya ve bazı siyasal görüşlere ise yakınlık duymaya başladım. Siyasal devrimlerin zora dayalı halk hareketleri sonucu gerçekleştiklerini, zorun tarihsel rolünü kavramakla birlikte, gençlik yıllarımdan beri bireysel şiddete uzak durdum ve hiçbir yakınlık duymadım.
Yıllar, göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve epey yaş aldım. Altmış sekiz kuşağı abilerimiz artık memleketin yaşlı kuşağı haline geldiler. Peşinden de biz. Sosyalizmin bazı uygulamaları çöktü, duvarlar yıkıldı, kimileri “tarihin sonu”, kimileri “ideolojilerin sonu” nun geldiğini anlatan kitaplar, makaleler yazdılar; dergiler yayınladılar. Böylece tek kutuplu dünya, endüstri ve bilişim devriminin tüm rüzgarıyla tam gaz yol aldı. Bütün bunlara; yaşayarak, duyarak, okuyarak ve gözleyerek tanık oldum. Çocukluğumda, ilk kez radyodan duyduğum anarşizm kavramı ile ilgili, klişe deyiş ve değerlendirmeler ile tarihsel birkaç adı duyup uluorta telaffuz etmekten öteye hiç kafa yorma ihtiyacı duymadım. Deyim yerindeyse aklımın ve duygularımın bütün kapı ve pencereleri, içinde bulunduğum sosyal ve toplumsal ortam nedeniyle bu konuda öğrenmeye kapalıydı.
Kitaplığımda bulunan, “P.A. Kropotkin BİR DEVRİMCİNİN ANILARI –I ve II” adlı iki ciltlik kitabı, pandemi günlerinin zaman bolluğu içinde okuyunca; insanlığın yüzyıllar boyu içinde besleyip büyüttüğü eşitlik, kardeşlik, özgürlük düşünün üreticisi ve taşıyıcısı olan (eksiği, doğrusu ve yanlışı ile tarihe ait) ve 19.yüzyılın oldukça hareketli siyasal ve toplumsal ortamına önderlik eden liderlerden birinin, Kropotkin’in anılarını paylaşmak istedim. Anarşizm’in belli başlı kuramcılarından Prens Kropotkin’in, Öteki Yayınevi tarafından Ocak 2007 tarihinde ikinci basımı yapılan ve Mazlum Beyhan tarafından Türkçe’ye çevrilen, 2 ciltlik “ Bir Devrimcinin Anıları” adlı kitabı ile hem, anarşizm kavramı üzerinde düşünmeyi; hem de, bu kitapla bir prens, bir bilim insanı, bir aktivist ve nihayet bir siyasal kuramcıyı, daha yakından tanıtmaya çalışacağım. Bu kitap, adından da anlaşılacağı gibi Kropotkin’in anılarını içermektedir. Önce Rusça kaleme alır, 1897 güzünde Amerika’ya gidince, “ Atlantic Monthly” adlı dergi, anılarını dergide yayınlamayı önerir. Bu öneriyi kabul eder ve Rusça yazmayı sürdürür ama “Atlantic Monthly” için İngilizce yeniden yazar.
Kropotkin’in çocukluğu sırasında, Moskova’da pek çok aile çocukların eğitimi için Fransız eğiticiler tutar. Kropotkin ve kardeşi Aleksandr’ın eğitiminden sorumlu olan Fransız Mösyö Poulain’in büyük etki ve yönlendirmesi olur kardeşler üzerinde.
