Sanatta üzerinde anlaşılabilecek kabul edilebilir her hangi bir kuralın ya da değerin yokluğu anlamına gelebilecek post modern sanatın bu özelliği, alana olan ilginin denetimsizliğini ve her isteyenin kendini sanatsal üretim konusunda yetkin görebilmesinin başat gerekçesi olarak görülebilir.
İdeolojik kökenleri 19. Yüzyılın başlarına dayandığı iddia edilen; ancak özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında yoğun bir şekilde yaşamımıza girmeye başlayan postmodern anlayış, 1970’ler sonrası, sanat alanında kendisini güçlü bir şekilde hissettirmiş, günümüzde ise salt sanat alanında değil, hayatın her alanında baskın anlayış olmuştur. Kısaca yaşama ilişkin var olan bütün değerlerin metalaştırılması ve piyasa-pazar ilişkilerindeki konumuna ve değişim değerine göre ele alınmasına ilişkin tüm süreçler olarak tanımlanabilecek postmodern anlayış sanat alanında da benzeri etkileri göstermiş, sanatsal yaratılar metalaştırılmış, özneleri olan sanatçı emeği ise üretken emeğe dönüştürülmüştür. Böylece, sanatçılar ve sanatsal üretimler postmodern sanatın piyasa ve pazar ilişkisindeki alınıp satılma değerlerine, egemenlerin yaratmak istedikleri “kitle kültürü” çabalarındaki işlevlerine, üstlendiği rollere, beklentileri ne kadar karşılayabildiklerine göre şekillenme süreci yaşamıştır.
Bu şekillenme sanatçının kuramsal gereksinimini, sanatsal yaratı sürecine yaklaşımını, sanat emeğine bakış açısını ve sanatın insan yaşamındaki işlev ve katkılarına ilişkin görüşlerinin değişimine yol açarken, sanatsal üretimlerinde de, kısaca, “her şey olabilir” gibi bir anlayışın hâkim olmasına yol açmıştır. Genelde sanat anlayışını, kendisinden önceki anlayışların savunduğu ilkelere, estetik anlayışlara, evrensel değerlere karşı duruşunun tümden reddine değilse bile belirli ölçüde eleştirisine ve yeniden üretimine herhangi bir kural ve sınırlama olmaksızın dayandıran postmodern sanat, başarısını bu “her şey olabilir” anlayışıyla yüzyılın teknolojik gelişmelerini sanatsal üretimlerinde kullanmada gösterdiği esneklik ve uyum hızıyla sağlamıştır.
Evrensel bütünlük yerine “çoğulculuğu”, “her şeyin olabilirliği” kabulü ile “doğru” ve “yanlış” kavramlarının ortadan kaldırılmasını, yerlerine bu kavramlar arasında ikilemi, meta (üst) anlatılar yerine “işlevsizleştirmeyi”, tümel yerine “parçalanmışlığı”, yalınlık ve tutarlılık yerine “karşıtlığın ve tutarsızlığın” bir arada oluşunu savunan postmodern sanat pop-art ürünlerden (hamburger, konserve tenekeleri, kupalar, kağıt çantalar, tişörtler üzerine baskılar, çizgi filmler gibi..) herkes tarafından kısa zamanda kabul edilen ve tanınan sıradan tüketim ürünlerini sanatsal yaratı ögeleri olarak kitlelere sunmuş ve yaygınlaşmasını sağlamıştır. Böylece sanatsal üretimlerde günümüze kadar savunula gelen sanatın “özgünlük” ve “estetik” ölçüt ve değerleri yok edilmiş, sanatsal üretimler benzeri önceden belirlenmiş kurallar ve değerlere göre değil, kişisel beğeni ve tercihlere göre gerçekleştirilmiştir. Bu bakış açısı ve sanata olan yaklaşım, postmodern dönem öncesi pek yer verilmeyen görecelilik, öznellik, hayal gücü, fantezi ve sezginin sanatçı üretimlerinde daha çok yer alması sonucunu doğurmuş, tüketicinin anlık beğenisi ve tercihi sanat ürünlerinde belirleyici olmaya başlayınca sanat ve eğlence bir arada ele alınmış; böylece, en kısa anlatımla, sanat bir “eğlence ürünü” ve zaman geçirme aracı haline dönüşmüştür.
