arama

Minnet mi Cinnet mi?

Nevra AKDEMİR
...kendi yağıyla kavrulmayı imkansız kılan; bu haliyle herkesi, tanık ve suç ortağı haline getiren; çalışmayanı çaresiz kılan ve suçlulaştıran rejim öfke biriktiriyor.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Nevra Akdemir Nevra Akdemir
  • 1 Star
    Loading...

Türkiye’de 2020 yılında en az 2427 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiş İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) meclisinin topladığı verilere göre. Ölümlerin yüzde 31’i 9 aydır tüm dünyanın etkilendiği Covid-19‘dan dolayı gerçekleşmiş, geri kalanlar ise işverenin maliyeti düşürme kaygısıyla oldukça basit ve hesap edilebilir risklere karşı gerekli önlemleri almadığı için. Bu ölümlerden bir kısmı, tespit edilebildiği kadarıyla 105 kişi, yabancı düşmanlığı olarak ifade edebileceğimiz ve yine dünyada bir “pandemi” gibi normalleşen ırkçılıkla ilgili şiddet vakaları. Bir de intihar vakaları var elbette. Yoksulluk ve çaresizliğin göstergesi olan.

Çalışma hayatının güvencesizleşmesinin göstergelerinden sadece biri bu rapor. Bizleri hasta eden, öldüren, onur kıran ve kimliğinizi şirket kimliğine tahvil ederek asimile etmeye çalışan halinin yanında; bir de işsizliği koyun. Dahası, bu korkunç tabloda kendinizi mültecilerin yerine koyun. Zira uzun bir süredir zaten Türkiye işçi sınıfının parçası olan mültecilerden 101’i, 2020 yılı içinde , aynı işi yapan vatandaşlık bağı olan diğer işçilerden daha kötü koşullarda, daha düşük ücretle ve ortak acıların doğurduğu dayanışma yerine öfke gördükleri çalışma mekanında iş cinayetine kurban gitmiş. Bu cinayetlerin hukuki sonuçlarını, Soma ve Hendek’te izliyoruz. 301 kişinin işverenin onca uyarı, şikayet ve ihtara rağmen almadığı tedbirler sonucu öldüğü Soma’da, sermayeye böyle katliamları için şefkatle zemin yaratan hukukun yeni rejimde nasıl işlediğinin yanı sıra; koskocaman bir mülksüzleştirme ve işçileştirme döngüsü ortaya çıkmıştı.

İşçi derken aklınıza tulumuyla fabrikada çalışan işçi geliyorsa çok yanılıyorsunuz.

Tarımsal faaliyetlerin bankalara borçlandırmaya ve gıda tekellerine mahkum etmeyi sağlayan kötü tarım politikaları ile küçük toprak sahiplerinin mülksüzleştirilmesi ile bol güneşli ve bereketli topraklardaki köylülerin karanlık madende çalışmaya mahkum edilmesinden, bu madenlerin de devletin müşterisi olduğu ve büyük alım garantileri sunduğu bir sistem görünür olmuştu. Çok kabaca maden işçileri, kendi vergileriyle hem kendi ücretlerini ödüyormuş hem de işverenin kendilerini öldürecek zenginliğini sağlıyormuş desek pek de abartmış olmayacağız. İş buldukları için işverenine ve devletine duacı olması beklenen; kendi haklarını ve onurlarını korumak için sendikalara üye olduklarında hainleşen işçilerin önündeki tablo, simleri dökülünce böyle bir felaket aslında. İş bulduğunda bile yoksulluktan kurtulamayan işçiler, iş bulamadıklarında yaşadıkları çaresizlikleri öfkeye nasıl olur da dönüştürmez ki? İşçi derken aklınıza tulumuyla fabrikada çalışan işçi geliyorsa çok yanılıyorsunuz. Kravatlarını takarak veya topuklu ayakkabılarını giyerek plazalarda veya yüksek kira bedelli muhitlerin güzel ofislerinde çalışan işçiler için de geçerli bu tablo.

Alışveriş merkezinde uzun çalışma saatlerinde, oturması ve somurtması yasaklanarak çalışan genç insanlardan çalınan onurları değil de nedir? Ertesi gün işsiz kalmaları karşısında hakları olmadığını iyice belleten bu sistem, geleceklerini de sağlıklarını da onurlarını da çalıyor işçilerin. Kadın olarak yaşadığı şiddet giderek giderek artıyor. Evde bireysel hayatlarının yeniden üretimini mükemmelce sağlaması şartıyla çalışan kadınlar, evdeki mesai ve işteki mesaiyi benzer şiddetle yaşıyor. Bu şiddet dışında bir hayatı bilmemek ve görememek istisna değil bu rejimin normali. Pandemi koşullarında fazlasına şahit olduğumuz bir normal. TÜİK ocak ayında işgücü anketini yayınladı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun Araştırma Dairesi (DİSK-AR), bu istatistiklere dayanarak işsizlik verilerini hesaplıyor. Şimdi diyeceksiniz ki, devletin istatistik kurumu zaten işsizlik verilerini hesaplayıp açıklıyorsa, neden tekrar hesaplansın. Açıklamaya çalışayım: TÜİK istatistiklerinde neredeyse 4 milyon kişi işsiz olduğunu beyan etmiş. Ancak son üç aydır, iş bulma ümidinin kırılması veya başka nedenlerle iş aramadığını ancak iş bulsa hemen çalışacağını beyan eden kişi sayısı neredeyse 4 buçuk milyon kişi. Üç aydır iş aramayan ama işe başlamaya hazır olduğunu beyan eden kişileri, TÜİK işsiz saymadığı için, “hükümetin başarılı ekonomi yönetimi dolayısıyla işsizlik düşüyor” bile denilebiliyor. Bu yüzden Türkiye işçi sınıfının yoksulluk ve çaresizlik halini, bu duruma neden olan ve bu durumu ağırlaştıranlardan değil hâlâ sendikalar ve sınıf örgütlerinden okuyabiliyoruz.

DİSK-AR diyor ki, Covid-19 etkisiyle oluşan geniş tanımlı işsizlik rakamı 10 milyonun üzerinde. Çalışabilir yaştaki nüfusu 55 milyon olan bir ülkede, işsizlik her 5 işçiden birinin sorunu demektir bu. Bu istatistik, insanın geleceğini, onurunu, sağlığını çalan rejimi çırılçıplak bırakıyor. Kadın işsizlik oranının yüzde 41, yani her 10 kadından 4’ü işsiz olmasını, bu artık kadın katliamı (Femizid) boyutlarını alan gündelik hayatımızda (özellikle fail erkekler cezasız kalıyorken) kadınlar ekonomik olarak şiddet düzenine mahkum ediliyor anlamına geliyor. Bu; bizleri hasta eden, öldüren, onur kıran ve kimliğinizi şirket kimliğine tahvil ederek asimile etmeyi çalışmanın şartı koşan; kendi yağıyla kavrulmayı imkansız kılan; bu haliyle herkesi, tanık ve suç ortağı haline getiren; çalışmayanı çaresiz kılan ve suçlulaştıran rejim öfke biriktiriyor.