Kropotkin, Moskova’da kökten soyluların yaşadığı Staraya Konyuşennaya mahallesindeki evlerinde 1842 yılında doğar ve ömrünün 15 yılını geçirdiği bu evde 1846 yılında annesini kaybeder. Kendisinden sadece 16 ay büyük olan kardeşi Aleksandr ile sıkı bir dostluğu vardır ve bu durum, Aleksandr’ın Sibirya’ da sürgünken yaşamına son vermesine kadar sürer. Dedesi ve babası Çarlık ordusunda subaylık yapmış soylu bir aileden gelir. Kropotkinlerin evinde 50, 60 kadar hizmetli ve uşak çalışmaktadır. Köylerinde ve çiftliklerinde yaşayan 1200 kadar serfi vardır Kropotkin’in babasının. Serfler haftanın üç gününü toprak sahibine çalışmak zorundadırlar. Çocukluğunda kışı, Moskova’da ki evlerinde geçirir, yazları ise Moskova’ya 230 verst uzaklıktaki Nikolskoye adlı köye taşınır bütün aile ile birlikte yazı orada geçirirler. Bu köye gidiş gelişler anılarında hayli yer alır ve bu yolculuklardan büyük keyif alan Kropotkin’ in doğa sevgisi o zamanlardan oluşur. Nitekim anılarında çiftliğe yolculuk bölümünü anlatırken, “Moskova’dan Nikolskoye’ye 5 gün süren bu ağır aksak yolculuk ne büyük keyif verirdi bize. Benim sınırsız doğa sevgim ve doğadaki yaşamın sonsuzluğu üzerine o ilk, bulanık düşüncelerim bu ormanda gövermiştir. “[1] diyerek hoşnutluğunu belirtir ve yolculuk sırasında, bazı etapları ormanlık olan bölgelerde her kesten önde yürürken yol boyu, “ inanılmaz derecede yoksul, çırılçıplak köylere” tanık olur ve yollarda “dağ çileği toplar, yayan yapıldak yürüyen hacılarla ve başka türden insanlarla karşılaşırdık.” [2] Bu yolculuklar ona Rus insanını daha iyi tanımasına olanak verir. Yolculuğu ve köyü anlattığı bölümün sonunda ise çevrelerindeki Çoğu toprak sahibinin çiftliğinin ipotekli olduğunu, modern tarım yapmayı beceremediklerini, “1861 yılında köylülerin özgürlüklerine kavuşmaları ile saltanatlarına son verildiğini” [3] anlatır.
Kropotkin’in çocukluğu sırasında, Moskova’da pek çok aile çocukların eğitimi için Fransız eğiticiler tutar. Kropotkin ve kardeşi Aleksandr’ın eğitiminden sorumlu olan Fransız Mösyö Poulain’in büyük etki ve yönlendirmesi olur kardeşler üzerinde.1852 güzünde Aleksandr soylu çocukların devam ettiği askeri bir lise olan Kadetskiy Korpus’ da öğrenci olur. Fransız eğiticileri olan Poualin 1853 de görevinden ayrılır ve Kropotkin 1853 güzünde Moskova Birinci Lisesi’ne 11 yaşındayken başlar. Poualin’den sonra evde Rus Dili dersi aldığı Moskova Üniversitesi öğrencisi Nikolay Pavloviç Smirnov’un da katkılarıyla yazma alıştırmalarına bu yıllarda başlar. Bu yıllar aynı zamanda Rusya’da serfliğin son yılları yaşanmaktadır. Serfler arasında evlenmeler toprak sahibinin buyruğuna göre yapılmakta, emirle evlenme yaygın ve sıradan bir olaydır ve Çar 1. Nikolay döneminde bu durum devam etmektedir. “İnsanca duyguların serflerde de bulunduğu kabul edilmediği gibi, böyle bir şeyden kuşkulanılmazdı bile. Fransız romanlarında soylu baylarla bayanların hicranlı öykülerini okurken gözyaşları içinde kalan duygusal hanımefendiler, Turgenyev’i ya da Grioroviç’i okuduktan sonra “Ay, serfler de tıpkı bizim gibi aşık oluyorlarmış, olacak şey mi..?!”[4] diye atılan şaşkınlık çığlıklarının altını özellikle çizer. serfler ile ilgili gözlemlerini hüzünlü cümlelerle anlatırken, ”serflerin, yüreklerinde besleyip büyüttükleri en aziz düşleri özgürlüktü” [5] derken, insan için özgürlüğün taşıdığı büyük anlamı vurgulamak ister.
Kutup Yıldızı, Çan, Çağdaş gibi Hertsen ve Çernişevskiy yönetimindeki dergiler; serfliğin kaldırılması, toprak sorunu ve köylülerin özgürlüğe kavuşması ile ilgili güncel projelere yer vermektedir.