Sanatın ve sanatçının post modern anlayışa göre biçimlenmesi ve kapitalist egemenliğin sürekliliğinin aracı durumuna getirilmesi sürecinin önemli araçları olan bu etkinlikler yaşamımıza girerken, bunlardan sanat eleştirisi ve ödül birbiriyle ilişkili olarak öne çıkarılmış ve bu araç oluşun belirleyici etkinlikleri konumuna taşınmışlardır.
Sanatta üzerinde anlaşılabilecek kabul edilebilir her hangi bir kuralın ya da değerin yokluğu anlamına gelebilecek postmodern sanatın bu özelliği, bu alana olan ilginin denetimsizliğini ve her isteyenin kendini sanatsal üretim konusunda yetkin görebilmesinin başat gerekçesi olarak görülebilir. Buna, yüklendiği işlev gereği değerlendirmeler ve yargılamalar yapmak yerine, postmodern sanatın görece yaratma özgürlüğü adına denetimsizliğinin büyüsüne kapılan eleştirmenlerin umarsızlığı ve pazar-piyasa ilişkileri içinde yer alma tutarsızlıkları da eklenince, bu döneme ilişkin eleştiri, ürünlerin pazar-piyasa çalışmalarının etkin birer aracısına dönüşmüş ve varlığını bu işlevi yetkin bir şekilde yerine getiren tamamlayıcı bir öge olarak sürdürmüştür.
Sanatçının yaratma etkinliğinde bulunurken kendini inandığı bir gerçekliğe göre konumlandırması ve yaratılarını tek gerçek ve doğru gibi görmesi çoklukla yaratıcı etkinliğin bir zorunluluğudur; ancak bu gerçeklik eleştirmen için farklıdır. Bu farklılığı “Eleştirmen tarihe doğru bakmalıdır; kolaya kaçmadan gerçeği kavramakla yükümlüdür.” [1] diye belirten Bedrettin Cömert’in saptaması, eleştirmene, bir yapıtı ele alıp inceleme ve ona ilişkin yargılamalarda ve değerlendirmelerde bulunma yükümlülüğünün de ötesine geçen bir sorumluluğa işaret eden ve postmodern anlayışın sanatımızda yarattığı olumsuzluk, karmaşa ve yıkımın önüne geçebilme çabasını da içeren bir işlevdir. Bu işlev “her şey olur” anlayışıyla üretilen her ürünün sanatsal bir yaratı olarak değerlendirilmesinin önünde ancak eleştirinin durabileceği ve o ürünün sanatsal bir ürün olup olmadığına sanat kuramlarının sunduğu değerlendirme araçları yardımıyla yapılabileceği gerçeğidir.
Postmodern sanat kendi anlayışını, kurallarını temel hedef olarak belirlediği sanatı ve sanatçıyı egemen anlayışın hizmetine alma işlevini yerine getirirken, doğaldır ki, bu anlayışı olağan ve üzerinde genelin anlaştığı bir yaklaşım olarak sunmak ve oluşabilecek karşı oluşları ortadan kaldırmak ya da etkisizleştirmek, denetiminde tutmak için gerekli altyapıları da oluşturmayı göz ardı etmemektedir. Bu bakışla sanat eleştirisi tanıtım, pazar, piyasa kontrolü elemanları, seminerler, paneller, yayınlar ve anlayışa uygun yeni üretimler yapacak eğitim -yaratıcı yazarlık kursları vb.- çalışmalarının önünü açar, gelişimini sağlar, düzenler.
