e
sv

Erkeklerden Alacaklıyız

1129 Okunma — 09 Ekim 2020 21:14
Nevra AKDEMİR
Kadınlığın ev işleri ve soyun sürdürülmesi üzerinden tanımlanması, yani kadınların toplumsal yeniden üretim “görevleri” üzerinden tanımlanması ile şiddet arasında nasıl bir bağ olduğu ise medyada önümüze düşen tüm şiddet haberlerinde neredeyse tekrar ediyor.

Kadınlara yönelik erkek şiddeti haberleri giderek vahşileşerek bir süredir gündemi kaplamaya başladı. Üstelik tüm dünyada. Daha dün 46 yaşındaki adam, imam nikahlı olarak birlikte yaşadığı kadına “yemeğin tuzu az” diyerek şiddet uyguladığı sırada 23 yaşındaki kadın kendisini meyve bıçağı ile savunmak zorunda kalmış. Belli ki zorla evlendirilen bir kadın var, kendini savunmasa belki bir kadın cinayeti haberi okuyacaktık. Aynı günde düşen bir başka haber ise hamile bir kadının Urfa’da, nikahlı olduğu adam tarafından odaya kapatılıp saymaya yüreğimin dayanmadığı şekilde, günlerce işkence ettiği, haberi oldu.

Kadınlığın ev işleri ve soyun sürdürülmesi üzerinden tanımlanması, yani kadınların toplumsal yeniden üretim “görevleri” üzerinden tanımlanması ile şiddet arasında nasıl bir bağ olduğu ise medyada önümüze düşen tüm şiddet haberlerinde neredeyse tekrar ediyor. Kadın emeğine dair bir rapordan faydalanalım: 18 Eylül Uluslararası Eşit Ücret Günü’nde yayınlanan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Dairesi’nin (DİSK-AR) Çalışma Hayatında Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği raporuna göre erkekler kadınlardan yüzde 31,4 daha fazla gelir elde ettiğinden, ücretler arasındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliği artıyormuş. Bir karşılaştırma yapılmış ve 2006 yılında yüzde 12 olan ücret farkı, 2019’da yüzde 20,7’ye yükselmiş. Kendi hesabına çalışanlar açısından ise durum daha da vahim: Kendi hesabına çalışan erkeklerin geliri kadınlardan yüzde 77,3, yevmiye ile çalışan erkekler ise kadınlara göre yüzde 85,8 daha fazla gelir elde ediyor.

Kadınların üretim süreci içinde olmama nedenleri, kadınların cinsiyetlenmiş bir emek piyasasında kendilerine insana yakışır ve güvenceli iş bulamamasının, bulsa da aynı kalifikasyonda olmasına rağmen daha cinsiyeti nedeniyle emeğinin değerinin düşürülmesinin önemli bir yeri var. Ancak kadınların dünyanın hemen hemen her yerinde ücretli veya piyasada değeri olan bir işi yapmaya dair isteği ve girişimini belirten oran, istihdam oranı erkeklere göre daha düşük. Bunun belirgin nedeni, ev ve bakım işlerinin kadınların üstünde neredeyse doğallaşmış bir görev gibi önceliklenmesi. Kadınlar öncelikle çocuk, hasta, engelli ve yaşlı bakımını üstleniyorlar. Kurumsal bakım hizmetinin devletin üstlendiği bir kamusal hak olmadığı yerlerde ise kadınların hane içi karşılığı ödenmeyen emek gücü olarak ayırdığı zaman çok daha yükseliyor. Kadınlar bu açıdan, devletin kamusal haklarının tırpanlandığı her yerde daha fazla, devletin çekildiği alanları telafi etmek üzere çalışmak durumunda kalıyor.

patriyarkanın kurulduğu yüzyıllar öncesinden beri erkeklerden alacaklıyız; emeğimiz kıymetsiz değil!

Erkeklerin bu işlerde sorumluluk almaması ise hane içi bakım, ertesi güne güç toplama ve hazırlanmayı öngören ev işlerine ayrılan emek zamanından muaf kalması ise piyasada karşılığı ödenen işlerde daha fazla çalışmalarını ve dolayısıyla da bu eşitsizliğin yarattığı güç ilişkileri ile piyasayı istedikleri gibi belirleyebilmelerinin önünü açıyor. Bu bir kısır döngü. Kadınlar bir alandan çekildikçe, erkekler kadınların o alanda asla var olamayacağı şekilde o alanı yeniden biçimliyor denilebilir. Pandemi döneminde de bu çok açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Bu süreçte kamusal eğitim hizmeti eve taşındı. Eğitim hizmetinin online olarak evden verilmesi, kadınların eve daha da hapsolmasına neden oldu.

Hane içi bakım hizmetlerinin tüm günü organize etmeyi ve bilfiil emek vermeyi gerektiren bir hizmet olduğu apaçık biçimde ortada. Pandemi döneminden önce ücretli ve ücretsiz toplam çalışma saatine bakıldığında kadınlar (7 saat 4 dakika) erkeklere kıyasla (6 saat 10 dakika) günde yaklaşık 1 saat daha uzun çalışmaktaydı zaten. Ancak Pandemi döneminde işlerin bir kısmının eve taşınması, yeni bir normali hayatımıza döşedi. Söz konusu “normal”, cinsiyetlenmiş ve ırkçı bir zeminde yeniden inşa edildiği için, kimliğimize ve sınıfsal pozisyonumuza göre katman katman eziyet getiriyor. Devletin piyasalaştırdığı ve icrasından çekildiği her hizmet, hayatın dönmesinden sorumlu kılınan kadınların sırtına yeni görevler bindiriyor.

Ya şiddet? Kadınların aşk, şefkat ve sevgi duygularıyla üstlendiği hatta birbirleriyle rekabet ederek kendilerini ev-kadını, namuslu kadın, makbul kadın kimlikleri üzerinden ezme ezilme ilişkilerine “rıza” gösterdiği ve hatta bazen onun parçası haline geldikleri noktada başlıyor işte. Erkeklerin tahakkümlerine itiraz eden kadınlara, eşitçe ve insan gibi yaşamak isteyen kadınlara, karar veren ve uygulamak isteyen kadınlara, reddeden kadınlara veya hiçbir şey söylemeyen sadece hayatta kalmak isteyen kadınlara, kısacası her kesimden kadına değen bir şiddet söz konusu. Erkekleri kadınlardan güçlü, haklı, özgür, üstün görüldüğü her durumda devletin ve toplumun yargılarını arkasına alan şiddet ile kadınlar karşı karşıya. Tüm mekanizma basitçe bir emeğe, bedene ve tarihe el koyma. Aynı kapitalistlerin emeğin artı değerine el koyarak birikim yapabilmesi gibi, kadınların emeğine el koymanın kurumsallaştığı bir hal bu şiddet. Bu yüzden patriyarkanın kurulduğu yüzyıllar öncesinden beri erkeklerden alacaklıyız; emeğimiz kıymetsiz değil!

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.