arama

Bir Egemenlik Aracı Olarak Sanatta Ödül

Sinan Abuzer AKDAĞ
Neo-Liberal politikalara direnemeyen birçok sanatçı ve sanatsal etkinlikleri günümüzün egemen ideolojisinin hizmetine girmiş ve üretimlerini bu ideolojinin amaçlarının gerçeklemesi doğrultusunda verme gibi bir gerçekle yüzleşmiştir.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Sinan Abuzer Akdağ Sinan Abuzer Akdağ
  • 1 Star
    Loading...

Egemenin amaçlarına ulaşmasını kolaylaştıran ve her kesimden insanı bu yarışma kültürü içine çeken bu anlayış, sanat ve edebiyatta kendini çeşitli yarışmalardan ödüller alma, popüler olma ve ürettikleri ürünlerin kalitesinin ölçütü olarak tüketilmiş ürün miktarı ve bunların sonucu olarak da edinilen ve kazandırılan para ve popülerlik  gibi kazançlar olarak karşılık bulmaktadır.

İnsanın bilinçli bir yaratım etkinliği süreci olan sanat ortaya çıkışından itibaren egemenlerin ilgisini çekmiştir. Bu ilgi kitlelerin üzerindeki işlevi ve etkisinin farkına varılmasıyla birlikte oluşmuştur; bu nedenle yönetenlerin sürekli kendilerine bağımlı kılmaya, denetimleri altında tutmaya çalıştıkları bir etkinlik olmuştur. Bu denetime alma zaman zaman sanatın, sanatçının etkinliklerinin baskı ve zulümle, ama daha çok ödüllendirmeler, ödüllendirmelerin de ötesine geçen dolaylı ya da doğrudan maddi kazanımlar ve olanakların sunulması ile olmuştur.

Sanatın günümüze geliş süreci kabaca incelendiğinde, ilk dönem sözlü şiirde bütün toplumu ilgilendiren ve yaşamı anlatan şiirler, toplumsal yapının yönetenler ve yönetilenler biçimine dönüşmesiyle birlikte içerik değiştirmiştir.  Bu oluşum sonrası yönetenlerin denetimi ele geçirmesiyle şairlerden beklenti toplumu, toplumsal yaşamı anlatmak yerine birey yaşamını ve kahramanlıklarını –dönemin yapılaşmasına göre kimi zaman şövalyeler ve krallardır kimi zamanda din adamları- anlatan şiirlerin yazılmasına dönüşmüştür.  Daha sonra, Ortaçağ karanlığında, Hristiyanlığın hizmetine giren sanatın ve sanatçısının konusu, süreç içerisinde dönüşerek Pagan geleneklerin yerini,  ağırlıklı olarak, kiliseler için üretilen İncil,  İncil’deki efsaneler ve sayısız İsa betimleri almıştır.  Rönesans’la birlikte ise, sanat ve sanatçılar, gelişen burjuvazinin maddi destekleriyle varlıklarını sürdürmeye başlamışlardır. Bu maddi desteğin oluşturduğu bağımlılık, üretim etkinliklerinin de,  bu soylu ailelerin istekleri doğrultusunda eski Yunan sanatı ve felsefesinin yeniden yorumlanması olarak gerçekleşmiştir.  Çin’de, Avrupa’da ve Ortadoğu’da gelişmeler benzer şekilde olmuş, yönetim erkinin istemleri doğrultusunda sanatsal üretimlerin verilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.

Rönesans döneminde zaten ekonomik olarak güçlü olan burjuvazi, Fransız Devrimi sonrası daha da güçlenmiş yaşamın her alanında olduğu gibi etkinliğini sanatta da güçlü bir şekilde hissettirmiştir. Bu dönemde sanat ve sanatçı, görece, gerek ilişkilerinde gerekse de konu ve biçim tercihlerinde daha özgür davranmış olsa da genel olarak burjuva yaşamını konu edinir olmuştur. Bu özgür yaratım ve ilişkilerin varlığına karşın paraya dayalı bir piyasa süreç içinde kendini hissettirmeye başlamış, bu gelişmeler farklı burjuva sınıfların -ticaret burjuvazisi.- oluşumuna olanak tanımasıyla birlikte, sanat pazarlanabilir, satılabilir bir ürüne dönüşmüştür. Böylece  sanat ve sanatsal ürünlerin  müşterisi iktidarlar, burjuvazi ve ezilen kitlelerin büyük kesimi olmuştur.  Sanat ve sanatçının üretimlerinin ezilen geniş kitlelere ulaşıyor olabilmesi, gerçekte, pek bir şeyi değiştirmemiş, sanatın ve sanatçının vesayet altında oluşu durumu devam etmiş, değeri yine yönetim erkini ve piyasa kontrolünü elinde tutanlar  tarafında tanımlanır olmuştur.