1857 Ağustosunda, 15 yaşındayken Petersburg’da “Pajeskiy Korpus’ ta eğitime başlar. ” Özel kuralları olan askeri okulla, saray okulu niteliklerini kendinde birleştiren bu ayrıcalıklı okul, yönetsel açıdan saray çerçevesinde yer alıyor ve çoğu sarayda görevli üst düzey soyluların çocukları olmak üzere yalnızca yüz elli öğrenciye eğitim veriyordu.”[6] Kropotkin, önceleri okulla ilgili önyargılar taşımakla birlikte, giderek okulu sevmeye başlar. Öğretmenlerinden, özellikle dilbilgisi öğretmeni V.İ. Klassovskiy’den çok etkilenir. Klassovskiy derslerde sadece dilbilgisi anlatmaz; eski Rus destanları ile Homeros destanları arasında karşılaştırma yapar, bazen Schiller’den dizeler okur, bazen de ironiyle çağdaş kör inançlara göndermeler yapar. Kropotkin üzerinde muazzam etkisi olan radikal bir siyasaldır Klassovskiy. Kropotkin, öğretmenin etkisini şu cümlelerle anlatır: “Batı Avrupa ve büyük olasılıkla Amerika da bu öğretmen tipini bilmez. Bizde, yazın ya da toplumsal eylem alanlarında önde gelen biri olup da, gelişmenin ilk itici dürtüsünü edebiyat öğretmenlerine borçlu olmayan tek kişi gösteremezsiniz.” [7]
Kropotkin, bu yıllarda kardeşi Aleksandr ile sürekli mektuplaşır, mektupların temel konusu, şiir, edebiyat, dünya görüşü oluşturma sorununa ilişkindir. Yine bu yıllarda yaz tatilini geçirdiği köyde, köy ve köylüye ait düşünceleri şekillenmeye başlar. İzlenimlerini ifade ettiği aşağıdaki cümleler dikkat çekicidir.” Eğitimli insanla eğitimsiz insan arasındaki en büyük ayırım, ikincinin, akıl yürütme zincirini izleyememesidir.” ve “Ben Rus köylüsünde hiçbir zaman, küçük memurun amiriyle, ya da bir uşağın efendisiyle konuşmasındaki –bu kişilerde adeta ikinci bir kimliğe dönüşmüş olan-yaltaklanmaya tanık olmadım. Köylü güç karşısında kolayca boyun eğer, ama ona asla hayranlık duymaz, tapınmaz.”[8] yine, “ İçimde, köylüler arasında sonraları da hep duyumsayacağım yalınlığın, içtenliğin ve eşitlik bilincinin ılık esintilerinin dolaştığını duyumsadım.” [9] gibi köylülükle ilgili düşünceleri ilerde, siyasal düşüncelerinin oluşmasında ve şekillenmesinde oldukça etkili olur.
Pajeskiy Korpus’ta dersleri ilgiyle izler; ilerici düşünce akımlarında genel bir canlanış vardır. Kaynakları, Rusça, Almanca ve Fransızca takip edebilmektedir. Ders kitapları, okul kitapları derken ilk kaynaktan kitaplarla tanışmaya başlar. Çocukluğundan beri öğrenme merakı yüksektir. İşe yaramayan bilgi yoktur ona göre.” İnsanın zihinsel gelişimi üzerinde hiçbir şey kendi bağımsız araştırmalarıyla ulaştığı çıkarsamalar kadar teşvik edici etki yaratamıyor” [10] diyerek gözlemlerini aktarırken, aynı zamanda önemli bir pedagojik ilkeye de işaret etmektedir. Yine fabrika ziyaretleri onu heyecanlandırır, makinelere karşı sevgi uyandırır. Ancak,” Çağdaş fabrikalarda makineler işçinin kişiliğini yok ediyor; buralarda işçi belli bir makinenin yaşam boyu kölesi oluyor. Aşırı tek düze çalışma, ister basit el aletleriyle olsun, ister makine kullanarak olsun, aynı ölçüde zararlıdır.” [11] diyerek aktarır düşüncelerini.
Devrimlerin, yani “hızlanmış evrimlerin, gelişmelerin, değişikliklerin”, yavaş, aşamalı evrimler gibi insan toplumlarının doğası ile uyum içiresinde olduğunu düşünür.
Serflik hukukunun kalktığı dönemde, “ 1857 – 1861 yılları, bilindiği gibi, Rusya’ da aklın uyanış dönemini ifade eder. Turgenyev, Hersten, Bakunin, Ogaryov, Tolstoy, Dostoyevskiy, Grigoroviç, Ostrovskiy, Nekrasov gibi yazarların yapıtlarında hayal edilen insanların dost sohbetlerinde fısıltıyla söyledikleri sözler, artık açık açık gazete ve dergilerde yer alıyordu.” [12] Kırım savaşı nedeniyle ilan edilen seferberlik köylerde memnuniyetsizliğe yol açarken, bazı toprak sahibinin serfleri tarafından öldürülmesi, huzursuzluğu arttırmaktadır. Kutup Yıldızı, Çan, Çağdaş gibi Hertsen ve Çernişevskiy yönetimindeki dergiler; serfliğin kaldırılması, toprak sorunu ve köylülerin özgürlüğe kavuşması ile ilgili güncel projelere yer vermektedir. Bütün bu gelişmeler sonucunda, 19 Şubat 1961 de serfliğin kaldırılması ile ilgili düzenleme yapılır. Serflik hukuku sona erer.” Serflik hukuku sona ermişti ve köylüler topraklandırılıyordu. Bu toprakların bedelini ödemek zorundaydılar ama köleliğin lekesi artık silinmişti. Gericilik yenilgiye uğratılmıştı.” [13] Kropotkin, daha sonraki yıllar, tam bir despotizm uygulayan Çar 2. Aleksandr döneminde serflik kaldırılırken, çok iyi bir eğitim alan İmparatoriçe Mariya Aleksandrovna’nın büyük payı olduğunun, sonraki yıllar ortaya çıktığını belirtmektedir.
