Yeni Biyoloji Eski İdeoloji
Gerçeklik çok yönlü ve karmaşık olmasına karşın insanlar basit açıklamalara ikna olmayı tercih ederler. Bu bakımdan da bilimsel düşüncenin açıklamalarını karmaşık bulup kestirmeci formüllere prim verildiği görülüyor. Örneğin insanın tarihselliği, değişirliği, karşılaştığı durumlara kendini uyarlaması günlük deneyimlerle sabitken biyolojik belirlenimciliğin insan doğasının bencil olduğu yargısı kolayca teslim edilir. Bir de bunu Richard Dawkins[1] gibi ünlü bilimciler, bu yargıyı genlerle ilişkili olarak dillendirdiğinde bilimsel gerekçe (!) de sağlanmış olur. İnsan genleri itibariyle bencil olunca elinden ne gelir ki! O istemese de bencildir, işbirliğine, dayanışmaya yatkın değildir. Dinler, felsefeler yahut eğitim ne yapsa da bununla baş edemez çünkü biyolojik doğamızda bu var. Böyle söylemek için elbette bilimci olmak gerekmezdi; eskiler ne söylemişti: İnsan çiğ süt emmiş. Böyle olunca da insan, güvenilmez bir varlık olur çıkar. Onunla karşılaştığında ne zaman çifte atacağı belli olmayacağı için tedbiri elden bırakmayacaksın. İşbirliği, güven, dayanışma, sorumluluk bunları bekleme. Gelenekselin tedirgin ortamında gelişmiş bu yargıları ırk, zeka testi (IQ), ataerki, sosyobiyoloji gibi yeni ideolojik versiyonlar olarak görebiliriz.
Eski ideolojinin yeni ambalajlarla gündemde dolaşmasına karşı önemli mücadele veren isimlerden biri Richard C. Lewontin’di. Lewontin ve arkadaşlarının 1984 yılında ilk defa yayınladığı kitabı Genlerimizden İbaret Değiliz[2] kitabı bu alanda güncelliğini hâlâ koruyan en önemli kitaplardan biridir. Kitabın açılımı elbette sadece biyoloji değil; psikoloji ve toplum bilimleriyle doğrudan ilişkili. Çünkü biyoloji kaynaklı bir çıkarım olmasına karşın sosyal teoride sonuçlar doğuran bir yönü var bu tür bir biyolojizmin. En başta da atomist bireyciliği savunan liberal kapitalizmin ideolojisini meşrulaştırmaya yönelik bir içerimi var. Kitabın yazarlarının farklı branşlardan olması da ortaya konan eleştiriyi güçlendiriyor. Richard Lewontin evrimsel biyolog ve genetikçi, Steven Rose nörobiyolog ve Leon J. Kamin psikolog. Bu üçlünün eleştiri silahını doğrulttuğu isimler ise Stephen Jay Gould[3], Richard Dawkins, Edward O. Wilson.
Lewontin’e göre biyolojik belirlenimciler, itfaiye erleri misali her yangına koşarlar. Bir IQ yangını mı çıktı onlar orda. Irk, cinsiyet, genetik değişmezlik… suçlu genler. Hemen çözüm buluyorlar. Belirlenimciler kendilerini, “Her şeyin kültür tarafından belirlenmesi”nin de belirlenimcilik olduğu şeklinde savunur. Her şeyin kültür tarafından belirlenmesi de elbette yanlıştır. Nasıl ki biyolojizmin her durumu genlere bağlaması sorunluysa her şeyin kültüre bağlanması da sorunludur. Bu karşıtlık yeni de değil. Biyolojik determinizm ile kültürel determinizm arasındaki söz konusu çatışma, 19. yüzyılın ilk yıllarından itibaren biyolojinin, psikolojinin ve sosyolojinin başına bela olmuş, “Genetik mi, yetiştirilme mi?” tartışmasının bir devamı. Genetik, insan davranışları üzerinde etkili olabilir de, olmayabilir de. Ve eğer olmuyorsa elimizde yetiştirilmeden başka ne kalır? Genlerimizden İbaret Değiliz tam olarak bu ikilemi reddediyor. İddiaları ise şu: sonradan toplumsal şartlar ile değiştirilemeyecek ve şekillenemeyecek bir şekilde genlerimize yerleşmiş önemli bir toplumsal insan davranışı yoktur. Ancak aynı zamanda insanların birer tabula rasa (boş levha) olarak doğduklarını da reddetmemiz gerekiyor. Bireylerin toplumsal koşulların bir yansıması olduğu açıktır ama aynı zamanda insan biyolojisi bu yansımaya tepki veren boyutunu içermektedir. Biyolojik belirlenimciliğe verilecek yanıt etkileşimcilik olmalıdır. Bu anlayışa göre insan davranışlarını ne tek başına genler ne de tek başına çevre belirler. Davranışları etkileyen asıl şey bu ikili arasındaki benzersiz etkileşimdir. Bu anlayışa göre her şey birbirine bağlıdır: “Biyolojimiz, bizi, kendi ruhsal ve maddi çevresini durmaksızın yeniden yaratan ve yaşamı kesişen nedensel yolların olağanüstü çeşitliliğinin sonucu olan varlıklar haline dönüştürmüştür. İşte bu nedenle bizi özgür kılan, biyolojimizdir.”