Sanat ve sanatçının özgür iradesinin denetiminin egemenler iradesine dolaylı ya da doğrudan teslim olması, doğal olarak,  sanatsal üretimlerde değişimlere ve egemen olanın belirlediği sınırlar içerisinde devam eden bir sürecin oluşumuna neden olmaktadır.  Salt biçimsel ögelerde değil, ama aynı zamanda içerikte de değişimlerle gerçekleşen bu süreç, sanatçının yaratma özgürlüğünün sınırlanmasına ve üretimlerinin işlevlerinin egemen ideolojinin ve amaçlarının gerçekleştirilmesi edimlerinin araçlarına dönüşmesine de neden olur. Bu araç oluş sanatçının emeğinin üretken emeğe dönüşmesiyle sanatçı ve sanatsal yaratılarının kapitalist sistemin pazarlanabilir, alınıp satılabilir bir ürününe dönüşü ile sonuçlanır.  Böylece nitelik kaygısının ve sanatsal yaratının temel işlevleri olan bireyin ve toplumun gelişim, değişim dönüşüm uğraşısında üstlendiği rol bir yana bırakılır,  sanat egemenliği altına girdiği ideolojinin bir tamlayanı ve onu gerçekleştirmenin bir ögesine dönüşür.

İçinde bulunduğumuz koşullardan bağımsız olamayan günümüz sanatı ve sanatçısı da uluslararası gelişmelerin ve neoliberal kapitalist politikaların gerçekliklerinin ve mutlak hâkimiyetinin oluşturduğu ortamda varlığını devam ettirme gibi bir durumla karşı karşıyadır. Bu politikalara direnemeyen çoğu sanatçı ve sanatsal etkinlikleri günümüzün egemen ideolojisinin hizmetine girmiş, üretimlerini bu ideolojinin amaçlarının gerçeklemesi doğrultusunda verme gibi bir gerçekle yüzleşmiştir.  Bu mutlak hâkimiyete teslim oluş günümüz sanat piyasasının gelişimini ve üretimlerini derinden etkilemiş, yaratım süreçlerindeki gerek biçim gerekse de içerik seçimlerinde küresel kapitalizmin kültürel alandaki anlayışı postmodernin gereklerine göre şekillenmelerin amaç haline dönüşümüne neden olmuştur. Bu postmodern anlayışın hâkimiyeti ile birlikte, içerik derinliği gereksiz görülmüş, biçimsel ögeler öne çıkarılmış, kuralsız anlamsız imgeler bütünü ve sözcük oyunları belirleyici estetik ögeler olarak algılanmış, sanatta özgünlük yadsınmış, içerik-biçim gerekliliği yok sayılmış ve tümüyle çabuk, kolay, yığınsal tüketim amaçlı ve piyasada paraya tahvil edilebilecek ürünler üretilmeye başlanılmıştır.

Öncelikle bir sanatsal bildiri olan sanatın post modern anlayışla üretilmiş yaratılarının kitlelere kapitalizmin amaçlarına yönelik iletimi sanatı, sanatçıları ve onların yaratılarını merkez alırken, bu durumun ezenler yararına bir etkinliğe dönüştürülmesi yine aynı ögelerle olanaklı olacaktır.