Okuldan, (Pajeskiy Korpus’tan) mezun olunca, görev yapmak istedikleri Çarlığın seçkin hassa alaylarından birini tercih etme hakları vardır. Ancak, Kropotkin Üniversiteye devam etmek, öğrenci yaşamını sürdürmek istemektedir. Fakat buna babasının asla izin vermeyeceğini bilir. Çar ailesinden birinin vereceği burs ile okumayı da istemediği için, İmparatorluğun uzak toprakları olan Sibirya’yı Uzakdoğu’nun Misisipi’si kabul edilen Amur’daki bir Kazak süvari birliğini tercih eder ve Sibirya’da beş yıl geçirir. Toplumsal hiyerarşinin en tepesinden en alt basamaklara toplumun her kesiminden insanlarla ilişkisi olur. Vapurla, kayıkla, at üstünde toplam 70 bin verst süren yolculuklar yapar. ”Yolculuklar bana aynı zamanda, büyülü uygarlığın koşullu sınırları dışına çıktığında insana aslında ne kadar az şey gerektiğini öğretti.” [14] diyerek, doğanın kucağında basit ve sade yaşama dikkat çeker.
Ocak 1863’te Polonya, Rus egemenliğine karşı ayaklanır. Kimi Rus subayları Polonyalılarla savaşmayı rededer, hatta bazıları Polonya safında savaşır. Polonya ayaklanması Rusya için de olumsuzluklara yol açar, başlatılan reformlara son verilir. Polonya’daki hareket tümüyle milliyetçilerle aristokratların denetimine girer ve köylülerin özgürleştirilmesi ve topraklandırılması gibi sorunlar geri plana itilir. Çarlık Rusyası bu durumdan yararlanır. 128 Polonyalı asılır, toplam 60-70 binden fazla insan Polonya’dan koparılıp Urallara, Kafkaslara ya da Sibirya’ya” gönderilir. Bu bilgileri veren Kropotkin şu tespiti yapar:” Daha en başından, kötülüklerin gelecekte düzeltileceği vaadiyle değil, ezilenlere ve aşağılananlara karşı eşitlik sözleşmesiyle başlatılmayan devrimlerin kaçınılmaz sonudur yenilgi. Yığınları kendileri için yepyeni bir çağın başladığına inandırmayı başaramayan devrimciler, davalarının sonunu kendi elleriyle hazırlamışlar demektir.” [15]
Kropotkin’in anılarında Sibirya hayli yer tutmakta ve ilginç olaylar içermektedir. Ancak bu başka bir yazının konusu olacak genişlikte olduğundan; buradaki yaşantısından hareketle yaptığı değerlendirmelere baktığımızda, “Devlet aygıtının yardımıyla halk için yararlı hiçbir şey yapılamayacağını çok çabuk öğrendim ve bu yanılsamayı kafamdan sonsuza dek silip attım.” [16] diyerek devlet kavramıyla ilgili tutumunu açıklarken, insan ilişkilerinde barışçıl yaklaşımın gücünü, kendi hayatını örnek göstererek anlatır. “Evlerinde serfleri olan büyük toprak sahibi bir ailenin çocuğu olarak dönemimin bütün gençleri gibi hayata başlarken emretmenin, zorlamanın, dövmenin, cezalandırmanın gerekliliğine içtenlikle inanıyordum Disiplin ve emir-komutayla karşılıklı anlayış denen şeylerin birbirinden ne denli farklı sonuçlar verdiğini anladım. Başarı sağlayan yaklaşımın “barışçıl” yaklaşım olduğunu yaşayarak öğrendim” [17]
Sonunda, Rus ordusunda subay konumunda bulunmanın sahte ve iğreti olduğunu düşünerek, askerlikten ayrılmaya ve Rusya’ya dönmeye karar verir. 1867 yılı güz başlarında ağabeyi ve ailesi ile birlikte Petersburg’a yerleşir ve üniversiteye yazılır. Büyük toprak sahibi bir soylu olan babasından para istemez, çeviri ve yazı çalışmaları ile geçimini sağlamaya çalışır. Bilimsel çalışmalara ağırlık verir. Rus Coğrafya Derneği’nin üyesi olur ve Fiziksel Coğrafya bölümünün sekreterliğini yapar. Finlandiya ve İsveç’ e bilimsel geziler yapar. 5 yıl bu durum böyle sürer. Bilimsel çalışma merak ve şevkine duyduğu ilgiyi: “Bilimsel yaratıcılığın sevincini hayatında bir kez yaşayan kişi, bu baş döndürücü mutluluk anını bir daha unutmaz. Bu anın yinelenmesi için yanar tutuşur.” [18] ve “ Bilim, harika bir şey. Onun insana verdiği derin hazzı tattım ben, o yüzden bilime çok değer veririm.” [19] diyerek açıklar.