Biyolojik Belirlenimciliğin Görünümleri
Charles Dickens, toplumsal meseleleri gerçekçi bir gözle romanlarına yansıtmış bir 19. yüzyıl yazarıydı. Kapitalizmin erken döneminde ortaya çıkan sefalet, yoksulluğu çok net şekilde göstermeyi bilmiş, yoksulların ve işçilerin zor koşullarda yaşatılmasına vicdanen karşı durmuştur. Bununla birlikte kendince bazı tutuculukları olduğunu belirtelim. Oliver Twist adlı romanında Oliver, uzun süre hırsızların arasında kalmış bir çocuktur ancak çok düzgün bir konuşmaya ve asil bir ruha sahiptir çünkü o, üst sınıftan iyi bir aileden gelmektedir, damarlarında asil kan akmaktadır. Birlikte yaşadığı insanlar alt sınıftan insanlar oldukları için vahşi, pis ve kötü olduğu halde onların arasında yetişen Oliver farklıdır. Dickens açıkça biyolojik belirlenimcidir. Biyolojik belirlenimciliğin özellikle Darwin’den sonra daha da azıya aldığını söylemek mümkün. Edebi naturalizmde soyaçekim meselesi ileri düzeyde işlenmiş bir temadır. Emile Zola, 21 cildi bulan Raugon Macquart serisinde atalarla torunlar arasında şaşmaz bir benzerlik ortaya koyar ve bunun asıl nedeni de genetik sülaledir. Türk edebiyatında Hüseyin Rahmi Gürpınar başta olmak üzere birçok yazarda bu soyaçekim münasebetini bulmak mümkün. Bu anlayışın ortak yanı dünyada bir şeylerin, hele de insanların değiştirilme çabasının beyhude olduğuna dair karamsarlıktır.
Günümüzde hâlâ yaygın bir mit olan biyolojizm, özellikle de suç ve şiddeti genetiğe bağlamaya meyilli anlayışların başvurduğu bir açıklama tarzı. Böylece ekonomik eşitsizlik, ırk ve cinsiyet ayrımcılıkları, kötü yaşam koşulları perdelenmiş de oluyor. Biyolojik belirlenimcilik yanlılarının özellikle İngiltere ve Amerika’da yaygın olması düşündürücüdür. Köle olarak getirilmiş atalarının mülksüzlüğünü devralmış siyasi yoksullar, savaş zamanı ekonomiye katkı sağlaması için alınan kadınlar, göçmenler savaş sonrasında işleri bitince sokağa atılmış durumdadır. Bu insanların protestoları, isyanları ve yaşam koşullarının getirdiği bir sonuç olarak suça bulaşma onların genetik alınyazısı olarak kabul edilmektedir. Biyolojizm “kurbanı suçlama”nın en basit yoludur.
Sosyobiyoloji
1975’te akademik yayıncılık alanında dikkat çekici bir yayın yapıldı. Pek rastlanmayan bir durum olarak Harvard Üniversitesi Yayınları, New York Times’a tam sayfa ilan vermişti. Üniversite, yazarın ve yayıncının katıldığı tanıtım seminerler içeren yayınları, her türlü kitle iletişim aracına servis etti. Bir karınca uzmanının evrim teorisi hakkındaki kitabıydı bu. İsmi Sosyobiyoloji: Yeni Sentez olan bu kitap din, ahlak, kabilecilik, savaş, soykırım, işbirliği, rekabet, düzene uyum, girişimcilik, fikir aşılama ve husumet gibi insanlığın kültürel göstergelerinin biyolojik açıklamasını yapar. Sorun elbette Wilson’un karınca uzmanı olması değildir. Bu alandaki bulgularını fazlaca genişleterek insan toplumuna tatbik etmesidir. Kitabın yazarı Edward O. Wilson, ilgi uyandıran kitabından hemen sonra sosyobiyoloji kavramını genişleten, değiştiren ve tekrarlayan çalışmalarını sürdürdü. Wilson sonraki çalışması İnsan Doğası[4] kitabını tümüyle insan sosyobiyolojisi konusuna ayırdı. Bu kitapta insan türünün, genetik tarihinin yarattığı gereksinimlerin dışında bir amaca sahip olamayacağını, insan beyninin sahip olduğu moleküler yapının sınırlarında yapılanmış olduğunu ve seçimlerini yalnızca biyolojik araçlarıyla yapabileceği iddiasındadır. Kitabın Pulitzer Ödülü alması, çoksatar olması ve ana akım bilim çevrelerinde bu denli övgüler görmesi bu anlamda düşünülebilir. Sonrasında sosyobiyolojinin Amerikan ve İngiliz üniversitelerinde teveccühle yer bulması, bu bölümlere araştırma kadrolarının ayrılması hakim burjuva ideolojisiyle ilişkisi konusunda fikir vermeli. Benzer konularda Hayvanlardan Tanrılara Sapiens[5] ve Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi gibi kitapların yazarı Noah Harari’nin ne tür bir ideolojik konumu olduğu da hesaba katılmalı.
Biyolojik belirlenimci anlayışın salt bilim alanıyla ilgili bir teori olmadığı, asıl olarak egemen siyasal ideolojilerle dirsek teması ve egemen piyasa anlayışını meşrulaştırması bakımından değerlendirilmesi önemli. Yeni bulgular gereğince ortaya konan yeni bir yorum gibi sunulmuş olsa da eski hamam eski tas dedirtecek bir niteliği olduğu da açık. Bizim köylünün, “İnsan yedisinde neyse yetmişinde odur” sözüyle birlikte, “Keçinin çıktığı yere oğlağı da çıkar.” anlayışı bilim kılığında sahne almış oluyor.
Sürecek…
[1] Richard Dawkins (2014), Gen Bencildir, Kuzey Yayınları.
[2] S.Rose, L.J. Kamin, R. C. Lewontin (2019). Genlerimizden İbaret Değiliz (Not in Our Genes: Biology), Yordam Yayınları.
[3] Yazarın en bilinen kitabı Fırtınadaki Kirpi.
[4] Edward O. Wilson (2017). İnsan Doğası, Thales Yayınları.
[5] Noah Harari, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, Kolektif Kitap.