1908 Meşrutiyet’inden sonra yalnız siyasal rejimde bir dönüşüm yaşanmayıp politik ilgi ve kültürel yönelim de yeni aramaya koyulmuştur. Simgesel başlangıcı 1911 Genç Kalemler dergisine kodlanan Türkçülük-Turancılık akımı, özellikle de asker kökenli aydınlar açısından daha erken ilgi çeker olmuştu. Erken dönemde Şemsettin Sami, Ahmet Vefik Paşa, Mizancı Murat gibi isimlerin Türk unsurunu öne çıkaran düşünceleri vardı. Türkçülük-Turancılık düşüncesinin önemli simalarından Ziya Gökalp’in milliyetçi ve Turancı içerimleri olan bir “Şark Mefküresi”nden söz ettiği görülür. Ziya Gökalp’e göre Garp’ten uzaklaşarak Şark’a dönmek düşüncesine çok da uzak olmayan Osmanlı seçkinleri, Şark Mefkuresi’ne ılımlı yaklaşacaklardır. Birinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren de başta Almanya’daki sosyalist hareketlerden esinlenmiş olan sosyalistler, savaşın sonuna doğru Rusya’da gerçekleşen Bolşevik Devrimi’nden de cesaretle Anadolu’ya yeni bir siyasi anlayışı getirmeyi denemişler, ancak 1920’de şekillenen yeni siyasi dengenin arasında ezilmişlerdir. Bu yazıda özellikle de 1920 başından 1921 başına kadarki bir yıl içerisinde Anadolu’da yeşermekte olan komünistlerin, deyim yerindeyse, başı ezilecektir.
Anadolu’da yeşermeye başlayan komünist siyasetin boğulması, çeşitli nedenlerden dolayı egemenler açısından fazla zor olmamıştır. Çarlık Rusya’sının yıkılışının ardından kurulan Sosyalist Sovyetler sadece Anadolu’daki eşraf ve mütegallibeyi tedirgin etmemiş, aslında onlardan ziyade Batılı büyük kapitalist ülkeleri tehdit etmiştir. Bundan dolayı da alelacele, Sovyetlerin etrafını çeviren bir müttefik devletler oluşturma siyaseti güdülmüş, Türkiye devleti de bu fırsattan istifade etmeyi bilmiştir. Bolşevik Rusya ise devrimin hemen sonrasında kendi sorunlarına bile çözme konusunda bile becerikli olamamıştır ki çevre komünistlerine arka çıkabilsin. Ancak o dönemde dünyaya bir komünizm korkusunun yayıldığı da ortadadır. Bu korkunun yayılmasında özellikle siyasal propagandanın işlevi önemlidir sanırım. Örneğin Mustafa Suphi ve yoldaşları Kars’tan giriş yaptığı zaman köy ve kasabalardan ilerledikçe, önden gizlice giden askerlerce yönlendirilip hakkında hiçbir şey bilmedikleri halde, “Komünistler geliyor, Komünistlere bu ülkede yer yok” tarzında bağrışmalarla taşlanmışlardır.
Burada ele alacağım/ tanıtacağım Emel Akal’ın kitabının tam adı Moskova-Ankara-Londra Üçgeninde İştirakiyuncular, Komünistler ve Paşa Hazretleri.[1] Dönemin yerel ve uluslararası siyasetiyle ilgili çok detaylı veriler sunan, orijinal belgeler üzerinde çalışılmış, önyargılardan uzak, yetkin bir tarih incelemesi var önümüzde. Belli bir dünya görüşü üzerine odaklanan çalışmaların genel zaafı, söz konusu görüşe yakınlık ya da uzaklığa göre aşırı negatif veya aşırı pozitif tutumları yansıtmaktan geri duramayışlarıdır. Söz konusu komünistler olduğunda hele de Türkiye’de hem resmi tarihçiler ve ona yaslanan akademisyenlerin yazdıkları hem sağcı dünya görüşünden beslenen siyasetçi veya tarihçiler, komünistleri veya onlara yakın duranları daha baştan batırmaya yeminli oldukları için sağlıklı şekilde ele almamışlardır. Belgelere dayandıklarını iddia etseler de istedikleri gibi kullandıkları askeri arşivlerde yer yer tahribat yapmışlardır. Gün geçtikçe bu konularda yeni detaylar, yeni belgeler açığa çıkmakta ve dönemin tarihiyle ilgili daha sağlıklı bilgiler edinilebilmektedir. Emel Akal’ın çalışması bu konuda en yetkin çalışmalardan biri olmuştur kuşkusuz. Üzerinden yüz yıllık bir zaman geçmiş olmasına karşın, Milli Mücadele dönemi diye andığımız dönem hakkında yeteri kadar çalışma yapılmadığı söylenebilir. Bu dönem ve Mustafa Kemal hakkında yazılanlar çoğunlukla ya hayranlıkla ya nefret dile getirilmiş çalışmalardır.