4 Nisan 1866’da 2. Aleksandr’a yönelik yapılan suikast girişimi sonucu tahtının ilk yıllarında yapılan reformlar, çeşitli yasalar ve geçici yönetmeliklerle iğdiş edilir, yönetim baskıcı ve gerici bir nitelik kazanır. Serfliğin kalkmasıyla ticaret sınıfı zenginleşir, avukatlık, noterlik gibi kurumlar kolay ve çabuk para kazanan meslekler olurlar. Kropotkin’e göre toplumun beğeni düzeyi düşer, İtalyan operaları izlenmez olur ve sıkıcı bulunur. Diğer taraftan Petersburg’ da, kızlı erkekli gençlik hareketleri, devrimci bir nitelik alarak yer altı faaliyetlerinde bulunur. Kadınlar haklarını adım adım genişletirler. Bazı kadınlar yurt dışında tıp doktoru diploması alır ve 1872 yılında hükümetten kendi olanaklarıyla özel tıp fakültesi açma iznini koparırlar. Kropotkin anılarını yazdığı 1898 yılında Rusya’da 670’in üzerinde kadın hekim olduğunu söyler.
Yurt dışına Zürih’e gider. O tarihte kız erkek olmak üzere, çokça öğrenci okumaktadır Zürih’te. Bunlar işçi hareketine aktif biçimde katılır ve onların çıkardığı gazete ve broşürleri izlerler. Enternasyonal bu sıralar gelişmenin doruğundadır. İsviçre’nin tüm sanayi merkezlerinde Enternasyonal’in çok sayıda şubesi varlığını sürdürmektedir. Yine Tüm Avrupa ülkelerinde yaygın bir Enternasyonal örgütlenmesi vardır. Örneğin İspanya’da üyelik aidatlarını düzenli ödeyen 80 binin üzerinde üye vardır ve bu üyeler toplumun enerjik, düşünen, aktif unsurlarından oluşmaktadır. Kropotkin Zürih’teki Enternasyonal’in yerel şubelerinden birine üye olur ve aktif bir şekilde çalışmalara katılır. Bilimsel sosyalizm ve anarşizmin köklerinin, Enternasyonal’in kongre tutanaklarına, kongrelerde yapılan tartışmalara dayandığını belirtmekte bir abartma olmadığını söyler. Zürih’te Enternasyonal çalışmaları içinde emekçi yığınların örgütlenme ve bilinçlenme mücadelelerine yakından tanık olur. Bu süre içinde artan bir sevgiyle emekçi yığınlarına bağlandığını duyumsar ve tüm yaşamını emekçi yığınların kurtuluşuna adayacağına ant içer.
Gerçekten de insanoğlu bağrında, geçmiş zamanlardan miras olarak devraldığı-henüz yeterince değerlendirilmemiş-toplumsal alışkanlık adı verebileceğimiz- bir çekirdeği barındırır.
İsviçre’de adını Jura dağlarından alan Enternasyonal’in (İşçilerin Uluslararası Birliği) Jura Federasyonu ile tanışır. (Enternasyonal’in federal ve ulusal kurullardan ayrı olarak bir de, farklı ulusal kurullar arasında aracılık yapmak üzere etkinliğini Londra’da sürdüren seçilen Genel Kurul’u vardır. Marx ve Engels bunun yöneticileridir.) Kropotkin ilk olarak Jura dağlarında saat işçileri arasında bir hafta geçirdikten sonra sosyalizm konusunda anarşist düşünceleri kesin olarak benimser ve Jura dağlarında saat işçileri arasında propaganda ve örgütlenme çalışmalarında bulunur. 1871 Paris Komün’ü sonrası Genel Kurul’a üyelerin bir kesimi tarafından bazı eleştiriler yöneltilir. Kropotkin’in de katıldığı bu karşı hareket anarşizmin doğuşudur aynı zamanda. “ Ve çoğu kişi o zaman, kökeni ne kadar demokratik olursa olsun, her türden hükümetin ve hükümet benzeri yapılanmanın ne denli bucak bucak kaçılacak bir şey olduğunu gördü. İşte çağdaş anarşizm Enternasyonal’in Londra’daki Genel Kurul’una karşı bir hareket olarak başladı ve Jura Federasyonu da bu hareketin merkezi oldu.”[20] diyerek çağdaş anarşizm vurgusu yapar.