Kapitalist sistemin önemli özelliklerinden biri bireye “kişisel başarı hırsının” verilmesi ve bu isteğin ona kabullendirilerek bir savaşımının içine çekilmesidir. Bu amaçla bireye hedeflediği şeyleri başarmada sürekli olarak rekabet içinde olduklarının önüne geçmesi ya da onları saf dışı etmesi gerekliliği amaç olarak verilir ve başarıda en önemli ölçütün kendisinin en iyi ya da iyilerden biri olması gerekliği düşüncesi yerleştirilir. Egemenin amaçlarına ulaşmasını kolaylaştıran ve her kesimden insanı bu yarışma kültürü içine çeken bu anlayış, sanat yaşamında kendini çeşitli yarışmalardan ödüller alma, popüler olma ve ürettikleri ürünlerin kalitesinin ölçütü olarak tüketilmiş ürün miktarı ve bunların sonucu olarak da edinilen, kazanılan para ve popülerlik  gibi artı değerler olarak karşılık bulmaktadır. Böylece sanatçının üretilen ürününün edebi değeri, işlevleri ve toplumsal yaşama katkıları tümden anlamını yitirir, ürünün hızlı ve kütlesel tüketimi için pazarlama, tanıtım elemanlarının edinilmesi ve bunların sanat piyasasında oluşturduğu tüketim gücü başat kaygı olur. Bu durum sanatçının, bağlı olduğu üretim merkezlerinin sanatsal üretimlere atfedilen tüm değerlere ilişkin sağduyularını yitirerek, niteliği ne olursa olsun, her koşulda her bedeli ödeyerek pazarlama ve tanıtımda önemli yer tutan ödül ya da ödüllere ilişkin yarışmalara saldırmalarına ve her türden entrikanın altyapısının oluşumuna neden olur.

Böylece ödül sisteminin bir parçası olan sanat, sanatçı ve üretimleri,  bir kulanım aracı haline dönüştükleri kapitalist ideolojinin hizmetinde estetik ve işlevsel değerlere ilişkin kaygıları yitirdiklerinden ve bir parçası oldukları sistemde süreklilik sağlayabilmek gerekliliğinden,  neoliberal politikaların sanattaki hâkim anlayışı “postmodern sanat” özelliklerini yansıtma gibi bir zorunluluk içinde kendini bulur. Bu durum sanatsal yaratıları gerçekliği yansıtmaktan kaçınan, onu parçalayarak bulanıklaştıran, anlam bütünlüğü olmayan, tarih bilincini silikleştiren, anlatılarını edilgin ve öznel kişiliklere dayandıran, nihilizmi ve varoluşçuluğu öne çıkaran, yaşama ilişkin tüm çelişkileri maddi gerçekliklerinden koparan, bütünlüğün yitirildiği, parçalanmışlığı normalleştiren, neden-sonuç ilişkilerini görmezden gelen ürünler olarak ortaya çıkması olarak sonlanır. Böylece kitlelerin hızlı tüketimine sunulan bu ürünlere ulaşan geniş yığınlar içinde yaşadıkları toplumsal yapının edilgin birer nesnelerine dönüşür ve sistem için sorun olmaktan çıkar; böylece, sömürünün çarkları sorunsuz işlemeye devam eder.

Ezen-ezilen çelişkisinde, ezenler lehine dengenin ezici bir şekilde bozulmasına ve bu aracılıkla kapitalist sömürünün sorunsuz ve ağırlaşarak devamına neden olan bu olguların varlığının ve kalıcılığının geniş yığınlar aleyhine olumsuzluklar doğurduğu, giderek ağırlaşan toplumsal travmalara neden olduğu açıktır. Topluma ve onun gerçekliklerine ilişkin sorumluluk duygusu taşıyan sanat anlayışlarının ve emekçilerinin olumsuzluk durumuna ve bunun sürdürülmesine edilgin yaklaşımı bu durumun daha da ağırlaşmasına, kitlelerin aydın bir bilinç oluşturmasına, etken bireyler olmasına engel oluşturacaktır. Bu durum duyarlı ve sorumluluk bilincindeki sanat emekçilerinin başarılı ürünler vermek gibi bir sorumluluk üstlenmelerinin yanı sıra, politik bir bilinç de geliştirerek, üretimlerinin geniş yığınların içinde bulundukları koşulların onların lehine değişim ve dönüşümünün gerçekleştirilmesi bilincini üretmesi gerekmektedir.

Öncelikle bir sanatsal düşünce, kitlelerle estetik ilişki kurmanın aracı olan sanatın postmodern anlayışla üretilmiş yaratılarının kitlelere kapitalizmin amaçlarına yönelik iletimi sanatı, sanatçıları ve onların yaratılarını merkez alırken, bu durumun ezenlerin yararına bir etkinliğe dönüştürülmesi yine aynı ögelerle olanaklı olacaktır. Bu gerçeklik kapitalizmin sanatının işlevlerinin detaylı incelenmesini, propaganda ve etkileme yöntemlerinin irdelenmesini, ortaya çıkarılmasını ve onların etkisizleştirilmesini gerektirmektedir.  Sorumluluk bilinci, kararlılık ve kuramsal donanım gerektiren böylesi bir süreç, bir taraftan yaşam-toplum ve o toplumsallık içinde ki bireyin ele alınması, eleştirilmesi, incelenmesi olurken diğer yandan sanatçının kendisini de ifade etmesi ve yeniden üretmesi süreci olmak durumdadır. Bu durum, nitelik sıçramayı başarmış sanat, sanatçı ve üretimlerinin özgür ve yaratıcı etkinliklerde bulunmasını, sanat anlayışının gelişmesini ve bu etkinliklerin geniş yığınlarla kucaklaşmasını kolaylaştıracaktır.