Göz önüne aldığımız Doğu coğrafyasıyla ilgili en büyük değişim elbette 1917 Bolşevik Devrimi oldu. Dönemin Bolşevik Rusya’nın lideri Lenin’in 3 Aralık 1917’de “Rusya’nın ve Şark’ın Tüm Müslüman Emekçilerine” hitaben yaptığı ünlü konuşması, Müslüman-Türkler arasında ister istemez büyük ilgi uyandırmıştı. O tarihlerde Bolşevik Rusya olarak alınan komünist ülkenin adı daha sonra, ancak 1922’de, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olacaktır.
1920’li yılların Anadolu coğrafyasında yaşananları anlayabilmek için, bu coğrafyayı yeniden dizayn edebilecek güçte olan ülkelerin pozisyonlarını iyi anlamak gerekir. 19. Yüzyılda dünyaya emperyalist yayılımına dikkat çekilerek adına Güneş Batmayan İmparatorluk denen İngiltere, bu dönemin uluslararası hegomonuydu. İngiltere’nin Ortadoğu ve Kafkasya’da konuşlanmış askerleri bulunuyordu ve o günlerde neredeyse dünyanın her yerinde bir şekilde söz sahibi olabiliyordu. Bu anlamda dönemin en iddialı devleti İngiltere’yi ve Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkmıştı. Birinci Dünya Savaşı başladığında İngiltere’nin, Osmanlı topraklarının Anadolu tarafında gözü olduğunu iddia etmek zor. İngiltere için daha ziyade Hindistan’a giden yolların güvence altına alınması önemlidir. Bu nedenle de Anadolu’dan ziyade Mısır ve Arabistan’la ilgilenmektedir. Anadolu daha çok Rusya’nın ilhak planlarına dahil bir coğrafyadır. Rusya, bir Ermenistan Devleti kuracağını ileri sürerek Doğu Anadolu’yu istemekteydi. Ayrıca, Birinci Dünya Savaşı’na girerken Müttefikleriyle savaş sonunda kendisine İstanbul ve Marmara kıyılarının verileceği hususunda anlaşmıştır. Elbette bütün bu gizli anlaşmalar da ancak Bolşevik Devrimi sonrasında Rusya’nın yaptığı gizli anlaşmaların afişe edilmesiyle mümkün olmuştu.
Müttefik ülkeler çok kısa bir süre içerisinde savaşı kazanacaklarını düşünerek savaşa girmişlerdi. Ancak Birinci Dünya Savaşı uzadıkça uzamış, 1914’te hesapta olmayan pek çok şey ortaya çıkmıştı. Bunlardan biri de Anadolu’nun paylaşılması sorunuydu. Tam savaşın ortasında, 1916’ya gelindiğinde Rusya, İngiltere ve Fransa kendi arasında Sykes-Picot Anlaşmasını yapmıştı. Bu anlaşmayla İstanbul, Boğazlar ve Marmara’nın Trakya kıyıları Rusya’ya bırakılmıştır. Bu tarihte, Osmanlı Ordusu Sarıkamış’ta yenildiği için Erzurum, Erzincan ve Trabzon zaten Rus ordusunun işgali altındadır. 1917’de Rusya’da devrim olduğundaysa Müttefikler aşırı bir şaşkınlığa uğramışlardı. Birdenbire telaşa düşüp hızlı bir şekilde kendi aralarında başta Ortadoğu’yu paylaşmaya çalıştılar. İngilizler alavere dalavere Osmanlı Devleti ile tek başına Mondros ateşkes anlaşmasını imzalamıştır. İttihat Terakki hükümetinin dağıtılmasından sonra kurulan kukla hükümetle imzalanmıştır bu anlaşma.
