İçişler Bakanlığı, “İnsan emeğini kutsal sayan, helal rızık için çalışmayı ibadet gören bir medeniyetin evlatları olarak 1 Mayıs’a ulaşmanın sevincini yaşıyoruz.” ifadeleriyle başlayan bir 1 Mayıs kutlaması yaptı. Kutsal olan, gerçeklik kaybının olduğu yerde yerde çağrılır; uzak bir tarihle ilişkilenme güncel gerçeklikten kaçmaya yarar çoğu kez. Binlerce çalışan insanca yaşayacak ücreti bırakalım, çalıştığı halde ücretlerini alamıyor ve eylem yapıyor aylardır. Ama bildiri, “İşçinin çalıştığının karşılığını alın teri kurumadan veriniz, ikazıyla sınırlarımızı ve sorumluluğumuzu bir cümlede özetleyen inancımız”a vurgu yapıyor. Bakanlığa bağlı polisler alacaklarını isteyen işçileri tartaklıyor her gün. Emeğin kutsallığından dem vurarak “başarı” ve gelecekten bahsedemiyor düş satıcıları artık. Bitmeyen bir “içinden geçtiğimiz şu zor günler” çoktandır sahnede.
Kapitalizmde bir motivasyon olmaksızın mülksüzlerin koşturmasını sağlamak zor. Son yıllarda Çiftlik Bank Tosuncuğu, Kripto Faruk, Pudra Şekerci gibi kamuoyuna yansıyan dolandırıcılık ve yolsuzluk hikayeleri ile vahşi kapitalizm koşullarında çalışanların ücretlerinin düşüklüğü, şikayet edenlerin tartaklanması, sırtlarına vergilerin bindirildikçe bindirilmesi arasında bir ilişki var; dağın taşın, derelerin, ormanların talan edilmesiyle ilişkisi var. Siyasal-iktisadi düzen kamuoyuna “zengin olma” düşleri salarak büyüttü gençleri. Kısa yoldan zengin olma hayali belirgin şekilde karşılık bulan bir yönelim. Azmederek çalışma ve başarılı olma çoktan tarihe karışmış bir retorik, dudaklarda bolca dolaşıyor olmasının hiçbir karşılığı yok. Mafyatik ağlara dahil olarak nüfuzlu bir siyasetçiyle görünerek “iş adamı” rolü oynamak çok daha cazip ve karşılık da buluyor.
Orta sınıf eğitimli kesim “sınavlara” daha fazla yüklenerek özel okullara, özel derslere paralar saçıyor; karşılığını alıp almayacağından ise emin değil. Ekranlarda kısa yoldan zengin olmuş bu kadar insanı gördükçe “kinlense” de gerçek anlamda bir hayat görüşü ve politik bilinç inşa etmekten aciz. “Bir zamanlar” hayıflanmasıyla eski dünyanın yüklerini taşımayı sürdürüyor. Bu yükselme rüyasını en iyi anlatan eserlerden biri Arthur Miller’ın Satıcının Ölümü (1949) adlı oyunudur. Arthur Miller bu oyunda “başarılı bir satıcı”yken kapitalizm koşullarının değişimiyle birlikte çöküşe geçen bir ailenin yaşamı üzerinden toplumun ve sistemin yarattığı yıkıcılığı göstermeyi amaçlamış.
Avrupa’da üretim yaptıkları topraklardan kovulan köylülerin kentlere yığılması sonucu büyük bir yaşam savaşı her yerdeyken Amerika tarafta geniş topraklar, doğanın karşısında azimli mücadeleler sonucunda, kölelikten de yararlanarak yapılan üretime zenginleşmeye imkan veriyordu. Bu yüzden bir “Amerikan rüyası”ndan söz ediliyordu. Gelgelelim kapitalizm tekelleşme eğilimi olan bir sistem olduğundan 1929 sonrasında zenginleşme rüyalarını çöpe atmıştır. O eski rüyalar, artık kabusa dönmüştür. Sanayi kapitalizminin gelişmesi her yanı binalarla doldurup geniş kitleleri de mülksüz işçilere dönüştürmektedir. Satıcının Ölümü’nün başkarakteri Willy Longman, henüz kartellerin egemen olmadığı bir dönemde gayetle başarılı bir pazarlamacıdır. Arabasıyla ev ev dolaşarak işinde başarılı olmuş, kendince de hayalleri olan bir küçük müteşebbistir. Ancak 1929 sonrasında kapitalizmde işler değişmiş, hayata tutunma daha rekabetçi ve ezici olmuştur. Eski akılla ve yöntemle hareket edenler birer birer tasfiye edilecektir. Willy de bu tutunamayanlardan biri olacaktır.