Bir türlü istenilen düzeye gelememiş ve ödül sistemi ya da başka etkenlerle ipotek altına alınmış, tümüyle güdük kalmaya yüz tutmuş olan eleştiri geleneğinin ve objektif eleştirmenlerin yetersizliği de son yılların bir gerçeği ve günümüz sanat ve sanatçısının içinde bulunduğu güdük durumu doğuran nedenlerden biridir. Nesnel eleştiri yöntemlerinin yerini alan, siparişle yazılan, adam kayırmacı, ödül mekanizmasıyla iç içe geçmiş eleştiri, eleştirmen yaklaşımlarının postmodern sanat anlayışlarını kutsayan, pazarlamacı alışkanlıklarının yıkılması, yerine üretilen sanatsal yaratının estetik ve edebi değerlerinin yetkin tanımlanması anlayışını kurumsallaştırmış bir dönüşüm, değişim sürece katkı sunacaktır.  Bu, sorumluluğunun bilincinde kuramsal donanım gereklerini yerine getirmiş sanatçı ve eleştirmenlerin yetkin bir bilimsel, felsefi, edebi, eylemsel, özgür, kişisel tercihlerinin değil ama beğeninin “tarihsel gelişiminin” denetiminde yürüyen bir eleştiri anlayışının postmodern sanat anlayışının karşısına konulmasıdır.

Neo-Liberal politikaların yaşamımıza soktuğu kişisel başarı hırsının bir sonucu olarak, medyatiklik ve hep zirvede olma düşüncelerinin ekseni dışında olabilmeyi ve edimlerin bireyci beklentiler yerine toplum yararını gözetmesi bir bilinç sorunudur.

Neoliberal politikaların yaşamımıza soktuğu kişisel başarı hırsının bir sonucu olarak, medyada bilinirlik ve hep zirvede olma düşüncesinin alanı dışında olabilmeyi ve edimlerin bireyci beklentiler yerine toplum yararını gözetmesi bir bilinç sorunudur. Belirli bir emek, kararlılık, sanatın, eleştirinin tarihsel gelişim sürecine  ve işlevlerine ilişkin bilgi, kuramsal yeterlilik ve her şeyden önce samimiyet gerektiren bu bilinç uzun erimde gerek sanatın ve sanatçının üretimlerini gerekse bu üretimler aracılığıyla toplumsal yaşamı denetim altında tutarak egemenlikleri sürdürme amacındaki yönetenlerle mücadelede en önemli araçlar olacaktır. Yetkin ve ne yaptığının bilincinde olan bir sanat ve eleştiri etkinliği postmodern sanat anlayışı fırtınası karşısında böyle durabilir ancak; Bu uğraşı sürecinde bireyciliğe düşmeden sanatsal yaratıları ve bunların işlevlerini de böyle başarabilir. Mutlak gibi görünen kapitalizmin sanatta ve yaşamın diğer alanlarındaki egemenliği sonlandırabilmesi ve günümüz insanının edilgin oluşunun içinde bulunduğu çaresizlik ve hiçlik duygusunun üstesinden gelinmesine de katkı sunabilir.

Sonuç olarak, tarihinin her döneminde yönetenlerin propaganda süreçlerinin önemli bir aracı olarak algılanmış olan sanatın ve onun üreticileri sanatçıların edimlerinin, bu işlevlerinde dolaylı bile olsa gönüllü oluşunu sağlamak ve sistemin bir parçası haline dönüştürmek amaçlı verilmektedir ödüller. Sanatın yaratıcı etkinliğinin ve üretim özgürlüğünün tutsaklığının aracı olan bu ödüllerin ve edinilen diğer kazanımların karşısında olmak, onu reddetmek her bilinçli sanatçının ve eleştirmenin sorumluluğudur. Bu aynı zamanda bireyin özgür, eşit ve insanca yaşanılan bir dünyanın oluşumuna katkı sunabilme zorunluluğunun gereğidir de…