Anadolu’da ve İstanbul’da ise Türk cephesinde de işler iyice karışmış durumdaydı. Talat, Enver, Cemal Paşalar yurtdışında, Mustafa Kemal, Anadolu’da Bolşevik Rusya ile ittifak yapmaya çalışıyordu. Söz ittifak politikası 5 Şubat 1920’de Mustafa Kemal’in “Kafkas seddini yıkma taktikası” adı altında kağıda dökülmüş ve 6 Şubat’ta “Türkiye’nin siyasi vaziyeti” başlığıyla, direnişi destekleyen tüm komutanlara gönderilmiştir. Mustafa Kemal, Bolşevik Rusya ile işbirliğini, hatta ittifak konusunda gayet net, bilinçli bir tavrı 1920 başında almıştır ve göründüğü kadarıyla yanında sadece Kazım Karabekir vardır. Rauf Orbay, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü ve Bekir Sami gibi İngilizlerle ittifak yapmaktan yana olanlar, İngilizlerin tutumu ve kaçak olarak yurt dışında bulunan İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin de Bolşevik Rusya’yla ittifak politikalarını savunması dolayısıyla söz konusu ittifak görüşmelerine pek ses çıkarmamışlardır. Ancak şunu unutmamalı ki, Mustafa Kemal 6 Şubat 1920’de, Bolşeviklerle ittifak politikasını komutanlara onaylatmasından topu topu beş gün sonra 11 Şubat 1920’de, İstanbul’daki Rauf Bey, tam karşıt bir yaklaşımla İngilizlere: “Bizi Anadolu’da destekleyin, Bolşevikleri Kafkaslarda durduralım” diye yazdığı bilinmektedir. Rauf Bey, İngilizlerin “Türkiye’nin bağımsızlığını onaylaması koşuluyla” Bolşevikleri Kafkasya’da düşünmektedir.
Mustafa Kemal’in başında bulunduğu bir askeri yapının, Anadolu’nun batı illerinde Redd-i İlhak, doğu illerinde Müdafaa-i Hukuk adı altında eşraf, mütegallibe ve aşiretler arasında örgütlenmiş durumdaydı. Erzurum ve Sivas Kongreleri ile direniş konusunda kararlılık beyan etmiş ve uluslararası etkisi olacak bir şekilde, bunları duyurmuştur. Anadolu’daki bu örgütlenme, bu dönem toplumda direnmeye karar veren sınıfların ve çıkar çevrelerinin hangi aşamalardan geçerek örgütlendiklerini dikkatle incelemek gerektiğini gösterir. Bu dönemde hem yakın geleceğin hem de uzun geleceğin az çok planlandığını söylemek mümkündür.
16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’daki Meclis-i Mebusan basıldı ve Rauf Beyler tutuklandı. Bu olaydan sonra Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir, Sovyet Rusya ile daha yakından ilişki kurulması doğrultusunda hareket ettiler. Bakü’de Türk Komünist Fırkası kuruldu ve bu partide, Ankara’nın temsilcileri, İttihatçılar ve başka komünistler bulunmaktaydı. Bolşeviklerle kurulacak ilişkiler, bu parti üzerinden yürütülebilecekti. Doğu bölgesinde bulunan Kazım Karabekir, bu partiyle irtibatı sağlamayı üstlenmiş durumdaydı. Karabekir ile Mustafa Kemal arasında da sık sık mektuplaşmalar söz konusuydu. Aynı yılın son aylarında Ankara’daki meclisten Mustafa Kemal’in Mustafa Suphi ve arkadaşlarına, “Siz bu vatanın evlatları olarak buraya gelip burada siyaset yapmalısınız” mealindeki daveti, Bakü’de kuşkuyla karşılansa da bir grup vekille birlikte Mustafa Suphi davete icap ederek Kars sınırından giriş yapacak ancak onlara refakat eden askerler, onları Ankara yerine Trabzon’a götürüp Kahya Yahya’ya teslim edecekler, o da onları denizde boğacaktır. Emel Akal, Nisan 1920’den, Mart 1921’e kadar olan on aylık sürede Komünist Partililerin ve Halk İştirakiyuncuların Ankara Hükümeti tarafından nasıl yok edildiğinin detaylarını anlatılıyor. İç ve dış dengelerin her gün değişmesiyle birlikte, siyasi taktiklerin nasıl değiştiği izlenebiliyor.