Sanatın ve sanatçının postmodern anlayışa göre biçimlenmesi ve kapitalist egemenliğin sürekliliğinin aracı durumuna getirilmesi sürecinin önemli araçları olan bu etkinlikler yaşamımıza girerken, bunlardan sanat eleştirisi ve ödül birbiriyle ilişkili olarak öne çıkarılmış, bu araç oluşun belirleyici etkinlikleri konumuna taşınmıştır. Ismarlama ödül komitelerinin düzenlediği ödülü alacak olanı önceden belirlendiği yarışmalarda, sanatla ilişkilerini sektörün egemenlerinin hizmetinde ve onların politikalarını uygulamak olarak yürüten popülist sanatçı ya da sanat dünyasında sanatsal yaratıları ile yer edinemeyen sanatçı eskilerinin oluşturduğu komiteler tarafından belirlenmiştir; Ürünlere verilen ödülerse kuramsal gerekçelere dayandırılmış sipariş eleştiri yazılarıyla desteklenerek kitlelerin hızlı ve kütlesel tüketimine hazır hale getirilmiştir. Böylece ödüllerle yüceltilmiş “özgünlük, estetik ve bütünlük” yoksunu, evrensel geleneklerle bağları koparılmış, uç noktalarda olmayı seven, kimliksizleştirilmiş ve geçmişin silikleştirildiği, parçalanmış zamanlara ait, dil kurallarını alt üst eden ve zıtlıkları aynı kefede değerlendiren postmodern anlayışa uygun ürünlerin olduğu bir sanat eğilimi oluşturulmuştur.
Gerek dünyada gerek ülkemizde bu bunalımın aşılması, uzun erimde geniş yığınların bilinç ve değişim-dönüşüm yaratabilme potansiyeline erişmesi için toplum ve insanlık yararına sorunun çözümünün gerekliliği tartışma götürmeyecek bir durumdur.
Kapitalistlerin postmodern sanat anlayışla sanat ve sanatsal ürünleri biçimlendirip, içini boşaltarak -altmışlı yıllarda gerçekleşen kısa bir kesinti dışında- süreci kontrol etmeleri ve mutlak bir egemenlik sağlamalarının tek başına bu anlayışın ve neoliberal politikaların başarısından kaynaklandığını söylemek yanıltıcı olacaktır. Gerçekçi sanat anlayışı savunucularının, özellikle teknolojik gelişmeler sonrası, gerçekleşen değişikliklere ve oluşan yenidünyanın koşullarını ve toplum yaşamında neden olduğu değişiklikleri algılama, Varoluşçuluk, Yapısalcılık ve Küreselleşme gibi konularda Marksizm savunanlarının bocalamaları, kuramsal yaklaşımlar ve çözümler geliştirmede yetersiz kalmalarının da oldukça etkisi olmuştur. Teorik planda yaşanan bu süreç neoliberal politikaların sanatı olan postmodern anlayışın karşıtı gerçekçi sanat akımı savunucularının da bütün bu değişimleri kuramsal olarak açıklamakta ve doğru praksis geliştirmekte yetersiz kalmalarına, teknolojinin etkin kullanımı, rolü ve bunun sanattaki yerinin nasıl olması gerektiğine ve uygun üretimlerin nasıl ve neler olabileceği ilişkin çelişkiler yaşamalarına neden olmuştur.
Varoluşçuluk, Yapısalcılık ve Küreselleşme dönemin koşullarını tanımlama ve karşıt teoriler üretmede başarısız oluş salt ülkemizde değil, bütün dünya genelinde gerçekçi sanatın gelişimini ve postmodern sanat istilası karşısında başarısını etkilerken, gerçekçi sanatçıların, yeni yetişen sanatçı adaylarının gelişimini ve onların sanatsal yaratılarının niteliği üzerinde de etkili olmuştur. Bu durum sanatsal üretimde yeterlilik ve üretim sıklığı üzerinde olumsuzluklara neden olurken sanatın tarihsel konumu; işlevi, geleneksel değerleri; yeni ve çağdaş koşulların sanatının biçimi, içeriği, konumu ve işlevi konusunda yoğunlaşan bu verimsizlik döneminin aşılmasında önemli işlev üstlenebilecek gerçekçi sanat eleştirisinin de benzeri bir edilgenlik süreci yaşamasına, gelişmelerden etkilenmesine ve postmodern sanat karşısında tavrını koymakta yetersiz kalmasına neden olmuştur. Böylece bütün sanat alanı egemenlere ve onların postmodern sanat anlayışı savunucusu sanatçı ve eleştirmenlerine terk edilmiştir.
