Almanya’da milyonlarca kişi evden çalışarak hayatlarını sürdürüyor. Pek çok şirket pandemi sürecinde başlattıkları esnek çalışma koşullarının süreceğini şimdiden ilan etti bile. Evden çalışanlar arasında bu durumundan memnun oluğunu söyleyenler olsa da şimdiden pek çok dezavantajı ortaya çıkmış durumda. Büyük şirketlerin çalışma rejimlerini evden çalışmaya göre yeniden ayarladıklarını ve bu sistemin kalıcı hale geleceğine yönelik açıklamalarından en büyük avantajların bu şirketler için oluştuğunu görmek mümkün.
Yazılım devlerinden SAP, DW’nin haberine (1) göre evden çalışma gibi hareket halinde çalışma ve ofiste çalışma tercihini çalışanlarına bıraktıklarını ve pek şirketten daha esnekliğin sağlanacağını aktarıyor. Bir diğer açıklama ise DAX içinde listelenmiş şirketlerden 1 Haziran’da yaklaşık 100.000 çalışanına e-posta göndererek “istisna olarak değil, bir norm olarak %100 esnek ve güvene dayalı bir iş yeri” sözünü vermiş. Bu yeni çalışma rejimi uygulamalarının tek taraflı alınmış bir karar olduğunun örtüsü olacak ki bir çalışan anketinde işçilerin % 94’ünün hareketi desteklediğini de ilave ediyor şirket temsilcisi. Pazar araştırma şirketi Gartner tarafından geçen baharda 800 İK yöneticisiyle yapılan küresel bir anketin sonuçları, bu durumu çalışanların kendi seçimi olarak görüp göremeyeceğimizi ortaya koymuştu(2). Buna göre, kuruluşların %88’inin COVID-19’a yakalanma riski nedeniyle çalışanları evden çalışmaya teşvik ettiğini veya zorunlu tuttuğunu ortaya koyduğunu buraya not edelim.
Uzaktan çalışma IBM veya SAP gibi dijital alanda faaliyet gösteren şirketler için uzun bir süredir temel çalışma ilişkisi haline geldi. Londra, Sidney ve Zürih’te pilot çalışma şemaları uygulanmaya başladı. Ancak bu çalışma rejiminden işçiler, işverenler kadar avantajlı değil. Yapılan işin türünden daha çok evdeki koşullar bu değişimin etkisini belirliyor.
Pandemi nedeniyle ortaya konan yeni rejim bize artık açıkça gösteriyor: bireyin üretim sürecindeki varlığı, yeniden üretim sürecine bağlı. Zira küçük apartman dairelerinde, çocuk/hasta/yaşlı/engelli bakımı ve evde eğitimin üstüne yüklenen ev işlerinin bitmez tükenmez rutinleri arasında, aynı mekanda gerçekleşmesi gereken ve karşılığında ücret alınan mesaiyi sürdürmenin imkanı toplumsal cinsiyet ve diğer ayrışmaların önemini ortaya koyuyor. Haberde(1) çalışanın ayrı bir çalışma odası, oturma odası veya yatak odasının olmamasının, COVID-19 karantinası sırasında aileler için stres düzeylerini artırdığı yorumuna da yer verilmiş.
Pandemi öncesinde bile oldukça popüler olan bir çalışma rejimi olan evden çalışmanın yaygınlaşması ile sanıldığı kadar avantajlı olmadığı da TU Darmstadt’ın yaptığı bir araştırmada ortaya çıkmış ve çalışanların üçte birinden fazlasının evde ofiste olduğundan daha az üretken olduklarını ifade ettiğini aktarmış. Araştırmanın en önemli sonucu, ev ve yaşam koşullarının çalışma koşullarıyla olan bağının güçlendiği. “Kendine ait oda” ve zaman Virginia Woolf’ten beri üretkenliğin toplumsal cinsiyet bağlamında anahtar sözcük. Maddi koşulların toplumsal eşitsizliğe nasıl zemin hazırladığını bu cümleyle Woolf aktarırken, paraya ve yazacak bir odaya sahip olmanın erkeklerin ayrıcalıkları olduğunu da kolayca anlarız. Peki bu durum değişti mi, ne dersiniz?