Kropotkin’in anılarında, “Ancak fark ettim ki, ekonomik ve politik ayrıcalıklarına son verilecek sınıf tarafından da derinlemesine özümsenmedikçe –barışçıl ya da kanlı- hiçbir devrim gerçekleşemezdi.” [21] cümlesindeki yargısını, Rusya’da köleliğin kaldırılmasında 1793 ve 1848 devrimlerinin etkisiyle, köylülerin özgürlüğüne kavuşması fikrinin toprak sahipleri arasında yaygınlaşmasına bağlamaktadır. Devrimlerin, yani hızlanmış evrimlerin, gelişmelerin, değişikliklerin, yavaş, aşamalı evrimler gibi insan toplumlarının doğası ile uyum içiresinde olduğunu düşünür. Paris Komünü’ nün, idealler yeterince belirlenemeden gerçekleşen toplumsal patlamanın bir örneği olduğunu, ezilenlerin neyi gerçekleştirmek istediklerinin kafalarında olabildiğince eksiksiz ve net canlandırmaları gerektiğini özellikle belirtmektedir.
İsviçre’den dönüşte, Ünüversiteden dostu olan Dmitriy Klements’in önerisiyle, Rusya’da en etkili anarşist gruplardan olan Çaykovski grubuna girer. Bu grubun programını yazar. Bu grupta katıksız bir içtenlikle çalıştıklarını, paraları olduğu halde emekçiler nasıl yaşarsa öyle yaşadıklarını, yüksek öğrenim gören varlıklı ailelerin kızlarının aynı zamanda dokuma fabrikalarında çalıştıklarını, bütün zamanlarını örgütlenmeye, propaganda ve ajitasyon yapmaya ayırdıklarını ifade etmektedir. Tutuklandığı Petropavlovsk kalesinde, Dekabristlerden, (cumhuriyet yanlıları, serfliğe ilk karşı çıkanlar) Dostoyevskiy’ e, Bakunin’ e kadar kuşaklar boyu Rus entelektüellerinin bu kalede hapis yattığını düşünerek dayanma gücü edinir. Kitaplar edinmesine ve küçük çaplı bir kitaplık oluşturmasına izin verilir. İki yıl hapiste kaldıktan sonra arkadaşlarının organize ettiği bir planla kaçarak, İngiltere’ye Edinburg’a gider ve 1917 Ekim devrimine kadar bir daha dönemez Rusya’ya. Edinburg’dan daha düzenli doğru dürüst bir iş bulma umuduyla Londra’ya geçer. Orada “Nature” dergisi ve “Times” a yazdığı yazılardan aldığı küçük teliflerle yaşamını sürdürmeye başlar.
1877 de tekrar İsviçre’ dedir ve Enternasyonal’in Jura Federasyonu’na katılır. Ancak, daha sonra, Enternasyonal’ de meydana gelen ayrılık ile Bakunin ve arkadaşları, Marx ve Engels’ ten ayrılırlar. Ayrılığa neden olan çatışmanın kişisel hesaplaşma olmadığını vurgular ve nedenlerini şöyle belirtir. ”Bakuninistlerle Marksistler arasındaki çatışma, kişisel bir hesaplaşma sonucu değildi. Federalizmle, merkeziyetçilik; özgür komünlerle, devlet baba yönetimi; halk yığınlarının özgür yaratıcı eylemiyle, kapitalist yapının yarattığı mevcut koşulların yasalar yoluyla iyileştirilmesi arasındaki kaçınılmaz çatışmaydı bu.”[22] İsviçre, Belçika, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde anarşist-sosyalizmi örgütleme çalışmalarını sürdürür. Konferanslar, kongreler, eğitim ve yazım çalışmaları farklı yer ve mekanlarda kalmasına neden olur. Kendi deyimiyle” bir gün sarayda geceliyorsam, ertesi gün yoksulun yoksulu bir işçi evinde kalıyordum.” [23] Bu çalışmalar esnasında Lyon’da ve Clervaux merkez cezaevinde 3 yıl hapis kalır. Üniversite eğitimi gördüğü Cenevre’de tanıştığı ve 1878 güzünde evlendiği eşi Sofya Grigoryevna ise hapis süresince, cezaevinin hemen yakınındaki köye yerleşerek, onun yakınında, bir tür gönüllü sürgünlük ile kocasının yazgısını paylaşır.