Gerek dünyada gerek ülkemizde bu bunalımın aşılması, uzun erimde geniş yığınların bilinç ve değişim-dönüşüm yaratabilme potansiyeline erişmesi için toplum ve insanlık yararına sorunun çözümünün gerektiği tartışılma götürmez bir durumdur. Bunun için sanata ve bilinçli, duyarlı sanatçılara olduğu kadar postmodern sanatın tahlil edilmesi, anlama ve karşıt kuramların oluşturulması ve bunların kitlelere aktarımındaki yetersizlikler ve kararsızlık sürecinin aşılması için gerçekçi bir sanat eleştirisi geleneğine ve bu geleneğin belirli bir mücadeleyi etkin kılmasına da gereksinim vardır. Bedrettin Cömert’in belirttiği gibi “sınıfsallık gerçeğini hiçbir zaman gözden uzak” tutmayan ve “öncelikle bir ürünü ’sanat’ olarak” değerlendiren, sanatsal ürüne “bilinçli bir duyarlılıkla yaklaşan ve eleştirisini sağlam içsel ve kuramsal ölçülere”[2] dayandırabilme duyarlılığına sahip eleştirmenlerle başarılacak böylesi bir süreç sorunun çözümüne önemli katkılar sunacaktır. Böylesi bir süreç gerçekçi sanat anlayışını savunan sanatçıları ve eleştirmenleri hem kuramsal olarak güçlendirecek hem de özgün, bütünlüklü ve estetik değeri olan yeni ürünlerin üretilmesi sürecini hızlandırarak kitlelere sunulmasını sağlayacaktır.
Günümüz postmodern sanat anlayışı eleştirmenleri, Georg Lukacs’ın da belirttiği gibi “daha çok biçimsel ölçüler üzerinde durarak tekniği özden ayırıp önemini abartarak konunun toplumsal ya da sanatsal” ve sınıfsal anlamına değinmekten kaçınırlarken bunların hepsinin “ ortak yanı temelde ‘gerçekliğe dural’ bir yaklaşımdadırlar. Bu perspektiften yoksun oluşlarına…”[3] ya da gerçekliği çarpıtma isteğinde oluşları nedeniyledir. Oysa gerçekte Bedrettin Cömert bir sanatsal yaratıya “…ilişkin yargı, onun varlığını sağlayan somut koşullar içerisinde algılandıktan sonra verildiğinde doğru olacaktır.” ve “ …ancak ondan sonra güzel çirkin değerlendirmesi sağlıklı bir değerlendirme olacaktır.” dedikten sonra bunun başarılması için de eleştiriye gereksinim duyulduğunu belirterek sözlerine “… ancak, eleştiriyle bir ürünün sanat yapıtı olup olmadığı” saptanabilirken “Bu işlemde ona sanat kuramlarının sunduğu araçlar yardımcı olur.” [4] diyerek devamla vurgular.
Her ne kadar postmodern sanatın alanda kesin bir egemenliği ve kontrolü söz konusu olsa da, Bedrettin Cömert ve Georg Lukacs’ın da dikkati çektikleri gibi sorunun doğru tespitinden hareketle ulaşılmış sanat ve eleştiri kuramlarının sağladığı araçlarla yapılan gerçekçi eleştiri bu egemenliğin etkinliğinin azaltılması ve ortadan kaldırılması karşısında en güçlü araç olacaktır. Bu sonuçlara ulaşabilmenin yolunun öncelikle kararlılıktan ve içinde bulunulan koşulların sağlıklı incelenmesi ve bu sorunların kaynaklarının açığa çıkarılmasından geçmektedir; ancak bütün bunların yapılabilmesi için ise disiplinli bir bilinç ve tutarlı, kapsamlı bir kuramsal donanımın gerekli olduğunun farkında olunması gereklidir.