arama

“Öyle mi Alay Komutanı?”

Nevra AKDEMİR
İncelikli ırkçılık çok önemli bir kavram, kişinin mağduriyetini tanıdığı anda siyasal özne gücünü çalma ihtimali bulunan bir tutuma dönüşebiliyor. Siyasal öznenin değiştirici gücü ve etkileme kapasitesini tanımamak anlamına geliyor yani.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Nevra Akdemir Nevra Akdemir
  • 1 Star
    Loading...

Zizek bir konuşmasına şu fıkra ile başlıyor: Mütedeyyin bir grup alenen değersizliklerini ve günahlarını ilan etmek için toplanıyorlar, kendilerince önemli bir gün ve yerde ve başlıyorlar dini ritüellerine. Önce çok zengin bir tüccar kendinin ne kadar değersiz ve günahkâr olduğunu anlatıp af dilemek istiyor; daha sonra zengin bir sanayici başlıyor konuşmasına ve yakarıyor. Hemen onların ardından sıradan bir adam başlıyor aynı yakarışla af dilemeye, kendisinin de değersiz olduğunu söyleyerek. Ancak ilk iki önemli mütedeyyin rahatsız olur ve din adamını dürtükler, “Bu fakir adam kim oluyor ki değersiz olduğunu söyleme cüreti gösteriyor, esas hiç bizleriz.”

Zizek, bu anekdotu, inceltilmiş ırkçılık ve Trump’ı yaratan soldan kaçış politikalarına dair konuşmasında kullanmasına karşılık biz, örneğin Erdoğan’ın ve onun yönettiği, her zaman “mağdur ve haklı olan” (!) iktidarın, mağduriyetin sınırını çizerek olmakta olanı tanımlayışı ve varsayılan mağduriyetlerin kimlik olarak taşınmasını sağlayışı; aynı zamanda bir karşıt kurgu ile rekabet ederek olup biteni perdelendiği sistem, tam da böyle incelikli mekanizmalarla sürüveriyor. Zizek’in konuşmasında akademide bu fıkranın nasıl sürdüğüne dair aktarımları ise öyle tanıdıktı ki bu haftayı buna ayırmaya karar verdim.

Kadın cinayetlerine sıkışan bir kadın hareketinin kadınların politik tarihi ve gündelik hayat mücadelelerini görünmez kılması…

Mağduriyet yarışı, tikel kimliklere hapsolmamıza neden olmanın yanı sıra, Zizek’e göre evrensel olana giden kimlik belirlenimini de iktidar olan, Avrupalı beyaz erkekle sınırlıyor incelikle. Örneğin Kürt kimliğinin mükemmel ama egzotik hünerlerini överken, Kürtleri “Kürt çalışmaları” içine de hapsetmiş oluyor. Aynı, kadınları ve toplumsal cinsiyeti, ana akımlaştırmaya çalışırken kadın çalışmaları içine hapsetmesi gibi. Veya göçmen akademisyenleri göç çalışmalarında uzmanlaşmaya sıkıştırması gibi. Böylelikle uluslararası ilişkiler veya “önemli politik ekonomik” konuları erkekler arası bir hale getirebiliyor. Dahası bu kimlikler bağlam bağımlı aslında. Türklüğe sahip çıkmak Avrupa’da aynı egzotik ve ırkçı olmayan yaklaşımı gösterirken Avrupalılara, örneğin NSU cinayetlerini konuşurken Türkiye’de durumun nasıl farklılaştığı ortada aslında. Dahası, ırkçılık ve asimilasyon politikaları düzleminde konunun sıkışması da mağdur olanlara bir tür kırılganlık atfederek çocuk muamelesi yapılması gibi bir duruma yol açıyor.

Dolayısıyla Kürt siyasal hareketinin tarihi ve politik önerilerini tartışılmaz kalabiliyor örneğin. Kadın cinayetlerine sıkışan bir kadın hareketinin kadınların politik tarihi ve gündelik hayat mücadelelerini görünmez kılması gibi. İncelikli ırkçılık çok önemli bir kavram, kişinin mağduriyetini tanıdığı anda siyasal özne gücünü çalma ihtimali bulunan bir tutuma dönüşebiliyor. Siyasal öznenin değiştirici gücü ve etkileme kapasitesini tanımamak anlamına geliyor yani. Hayatınız boyunca birkaç kimliğin taşıyıcısı olmak, bu kimliklerin yaşam tarzlarına içinde yaşanılan toplumda yer açılması oldukça hoş bir ideal. Peki, bu kimliğin içindeki güç ilişkilerine göre belirleniyorsa yaşam tarzları ve öncelikler, o halde dondurulmuş tuhaf tavırların olduğu bir egzotik müzeye dönüşmesi rahatsız etmeyecek mi? Örneğin bazı kimliklerin parçası olarak kölelik, kadın sünneti veya erkeklerin çok eşliliğini savunmak mümkün olabilir mi bu çağda?

Evrensel olana dair müdahale kapasitesi ile cins ve sınıf ilişkilerinin doğurduğu sömürüye karşı mücadele etmenin kimlikler arası olduğu kadar kimlik-içi bir gereklilik olduğu nasıl gözardı edilebilir. Kendilerine Ak Gençlik diyen Erdoğancı bir grup çok başarısız bir “Sen kimsin?” kampanyası yapmış. Erdoğan’ın çok sevdiği bir atar kalıbı olduğu için olsa gerek, takdire şayan bir hızla Erdoğan dönemindeki tüm kayıplar, acılar ve zulümler ile içi doldurulmuş cevaplar yapıştırılmış: “Ben Dilek Doğan’ım, hani evine gelen polise ‘galoş giy’ dediği için ailesinin gözü önünde öldürülen”, “Ben Berkin Elvan’ım, elinde ekmeği ile eve giderken öldürülen”, “Ben İpek Er’im, alıkoyduğu ve günlerce tecavüz edildiği için ölüme sürüklenen.”… küçücük çocuklardan yaşlı insanlara… Bu insanların dışında daha şanslı olanlar da var tabii, yaşamına devam edebilen: öğrenciliği biter bitmez borçlanan, işsiz kalan, ismi nedeniyle ayrımcılığa uğrayan, KHK listesinde olduğu için vatandaş haklarından mahrum kalan, haksızlığa uğradığı halde mahkemelerde hakkını alamayan, cümlelerine oto sansür uygulayan, anadilini konuşamayan, mezhebini söyleyemeyen… Maden işçisinin örgütlenmesine ömrünü adayan Kamil Kartal’ın, “Öyle mi alay komutanı? Burdayız biz. Şimdi bize güç göstereceksiniz ha! Ve biz bu güçten korkacağız öyle mi? Vallahi de korkmuyoruz, billahi de korkmuyoruz sizden!” diyerek bulaştırmayı arzuladığı cesaret ile direnmeden bu döngüyü kırabilir miyiz?