Kropotkin’in anılarında yer verdiği anarko-sosyalizmin kuramsal formülasyonlarına ve bazı temel görüşlerini ifade eden pasajlara baktığımızda: “Herkes bilgi ve yeteneğini herkesin yararına sunacaktı; bu amaçla da, herkesin üretim gücünün, herkesin en fazla yararına olacak biçimde birleştirileceği, bütünleştirileceği örgütler oluşturacaklar, bu arada bireysel girişimciliğe de tam bir genişlik, özgürlük sağlanacaktı. Bunun yanı sıra, üretici birlikleriyle tüketici komünlerinin birleşmelerinden oluşmuş komün federasyonları doğacak ve bunlar da kendi aralarında birleşeceklerdi. Bütün bu birlik ve komünlerin kurulmaları, birleşmeleri özgür uzlaşma temelinde gerçekleşecekti.” [24] sözleri ile hayalindeki toplumun genel çerçevesini çizdiğini görürüz.
“Bireysel girişimcilik özendirilecek; tekliğe, merkeziyetçiliğe duyulan hevesler ise kırılacaktır. Ayrıca, bu toplum asla birtakım sabit, cansız, değişmez formlar içinde kristalize olmayacak, tam tersine görünüşünü, biçimini sürekli değiştirecektir.” [25] sözleri ise, tasavvur ettiği toplumu çizerken, bireysel girişimciliği önemsemesi ve merkeziyetçiliğe olan karşı tutumunu açıklar. “Biz aslında, özgürlükten kaynaklanabilecek geçici rahatsızlıkları gidermenin en iyi yolunun yine özgürlük olduğunu söyleyen eski ilkeye dayalı olarak çalışıyorduk. Gerçekten de insanoğlu bağrında, geçmiş zamanlardan miras olarak devraldığı-henüz yeterince değerlendirilmemiş-toplumsal alışkanlık adı verebileceğimiz- bir çekirdeği barındırır. İnsanlığın tüm ilerleyişinin temelinde bunlar yatar ve insanoğlu fiziksel ve zihinsel olarak soysuzlaşmadıkça bu alışkanlıklar ne bunlara karşı olanların eleştirileriyle ne de geçici bir takım karşı çıkışlarla yok edilebilirler. Hayatı ve insanı tanıdıkça bu düşünceler, düşünce olmaktan çıkıp inanç halini aldı bende.”[26] diyerek, insanın geçmiş yıllardan devraldığı, ve özgürlük arayışının temelini oluşturan bir toplumsal alışkanlıktan söz eder.
Kropotkin, “ tek tek kişilerin davranışları ne denli ahlaksızca olursa olsun, insandaki ahlaki temelin, insanlık ayakta durdukça içgüdü olarak varlığını sürdüreceğine” ( 1.Cilt Sf.35) inanır.
“İşin en başında sosyalizm, Saint-Simon, Fourier ve Robert Owen’ce temsil edilen üç ayrı doğrultuda gelmeye başlamıştı. Saint – Simonizmden sosyal demokrasi, Fourierizmden anarşizm çıktı, Owen’in öğretisindense İngiltere ve Amerika’da sendikalizm, kooperatifçilik ve belediye sosyalizmi denilen hareketler doğduysa da bu hareket özünde hep sosyal demokratların devletçi sosyalizmine düşman kaldı.” [27] derken anarşizmin tarihsel gelişimine dikkat çeker. “Proudhon, Fourier ve Owen’in çabalarının sürdürücüsü olmuş, Bakunin’ se açık ve kapsamlı tarih felsefesi anlayışını çağdaş kurumların eleştirisine tatbik ederek, ‘yıkarken, aynı anda da inşa etmiş, yıkarak yapmıştır.’ Ancak bütün bunlar birer hazırlık çalışmasıydı.”[28] sözleriyle Bakunin’in bu tarih içindeki yerini değerlendirir. “Bana göre anarşizm geçmişte insan bilimlerine uygulanan metafizik ve diyalektik yöntemlerden bambaşka bir yolda geliştirilecek, bütün bir toplum ve doğa felsefesiydi. Bana göre anarşizm doğal bilimlerde kullanılan yöntemlerle yapılandırılmalıydı.”[29] sözleri ile de kendi katkısını bu tarihe eklemeyi ihmal etmez.