Oyun insanların yabancılaşmaları, birbirlerinin sırtlarına basarak yükselme çabalarını sahneler. Her şeyin mubah sayıldığı bir dünyada hiçbir etik değerin anlamı kalmayacaktır; yeni yaşam etiği, ilkelerini savaş mantığından almaktadır. Gerçek olan hayatta para kazanmaktır: “Nasıl kazanırsan kazan, çok para kazandıktan sonra ne önemi var! Ha insanları ezerek kazanmışsın ha hırsızlık yapmışsın!” Patronunun babasıyla tanıştığı için eski ahbaplığına da güvenerek kariyerinde yükselmeyi bekleyen Willy, patronu Howard tarafından kapı dışarı ediliverir. Kapitalist düzende vefa diye bir şeyin olmadığını anlayamayan Willy, bu yeni yaşam düzenini tam olarak anlayamamıştır belli ki. Böylece Willy’nin o eski “başarılı satıcı” imajı yerle bir olmuş, hayalleri de suya düşmüştür. Ama hayali olmayanın bir “başarısı” da olmaz; Willy başarılı olmak için bir şeylerin feda edilmesi gerektiğini anlar; kendisi için mümkün olmaktan çıkan “başarı” hiç değilse çocukları için mümkün olabilsin diye kendisini feda etmek zorunda kalacaktır. Çocuklarının iş kurması için maddi desteği, ölümü sonrasında sigortanın ödeyeceği parayla sağlamaya çalışacaktır Willy.
Halüsinasyona varacak düzeyde hayallere kapılan Willy’nin idolü, abisidir. Abisi Ben uzaklara, Afrika’ya, gitmiş ve zengin olmuştur; o da abisi gibi zengin olma hayalleri içindedir ancak bu durum onu gerçekliği anlamaktan daha da uzaklaştırmıştır. Bütün hayatları ancak bir evin taksidini ödeyerek geçer ancak taksitler bitince Willy ölecek ve o evde de oturamayacaktır. Yabancılaşmış insanın en görünür niteliği, içindeki gerçekliği kavrayamayışıdır.
Türkiye’de bir hayli zamandır inşaat, rant, emlak ticareti vb. üzerinden zengin olma rüyası söz konusuydu. Evler, arabalar, lüks tatiller bu zenginliğin göstergeleriydi; doğrudan gelirle bunlara ulaşamayanlar kredilerle ulaşabiliyordu. Ancak para muslukları kesildi, eldekiler suyunu çekmeye başladı. Ücretlerin satın alma gücü artık bitti. Ücretli çalışanların ev, araba alması bile artık çok zor. Dahası düşük ücretli bile olsa iş yok. Şirketler işçilerin her türlü haklarını kısarak etinden, sütünden yararlanmanın koşullarını inşa etti ama bir yandan da demagoji yapmaktan geri kalmıyorlar. TÜSİAD Başkanı, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dolayısıyla yayınladığı mesajda, emeğe ve sosyal haklara saygının çağdaş bir demokrasi kültürünün temel göstergelerinden olduğunu bildiriyor. Çalışma hayatının daha iyi standartlara kavuşturulmasının toplumsal refahın vazgeçilmez bir unsuru olduğunu vurguluyor.[1] Hem de emeğe karşı her tür saldırının tarafıyken.
Sokaktakiler felaketin doğrudan muhatabı ve durumun vehametini çoktandır görüyor, “İşimiz Allah’a kaldı!” bunu ifade ediyor; hayat koşullarını değiştirecek bir fail olabileceği konusunda da ümitsiz. Neredeyse her gün geçim sıkıntısı ya da ödeyemeyeceği borçlar nedeniyle insanlar intihar ediyor, büyük bir çaresizlik belirgin şekilde çökertmiş insanları. Bu yüzden “Allah sonumuzu hayretsin!” diyebilmekte şu an.
[1] https://www.dunya.com/ekonomi/tusiaddan-1-mayis-mesaji-haberi-619739