Elimizdeki Akal’ın detaylarla anlattığı on aylık süre, kurulacak Türk devletinin geleceğinin şekillenmesi açısından belki de en kritik zaman dilimlerinden biriydi. 23 Nisan 1920’den, Mart 1921’e kadar TBMM Hükümeti’nin ve milli mücadelede öne çıkan kadroların kendi aralarındaki ilişki ve çelişkilerin yanında; Bakü’de Mustafa Suphi’nin liderliğindeki Türkiye Komünist Partisi ile Ankara’da Şerif Manatov liderliğindeki Türkiye Bolşevik Komünist Partisi’ni, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nı ve Yeşil Ordu Cemiyeti’ni ve bu partilerin yeşerdiği iklimi; Ankara ve Moskova’daki iktidar odaklarının tutumunu anlatıyor. Bu süreçte Ankara-Moskova veya Ankara-Londra arasındaki ilişkilerin Türkiye’de iç politika dinamiklerinin nasıl geliştiği, dış dinamiklerin iç dinamikleri nasıl etkilediği gösterilmeye çalışılıyor.
1 Şubat 1921’de Büyük Millet Meclisi’nde gizli celsede İştirakuyunculara son darbe vurulmuştur. Şubat ayına gelene kadar Komünistlere büyük darbe vurulmuş adeta kökleri kazınmıştı ve son kale olarak da Meclis’teki Halk İştirakiyun Fırkası görülüyordu. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinden sadece iki gün sonra, Ankara Hükümeti’nin 27 Ocak 192l’de Londra Konferansı’na davet edilmesinden dört gün sonra, 1 Şubat 1921 tarihinde Meclis’te Tokat Mebusu Nazım Bey’in dokunulmazlığının kalkmasına karar verildi. Ankara İstiklal Mahkemesi’den gelen taleple, Nazım Bey’in milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması için Meclis gizli oturumla toplandı. Oturum Nazım Bey’in gıyabında yapılmış olup toplantıda ilk sözü alan Mustafa Kemal, isim vermeden ama Nazım Bey’i kastettiğini herkes bilerek, onu “yurtdışına, düşmanlarımıza” bilgi sızdırmakla suçlamıştır. Lider Mustafa Kemal’in bu suçlamalarından sonra, diğer mebuslar daha bir galeyana gelerek olur olmaz uydurmalarla suçlamalarını uzun uzun dile getirmişlerdir. Aslı astarı olmayan bu yakışıksız konuşmalar, elimizdeki kitapta da sayfalarca yer buluyor. Mustafa Kemal eski muarızı, sonraki müttefiki muhafazakar mebuslarla birlikte, Anadolu’daki komünist/iştirakiyun hareketin son kalıntılarının temizlenmesi hususunda uzlaşıyorlar ve “her tür komünist siyaseti” de yasaklıyorlar.
İsmail Hakkı, Mehmet Kazım, Hacı Şükrü, Şeyh Servet gibi isimlerin bu dönemde yaşadıkları, roman yazarlarının hayal gücünü bile aşacak niteliktedir. 19. yüzyılın son çeyreğinde doğmuş, siyaset sahnesine 20. yüzyılın ilk çeyreğinde çıkan bu isimler, savaşların, devrimlerin, büyük altüst oluşların içinde büyük bedeller ödemişlerdir. Balkanlardan Sina’ya kadar bölgede savaşan, Bakü’de parti kuran, Moskova’da kongreye katılan, Karadeniz’de öldürülen, Ankara hapishanelerinde bitlenen o insanların tarihi ne yazık ki yeterince yazılmamış, yazılacak kadar ilgi görmemiştir. Gerçi haklarında bilgi ne kadar vardır, nerede vardır meçhul. Belki de olan azıcık belge de çoktan devletin arşivlerinden yok edilmiştir. Okuyacağımız bu kitapta bu insanlara dair olabildiğince samimi şekilde aktarılmış bilgiler var. Bugünden bakıldığında görünen şu ki, bu insanlar yalnızca Türkiye devleti tarafından yok sayılmamış, dönemin bölgede etkili olabilecek tek komünist devleti olan Sovyetler Birliği tarafından görmezden gelindikleri anlaşılıyor. Daha çok yazılması ve tartışılması gereken bir tarihi dönemden bahsediyoruz.
Nazım Hikmet daha 1925’te şunları yazmıştı onlara dair:
“Kazıdık Onbeşler’in ismini,
kanlı kızıl bir mermere! ..
Bir çelik aynadır gözlerimiz,
onbeşlerin resmini
görmek isteyenlere.”
[1] Akal, Emel (2013). Moskova-Ankara-Londra Üçgeninde lştirakiyuncular, Komünistler ve Paşa Hazretleri, İstanbul: İletişim Yayınları.