Charles Baudelaire’in doğum günü bugün. David Harvey, Paris’i modernitenin başkenti olarak tanımladığı kitabında[1], “19. yüzyıl başlarında Paris kentinin hızlı ve karmaşık görünen büyümesi kent yaşamının anlamını çözmeyi, okumayı ve onu temsil etmeyi zorlaştırıyordu.”(s. 37) diyordu. Tek başına bu cümle bile, güçlenen kapitalizmle birlikte karmaşık, zor anlaşılacak hayatın merkezinin artık “yeni” kentler olduğunu; kentlerin insana dair her tür çelişki, ayrım, var oluş mücadelesi ve savaşın merkezi olduğunu kanıtlar.
Baudelaire, bizi, birbirimize yabancı hepimizi o günde gören bir ufka sahip olduğu için büyük bir şiir yazdı.
Baudelaire, hız çağının başlangıcında delişmen işaret fişekleri yakan romantiklerdeki yenilikçi heyecan ve coşkuyu rafine eden bir bakışa sahiptir. Kentin başlı başına çözülmesi; sınıfların, üretim ilişkisinin, paranın dolaşımının ama en önemlisi bütün bu hayatın ortasında oluşup gelişecek yeni kültürün anlaşılması demektir. İnsanlık tarihine Baudelaire’in kattığı “flaneur” kavramı işte bu yeni hayatı tanımak, anlamak ve anlatmak için yola çıkan insanı tanımlar. Baudelaire bir şair, sanatçı hissiyatının çok ötesinde farkındalıkla hayatı okuyan bir düşünürdür bu nedenle. Bu nedenle yine Harvey’in dikkat çektiği üzere “modernitenin kendi mitlerini yaratması gerektiğini” kuramsallaştırdı ve şiirini o zamana kadar tanımlanmış sıfat ve değerlerin ötesinde kurarken “Yabancı” kavramını kök edindi. Yeni hayatın merkezindeki herkes bir diğeri için yabancıydı artık, anne, bacı, yurt ve para gibi kavramlar yerine uçsuz bucaksız gökte, durmaksızın giden bulutlarla simgeselleştirdi “yeni yabancı”yı.
Baudelaire, hız çağının başlangıcında delişmen işaret fişekleri yakan romantiklerdeki yenilikçi heyecan ve coşkuyu rafine eden bir bakışa sahiptir.
Baudelaire, bizi, birbirimize yabancı hepimizi o günde gören bir ufka sahip olduğu için büyük bir şiir yazdı. Bu büyük şiiri kurabilmenin yetisi bir romana-romancıya bakışında da çok açık görülür, öyle ki Marx’ın pek çok kez övgüsüne mazhar olmuş Balzac ‘ın bütün romanlarında Paris üzerinden kapitalizmi ve yeni hayatı sezdiğini görmüş ve Balzac’ı neredeyse modernitenin öncü anlatıcısı ilan etmiştir. Balzac’ın roman kişileri kenti ve yeni hayatı tanıyan; değişen çağın; yeninin temsilcilerdir. Bu nitelik tam da Baudelaire’e uygun bir yenilik aşkıyla Balzac ile Homeros’u karşılaştırmaya varır: “Vautrin, Rastignac ve Birotteau ile İlyada’nınkiler bile boy ölçüşemez.”
Akıp giden bulutlara şiir bırakan Baudelaire’in rüzgârı hâlâ esiyor.
GÜZELLİK
Ben güzelim, faniler! tıpkı taştan düş gibi,
Ve göğsüm, orda herkes örselendi sırayla,
Yaratılmıştır aşka düşsün diye şairi,
Bir madde kadar sessiz ve sonrasız bir aşka.
Kurulurum göklere mağdur bir sfenks gibi;
Bağlarım ak bir kalbi kuğunun aklığına;
Hiç sevmem çizgilerin bozduğu hareketi,
Ve gülmediğim gibi, sevmem ağlamayı da.
Şairler, bu görkemli tavırlarım önünde,
Ki mağrur anıtlardan almışım ben onları,
Ömür tüketecekler o yoğun işlerinde;
Zira, cezbetmek için bu uysal âşıkları,
H er şeyi güzel kılan ne saf aynalarım var :
Gözlerim, sonsuz berrak iri gözlerim onlar!
(Çeviri: Ahmet Necdet)
[1] Harvey, David (2019). Paris, Modernitenin Başkenti (1. Baskı 2012), Çev: Berna Kılınçer, İstanbul: Sel Yayıncılık.