Kitabın birinci cildinde 1980 li yıllarda Sovyetler Birliği’nde Kropotkin’e nasıl bakıldığını anlatan, Bayan Tvardovskaya’nın 40 sayfalık bir önsözü yer almaktadır. Kanımca Kropotkin’e hakkını veren bir yazıdır. Burada da belirtildiği gibi serfliğe karşı ilk başkaldırı duygularının baba evinde gelişmiş olabileceği, ama bu koşullar altında binlerce soylu çocuğu bulunduğu halde bu koşulları normal saymışlardır. Sibirya yıllarında tanık olduğu “ rüşvetçi-örümcekler” dediği bürokrasi, devlete ilişkin düşüncelerinin oluşmasında etken olmuş, Lena ırmağında her gün on dört saat boyunca suyun içine diz çökmüş durumda altın arayan işçilerin çalışma koşulları, bu acımasız sömürü onu derinden sarsmıştır. Mutlakiyete ve Çarlığa duyduğu nefret onu bütünüyle devletin reddine götürmüştür.1876’da Bakunin’in ölümünden sonra, anarşizmin tartışılmaz kuramcısı ve otoritesi kabul edilir.1879’ da kurduğu gazetesi Revolte (isyancı) kuramın oluşturulmasına ve yayılmasına uzun yıllar hizmet eder. Kropotkin’in, devrimci de olsa her eğemenliğin, yığınların girişimciliği ve kendiliğindenciliği ile belli çelişkiler içinde olabileceği ve devrimci diktatörlük temelleri üzerinde kişisel diktatörlüğün (Sezarizm) gelişebileceğini öngörmesi ise uzak görüşlülüğün bir tezahürüdür.
“Evrimi Etkileyen Faktör olarak Karşılıklı Yardımlaşma” adlı kitabı ile, insanda ahlakın başlangıcı ve kaynağının temelinin; doğadaki hemen tüm canlı varlıklara özgü, birlikte yaşama (toplumsallık) içgüdüsünün, daha da gelişmiş olmasından başka bir şey olmadığını söyler. Kropotkin, “ tek tek kişilerin davranışları ne denli ahlaksızca olursa olsun, insandaki ahlaki temelin, insanlık ayakta durdukça içgüdü olarak varlığını sürdüreceğine” [30] inanır. Bu anlamda ondan geriye kalan miras karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmanın oluşturduğu etiktir. Ayrıca, “Bir sosyalist her zaman kendi emeğiyle geçinmelidir.” [31] derken sosyalist kişiliğin temel portresini çizer. Gerek, “Mahkümun işi kölenin işi gibiydi; insana esin vermeyen, insanı coşturmayan, ona çalışmanın zorunluluğu bilincini aşılamayan bir işti bu. Mahküma bir zanaat öğretebilirsiniz, ama ona bu zanaata sevgiyi aşılayamazsınız.” [32] gerekse de “Açık sözlülük insanlar arasında iyi ilişkiler kurmanın en iyi yoludur.”[33] şeklindeki tespitlerine bugünün bilimsel verileri ışığında baktığımızda; insanı, psikolojik ve toplumsal boyutuyla, bir bütün olarak tanıyan ve kavrayan ifadeler olduğu görülür.
Sürdürdüğü hareketli ve aşırı çalışma onu yormuştur, hastadır ve kalp krizi geçirmiştir. Şubat devriminden sonra Rusya’ya, yurduna döner. Aralarında geçici hükümetin bakanlarının da bulunduğu binlerce kişilik bir kalabalık tarafından görkemle karşılanır. Önsözde belirtildiğine göre Kropotkin V.İ.Lenin ile birkaç kez görüşür. Daha sakin olması açısından Dmitrov kentine yerleşir. Lenin, “Pyotr Alekseyeviç bütün o güzel geçmişiyle ve yaptığı işlerle bizim için çok değerlidir” [34] diye sözeder “ Rus devriminin dedesi” için. 1918, 1919, ve 1920 li yıllarda yazdığı mektuplarla yapılan uygulamalara eleştiriler, uyarılarda bulunur. “kızıl teröre” sert eleştirileri olur. Kooperatifleşmenin olabildiğince teşvik edilmesini, yerel güçlerle yerel inşadan bahseder ve yerel güçlerin harekete geçirilmesi sağlanmadıkça, inşaya en alttan, köylü ve işçiden başlanmadıkça, yeni hayatın kurulabilmesinin olanaksız olduğunu söyler. Kropotkin’in, o günkü tespitlerine bugünden baktığımızda; küçümsenmeyecek öngörülerde bulunduğu görülmektedir. Bunda keskin gözlem yeteneği ve bilimsel düşünme gücünün büyük payı olduğunu düşünüyorum.
Kropotkin 8 Şubat 1921’de Dmitrov kentinde ölür. Çocukluğunun kenti Moskova’da, on binlerce kişilik mahşeri bir kalabalık kendisini son yolculuk için, Gogol’un, Çehov’un, Mayakovski’nin ve Nazım Hikmet’in, mezarının da bulunduğu Novodeviçye (gençkızlar) Mezarlığı’na dek uğurlar.