Bugün Behçet Necatigil’in ölüm yıldönümü. 13 Aralık 1979’da İstanbul’da yaşamını yitirmiş Necatigil. Modern Türk şiirinin önde gelen isimlerinden biridir. Herhangi bir edebi akıma katılmamış; bağımsız bir şair olarak kalmıştır. Şiir dışında, tiyatrolar, mitoloji incelemeleri, sözlük çalışmaları da yapmıştır. Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü ve Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nü Varlık yayınları güncelleyerek halen yayınlamaktadır. Necatigil uzun yıllar lise edebiyat öğretmenliği yapmıştı aynı zamanda.
“Bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı”
Asıl adı Mehmet Behçet Gönül olan Necatigil’in soyadı hikayesi yine şiirle ilgilidir; kendisi divan şairlerinden Necatî’nin hayranıdır ve şiirlerinde onun izinden gittiğini ima etmek için Necati-gil’i kullanmıştır. 15. yüzyıl divan şairi Necatî’nin şiirdeki özgünlüğü bolca kelime oyunları, tevriyeler, cinaslar yapıyor olmasıdır. Necatî’nin Osmanlı divan şiirinin orijinal anlamda temelini attığını söyleyenler bile vardır. Beyitler kitabının başında Necatî’nin şu beyitini koymuştur:
“Acabâ böyle m’olur dünyede hep bû beyler / Fâriğiz edemeyiz kimseye tâpû beyler”
Behçet Necatigil bu beyiti rastgele seçmemiştir elbette, kendi şiirini de nereye oturttuğunu kendisi burada belirtmiştir âdeta. Dünyanın işleri karşısında bir şaşkınlık yaşamaktadır ama kimseye de sorgu sual eylemeyi tercih etmez. Bu bakımdan Behçet Necatigil politik bir yerde konumlanamaz ama ezilmişlerin, dışlanmışların, uyuyacak yer bulamayanların da körü değildir. Elbette Behçet Necatigil, divan şiirini taklit etmiş biri değil; hem edebiyatın hem duygu ve düşüncelerin değişimini, kendi çağını çok iyi şekilde yakalayarak fark etmiş bir şairdir. Yaşadığı çağın en belirleyici niteliğinin yaşamın hızlanması neticesinde insanın parçalanmışlığı olduğunu görmüştür. Bu parçalanmışlık içinde insan yitip gider, hayal gücü ve umudu bile söner gider. “Bu çağlar kıt zamanlar bizi bize komazlar” (Çıkmak) diyen Necatigil, şikayet eder ama fazla da sorgulamaz. Bir şeyler ters gitmektedir ama bir öneri yapmaya da yeltenmez. Şimdilik eve çekilelim demek de az şey değildir belki de. Alelacele hayatı değiştirmeye kalkmak da hıza hız katmak olur belki de; azıcık durup kenarda anlamak gerekecektir önce.
Antik çağlarda şair, “hakikatin efendisi”ydi Kahin ve Adil Kral gibi. Çağlar değişmiştir artık, şair modern yaşamda “hakikatin efendisi” değil, “çağının sesi” olabilir ancak. Çoban Hesiodos, şiirini söylerken sözünün gücünü Tanrılardan aldığını söylüyordu; yeni yaşantısında şair bir zamanların çobanı değildir; çoban sürüyü çeker otun bol olduğu yere, kavalını çalar götürür. Şair kavalını çalar ama kendine çalar adeta, bir köşeye çekilmiştir, uzaktan gözler iç çeker. Yoğun ve hızlı kent yaşamı en çok da içselliği, derinliği, duygulanımları ezer geçer. O yaşadığı çağın tanığıdır yine de:
Necatigil “evler şairi” olarak nam salmıştır çünkü ev, sığınılacak bir kale olarak görülür. İnsanlar saldırı altındadır; onları harcayan, birbirine yabancılaştıran, ezen hayata karşı bu zorlanmaya katlanmak yerine çekilecek bir kale; gidecek başka yer de yoktur zaten. Dağları, uzakları, börtü böceğin dünyasından kopulmuştur bir kere.
Ama herkesin de gidecek evi var mı bakalım? Bazıları bu kadar da şanslı olmayabilir:
Necatigil şiirinde bütün bir imge kurmayı da sever; kısa ve keskin ifadeler bütünlüklü bir imge çıkarıverir ortaya. Derdi ve hedefi elbette imge değildir; o, hayata dokunmak ister ve uzaktan bakanı da hayata dokunmaya, orada oturmaya davet eder. Mesela yaşam ona göre bir “dönme dolap”tır: Yaşama gelirsin insanlar sana yer açar, biraz yadırganır ama pek de umursanmış değildir çünkü girip çıkanlar olmaktadır sürekli yaşama. Ekmek mücadelesi, düğün dernek eğlence de vardır ama her şey hızlıca geçer ve karanlık basar, o sıkışıklıktan kalkılıp gitmek gerekmektedir:
İnsanı ezip geçen kent yaşamı en çok da kadınları etkiliyordur Necatigil’e göre. Kadınlar zor bir hayatın altından umut çıkarmaya da yatkın olmalarına karşın erkeklerin hoyratlığına maruz kaldıklarından tedirginlik de kaçınılmaz olmaktadır. Anlamayan bakış, çok kolay yadırgar hatta suçlar. Oysa insan onurlu ve başı dik durmayı ister ama çaresizlik öyle ne kadar incitse de altından kalkmak zorunludur hayatta. Kadınların direnme gücü hayatın en dramatik anlarında bile bir şeylerle baş etmenin çaresini de bulurlar ama en çok da onlar çocukları için her şeyi yaparlar. Onların boyun eğişleri kendilerinden değil, fedakarlıklarındandır, çocukları içindir:
Geleneksel şiirde söz oyunlarının ve anlam sembolizminin en yoğun olduğu şiirler şathiyelerdir. Şathiye ironik ve mizahi bir söylenişle dile gelse de derinlerde bir ima ortaya koyar. Necatigil eski şiiri içiyle dışıyla iyi bilir; hem öğretmendir hem de sürekli öğrenci. Kelime ve anlam oyunlarını şathiyenin imkanıyla birleştirir ve tekke edebiyatının bu müthiş eğlenceli ve felsefi şiirinin tadını, çağdaş bir şathiye olan “Abdal Musa” şiirinde de buluruz:
Kendince, kendine has bir dil yaratmış, hayatın kendisine oynadığı oyun gibi o da dille oyun oynamış, kentin “gariban”ı olarak dile gelmiş ve dile getirmiştir. Anısına saygıyla…