Araştırma, araştırmayı yapanları da yapanları şaşırtarak Woolf’ü yeniden kanıtlarcasına tam olarak yaşam koşullarının imkanı ölçüsünde evden çalışmanın mümkün olabileceği ortaya konulmuş. Dahası, gençlerin ofis ve birlikte çalışma deneyiminden yararlanamadıkları için mesleki gelişimlerinde kesintiyi daha çok hissettiklerini de göstermiş. Bu koşullarda ancak teknolojik uygunluk ve gönüllülükle evden çalışmanın avantajlı olabileceğini araştırmacılar ortaya koymuşlar. Biz buna bir de evde çalışmanın hukuki çerçevesindeki boşlukların da işveren lehine işleyebileceğini de hatırlatalım. Alman ulusal meclisinde de tartışılan konulardan biri bu. Uzaktan çalışma veya evden çalışma rejimlerinin teleçalışma olarak hukuki formunun kabul edilmesi durumunda iş yasasına göre çalışanların evlerindeki çalışma malzemeleri işveren tarafından verilmek durumunda. Bu noktada tam olarak uzaktan çalışmanın ofis maliyetlerini ortadan kaldıran avantajı işletmeler için dezavantaja dönüşüyor (3).
Bu koşullarda evde çalışabilmenin bir statü sembolü olduğu fikrine gelirsek, evdeki ofisler katmanlı çalışma ilişkisini belirginleştirmiş görünüyor araştırmacılara göre. Evde çalışabilme imkanı olanlar evde kendine ait çalışma mekanı ve zamanı yaratabilenler olduğu için bu elbette bir statü sembolüne dönüşme potansiyeli taşıyor. Ancak araştırma ve yazı cinsiyet körü olduğu için toplumsal cinsiyete göre nasıl ayrıştığını yansıtmıyor. Ancak bir kadın işçilerin evden çalışma sürecinin ev-iş dengesini daha kolay kurmalarına neden olduğu ve istihdamın arttığına dair bir araştırmayı da burada incelemek önemli hale geliyor. Bu araştırma henüz çocuğu olan çiftlerin evden çalışmasının kurumsal bir çocuk bakımı sistemi olduğu durumda iyi işleyebileceği iddiasına dayalı. Hans Böckler Vakfı’nın yaptığı araştırma her ne kadar çalışanların kendilerini daha verimli hissettiğini ortaya koysa da madalyonun öbür yüzü, çoğu zaman fazla mesai ücreti ödemeksizin uzaktan çalışan çalışanların, ofisteki meslektaşlarına göre genellikle daha uzun saatler çalışmaları. Böckler vakfının araştırmasının bir diğer sonucu ise çalışanın uzaktan çalışma sürecinde işin sorumluluğunu yerine getirmek için aşırı uzayan çalışma saatleri ve iş yüküyle ruhsal sağlığına etki edebileceği riski. Biz buna işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından sakıncalarının olabileceğini, normalde sadece yemek için oturulan masa ve sandalyede 8 saat geçirmenin çalışanlar açısından ergonominin uygunsuzluğu nedeniyle sağlık sorunları yaratabileceğini ekleyelim. Elbette haberin devamında işveren temsilcisinin, bu iddiayı kaba ve yersiz bulduğuna yer verildiğini tahmin edeceksinizdir(3).
Pandemi sırasında daha fazla insanın evden çalışmasıyla iş ve yaşam arasındaki sınırlar bulanıklaşması Avrupa Parlamentosunda da konu edinilmiş görünüyor. Aralık ayının başında AB milletvekilleri, bireylerin temel bir “bağlantıyı kesme hakkı” olduğunu savunan bağlayıcı olmayan bir kararı onayladı. Karara öncülük eden Maltalı Sosyalist politikacı Alex Agius Saliba’ya göre, insanların izin almalarına izin verilmesinden yana ve Avrupa Komisyonu’nu işin “yeni gerçekliğini yakalayan” kurallar oluşturmaya çağırarak şunları ifade ediyor: “Aylarca tele-çalışmanın ardından, birçok işçi artık izolasyon, yorgunluk, depresyon, tükenmişlik, kas veya göz hastalıkları gibi olumsuz yan etkilerden muzdarip (…) Her zaman ulaşılabilir, her zaman uygun olma baskısı artıyor, bu da ödenmeyen fazla mesai ücreti ve tükenmişlik ile sonuçlanıyor.” Almanya vergi indirimlerine bakıyor. Evden çalışmanın avantajlarına dair bir argüman da Alman Çevre Bakanlığına ait: Trafik sorununu çözebileceğini, çevre için iyi olduğunu ve çalışanların böylece daha mutlu olacağını iddia ediliyor iken aslında bu konuda pek araştırma olmadığı ve bu iddianın bir temenniden ibaret olduğu açık(4).
Evden çalışabilmenin işçi sınıfı içinde var olan eşitsizliklere bir katman daha eklediği açık. Toplumsal cinsiyetin dışında pek çok araştırma (5) etnisite ve ırk bağlamında da evden çalışma imkanı olmadığı için pandemiden daha fazla etkilenenin göçmenler ve beş nesildir aynı ülkede olsalar bile göçmen kabul edilenler olduğunu ortaya koyuyor.
Dipnotlar: